7 Nisan 2011 Perşembe

Zenginliğin Ve Fakirliğin Doğası Hakkındaki Yaygın Ezbere Bir itiraz


Zengin daha zengin ve fakir daha fakir olabilir mi? 

Sosyalistlerin en sevdikleri hurafelerden biri de bu sakızdır, sanırım… Buna neye göre karar verilir? “Milli gelirden alınan pay” diye bir şeye bakılır, “Alım gücü indekslerine” bakılır ve karar verilir, herhalde? Böylece? Böylece piyasa denen “adaletsiz sitemin” hiçbir işe yaramadığına hükmediliverilir. 

İyi ama ortadaki rakamlara rağmen gerçek böyle midir? Veya ortadaki sonuçları oluşturan rakamların meydan geliş şekli, gerçekte nasıldır?

 Meselâ bir yandan asgari ücret sisteminin bir zorunluluk olduğunu savunarak diğer yandan emek arzının fiyatlandırılmasındaki çarpıklıktan şikâyet etmek ne kadar mantıklıdır? Veya bir yandan yüksek maliyetli sosyal güvenlik politikalarını yürürlüğe koydurup diğer yandan bu politikaların maliyetine ve mükellefine gözümüzü kapatmak ne kadar terbiyeli bir iştir?

Veya  bir yandan devletin savurganlığı için her yolun mübah olduğunu düşünüp, bu savurganlığın maliyetinin bizim cebimizden çıktığını gizlemek ne kadar namuslu bir iştir?

 Zenginin daha zengin olabilmesi ne anlama gelir? Elbette burada “zengin” derken kimin kast edildiğini iyi bilmeliyiz. Sosyalistlere göre  “zengin” nitelikli hırsız demektir. Yani üretmediği şeyleri satarak para kazanan adam demektir. Böyle zengin olan dolandırıcılar yok mudur? Elbette vardır! Ama şunu bilmeliyiz ki bu gün üstümüze giydiğimiz pantolonlardan,   işe giderken bindiğimiz dolmuşlara kadar her şeyin üreticisi olanlar da onlardır. Yani? Parasını bir otomobil yan sanayisine vererek otomobiline far yaptıran iş adamı veya ceketleri için kaliteli kumaş üretenlere para yatıran bir diğer iş adamı ve hadi hiç eğip bükmeden söyleyelim, “kapitalist”!

Zenginlerin üretmeden para kazanan insanlar olduklarını düşünüyorsanız siz nerede yaşadığınızı, neyi tükettiğinizi bilmiyorsunuz demektir. Eğer böyleyse,  evinize götürdüğünüz ekmeği pişiren fırının gerçek olduğunu idrak edemiyorsunuz demektir. Eğer böyleyse indirime giren kaliteli ayakkabıları alabilirken o ayakkabıların gökten yağdığını sanıyorsunuz, demektir. Eğer böyleyse, o ayakkabıların size indirimli gelebilmesini sağlayan maliyet düşüklüğünün aynı zamanda teknoloji sayesinde ucuza getirilmiş işçilikle ilgisi olduğunu da bilmiyorsunuz veya görmek istemiyorsunuz, demektir. Eğer öyleyse siz, insanların yüklendikleri maliyetleri, kendi “insanca yaşantınız için” yok sayarak hayatta kalmak isteyen bir parazitsiniz, demektir!

Eğer tükettiğimiz  şeyler, gerçekse ve en önemlisi topraktan hazır bitmiyorsa… Eğer bu gerçeklikler, ancak bir takım insanların yaratıcı zekâlarının maddeleşmesiyle meydana getirilebiliyorsa, o zaman o gerçekliklere de en az kendi emeğinize duyulması gereken kadar saygı duymak zorundasınız demektir. Bütün zamanınızı bir işin yürümesi için asgari gerekleri yerine getirerek geçirirken aynı zamanı, bir başkasının, meselâ, interneti çok daha verimli kılacak bir yazılım geliştirmek için harcaması, yani milyonlarca kişinin  ki buna siz de dahilsinizdir, iş gücünü hafifletecek ve daha kolay para kazanmasını sağlayacak bir buluşa imza atması, onun, sizinle eşit  olmadığının en önemli kanıtıdır.

 İşinin kendi kişisel tatmininin biricik vasıtası sayan insanlarla sizin gibi yüksünerek ve sürekli şikâyet ederek çalışan insanların “emekleri” asla aynı şeyler olamaz! Ve işte! Bu farklılığı en keskin şekilde ortaya çıktığı ortam, piyasadır. Çünkü sizin şikâyet dolu “emeğinizin” insanlar için ne işe yarar bir özelliği vardır ne de çekici bir yönü. Sizin şikâyetlerinize karşılık insanlar da size,  ancak “gönülsüz” bir karşılık olarak verimsizliğinize verilebilecek en yüksek  ücretle cevap verirler. İnsanlara sunacak bir değere sahip olanlara ise herkes hayranlık duyar ve onlara,  “gönüllü” olarak verebilecekleri en yüksek cevabı verirler. İşte “Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir” olması martavalının ekonomik gerçeği budur!

 Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğunu söyleyenler, fakirleri iradeden yoksun, güdülen köleler olarak gördüklerini açıkça söyleyemezler. Fakir diye değişmez bir kategori vardır ve  bu onlara göre ilânihaye sürecektir. Serbest bir piyasada bir fakirin nitelikli bir çalışmayla yükselip yükselmeyeceği gibi şeyler onların hayal dünyalarında yoktur! ABD’de şu anda yönetici konumunda olanların %65’inin iş hayatına asgari ücretle başladığı gerçeği ise onların asla izah edemeyecekleri bir şeydir. 

Zenginin daha zengin olabilmesi için daha fazla üretmesi ve satması gerekir. Aksi takdirde batar! Fakir nasıl daha fakir olur? Hayat pahalanırken ücretler değişmeden kalırsa, ancak bu mümkündür. Peki “emek arzının fiyatlandırılması” anlamında ücretlerin oluşumunda kim etkilidir? Artık çoğu ülkeyi sürekli krize iten karma ekonomi ucubelerinde bu aktör, “devlettir”. Devlet bir kere emek arzının fiyatlandırılmasını asgari ücret politikalarıyla dondurmaya kalktığında, emek müşterileri yani işverenler, emek fiyatlarının yerinde sayması için ellerinden geleni yaparlar.


Eğer buna kızıyorsanız neden malların fiyatlarının artmasına kızdığınızı izah etmelisiniz çünkü aslında bir malın fiyatının artması onun bütün üretim süreçlerindeki insanların daha fazla para kazanması anlamına gelir. Devlet asgari ücret dayatırken şunu demektedir: “Emeğin fiyatının asgaride kalmasına gayret edin!”. Ve hiç kimse, elinde silahıyla gerektiğinde kapısına dayanabilecek bir zor kullanıcının bu dayatmasına itiraz etmek istemez. Bunun ötesinde, fiyatının sürekli artabileceği bir malın fiyatının, bir başkasının eliyle sabit tutulması eğilimine karşı koyamaz. Domates fiyatlarının hep belli bir seviyede kalması “sağlansaydı”,  fiyatı o seviyenin üstündeki domatesleri alır mıydınız? Peki bir domates için  fiyatın düşmesi arzunuzu, bir başkasının “emek” için hissetmesine neden kızarsınız? Neticede domates fiyatının artması demek, üreticinin maliyetlerin yükseldiği, artık birim domates başına daha fazla emek sarf edilmesi gerektiği anlamına gelmez mi? Ama siz, kendi emeğiniz için sürekli bir artışı “insanca yaşam” talebiyle dayatmak isterken domates üreticisinin veya kabzımalı “soyguncu” diye lanetleyebilirsiniz… 

Bir de işin basit matematik yönü var: Bir toplumun çoğunluğu açlık sınırında yaşıyorsa, o toplumda onları soyacak zengin bulamazsınız!  Verecek hiçbir şeyiniz yoksa soyguncularınızın da zengin olması imkânsızdır. Boş ceplerinize daldırdıkları ellerinin dolu çıkmasının imkânsızlığı, fiziki bir mecburiyettir. Nüfusunun yarıdan fazlasının cep telefonu sahibi olduğu ülkemizde fakirlikten bahsediyorsanız çok ciddi olmak zorundasınızdır! Zenginler ancak “var olan” parayı edinebilir. Hiç kimse olmayan paralarla yat sahibi olamaz! Bu tip bir dolandırıcılık ülke genelinde yapılamaz. Ülke genlinde bir dolandırıcılık için ancak bütün ülkeyi dolandırıcılığa itecek kadar büyük bir zorlayıcı lâzımdır ki  bu da “teşvikler”, “karşılıksız krediler” vs verebilecek kadar güçlü bir kasaya sahip tek bir aktöre işaret eder: Devlete! 

Eğer zenginin daha zengin ve fakirin daha fakir olduğundan şikâyet ediyorsanız, öncelikle zenginin üretmeden nasıl zengin olabildiğine bakmalısınız. Zenginin risklerini fakirin üstüne yıkabilecek kadar büyük bir manipülatörün nerede saklandığına bakmalısınız! O zaman kendinize şunu sormalısınız. “Gönüllü olarak vermediğim halde cebimden paramı alabilen, kimdir?” 

İşte o zaman onun kim olduğu ortaya çıkacaktır: Devlet! Karma ekonomi ucubelerinde dahi sözüm ona “gelir adaleti” adına üretenleri soyarak soyduğu paraları fakirlere vermeksizin saçıp savuran devletin, bir de bütün bir ekonomiye komuta ettiği sosyalist sistemleri düşünmeniz şu aşamada elzemdir! Sözüm ona özgürlüğün olduğu bir sakat piyasada sizi belli bir ücretle çalışmaya mahkûm eden devletin,  fütursuzca ekonomiye hâkim olduğu bir tam sosyalist komuta düzeninde “insanca” yaşayabileceğinizi düşünebilir misiniz? 

Zengini daha zengin ve fakiri daha fakir yapmak, ancak fiyat mekanizmasına belli menfaat gruplarının lehine müdahale etmekle olur.  Emek dahil bütün malların hür mübadele edilebildiği ve devlet dahil hiçbir zor kullanıcının müdahale edemediği bir piyasa ortamında refah, kendiliğinden en dürüst ve en üretken insanlara doğru kayar! Ne zaman ki müreffeh insanlara karşı kıskançlığınız, devletin zoruyla bu insanlara müdahale etmeniz yönünde sizi kışkırtır ve devleti keyfi şekilde zor kullanacak şekilde kullanmanıza sebep olursa işte o zaman zenginlik için gereken şartlar da değişir. 

 O zaman müşterisine en dürüst davranıp güvenilir üretimle talep toplayan insanlar değil, devletin sopasına en yakın duranlar para kazanmaya başlayacak demektir. Sosyalizmin bundan başka bir şey üretmesi imkânsızdır. Sulandırılmış bütün sosyalizm çeşitlerinde de durum aynen budur! Ve zenginin daha zengin edildiği rejimlerin tamamı da sulandırılmış sosyalizmlerle zehirlenmiş olan piyasa sistemleri, yani karma ekonomi garabetleridir. O halde önce nasıl bir ekonomiyi tercih ettiğinizi kendinize sormalı sonra da bu tercihinizin sonuçlarını tahlil etmelisiniz. İnsanları asgari ücretle köleleştiren devletçi sistemden, fiyatların serbestliğiyle yaratılan refahı talep edemezsiniz. Ölmeden Cennet’e gitmeyi istiyorsanız ya ölmeyi veya cenneti istemiyorsunuz demektir.




Hiç yorum yok: