1 Mart 2013 Cuma

Teşekkürler Alphaville


Bazı bloglar var, onlara hayranım.

Adını sanını bilmediğim filmlerden, kitaplardan bahsedip bir de bunların, yazarın günlük hayatındaki yerinden ve öneminden bahsediyorlar.

O blogların birikiminden çok hoşlanıyorum ama daha çok hayatla ilgili  farkındalıklarına hayranım. O blogların yazarları, seyrettikleri filmlerin, okudukları kitapların kahramanlarıyla öyle canlı ve candan bir ilişki kuruyorlar ki “Ben yaşıyor muyum yahu?” diye düşünmeden edemiyorum. Bir de enfes görsel malzeme sunuyorlar, insanın bloğa aşık olası geliyor.

Belki o blogları iyi yapan şey, onların kendileri olması…  Büyük lâflar etmeden, nutuk atmadan, bir şey öğretmeye kalkmadan  tam bir alçak gönüllülükle yazılmış olmaları.

Onları okurken aslında farkında olmadan sezon dışı sahil kafelerini görmüş gibi oluyorum galiba… insansız plajlarda yürüyor, tozu ve kumu üzerinde biriktirmiş, şezlong be sandalye naylonlarını  fark ediyorum belki?

Belki tam ve sımsıcak bir sevgiyle demlenmiş çayların kokusunu alıyorum, bilmiyorum?

Yaptığım yanlış mı? Sanmıyorum. Çünkü yapmak istediğimi yapıyorum. Başka bir şeyi değil… Bu yaptığım… Sevilir ve okunur bir şey mi? Onu da tam bilemiyorum. Ama ben söylemsem sanki söylenmeyecek bazı şeyler var gibi geliyor ve ona göre yazıyorum, varsa bir kabahatim budur…

Bugün bir hikâye yazdım. Hikâye beni buldu, aslında…. Irish cream denen bir  şeyle  Kolombiya kahvesi içerken buldu beni…  Bu arada bugün “Forever Youg’ı” kaç  defa dinledim, bilmiyorum.

Günler nasıl istenirse  öyle hatırlanır. Bir gün gençliğin kalmadığını görür ve geriye giden yolları da kaybettiğimizi sanırken… Bir şarkı çıkar karşımıza ve bugüne gelen mutlulukların aydınlığının mirasını hatırlatır… İşte ben de böyle hatırlıyorum ilk gençlik yıllarımı… Teşekkürler Alphaville, iyi ki varmışsın…

Hiç yorum yok: