Türk Milliyetçilerinde Okumanın Anlamı Üzerine
Milliyetçi camiada sürekli çiğnenen bir “okuma listesi” sakızı vardır. Kur’an-ı Kerim ile başlayan bu liste hiç değişmemiştir. Şahsen bir milliyetçi olarak ben de bu listenin tamamını ezbere bilmem ama mesele, “okumak” işine, eylemine, sözde milliyetçi bakışın garabetidir.
1969’dan beri dincilikle fevkalâde hemhal olmuş, fikirleri dincilikle açıkça sulandırılmış milliyetçiler için okumak bir “şartlandırma” işidir. Buna göre bu “dokunulamaz” ve eleştirilemez bir listedeki kitapları okuyanlar, sihirli bir hap almış gibi anında aydınlanacak ve her türlü şek ve şüpheden kurtularak doğru yolu bulacaktır.
Böyle bir liste hazırlanması ve hele hâlâ milliyetçi gençlere empoze edilmesinin fikri dayanağı siyasî dinciliktir. Milliyetçiliğin dönemsel şartlardan dolayı, siyasal alana kaydırılmasıyla beraber onun, milletin değerlerini sömüren siyasal dincilikle buluşarak yozlaşacağını fark edemeyen milliyetçiler için “okuma listeleri” hâlâ bir tür “can simididir”.
Milliyetçiliğin siyasallaşması, onun, siyasal dincilikle aynı kulvara girmesine ve onunla aynı fikri alet takımlarını kullanmasına sebep olmuştur. “Okuma listeleri” garabeti, aynen üyelerini şartlayan siyasal dinciliğin ve dinci cemaatlerin metodudur. ( Bir grubun cemaat olması onun dinci olması anlamına gelmez. Cemaat, az sayıda somut kurallar etrafında birbirine her yönden benzeşerek, kendilerini toplumun kalanından farklı kılmaya çalışan fertlerin topluluğu anlamına gelir. Bu şartları taşıyan her grup bir “cemaattir”.)
Bir okuma listesi düzenlenmesi tavrının altında yatan güdücü fikir, bütün cemaat üyelerini, düşünmelerine mahal vermeksizin kısa yoldan ideolojiye ve özünde yönetici gruba taabi kılmaktır. Çünkü bir ideolojiye tabi olmak dahi aslında “etken” bir düşünmek ve akletmek eylemidir. Oysa sürüleşmenin tazyikiyle iş başarmak anlamına gelen siyasallaşmanın ihtiyacı, mensuplarının akletmesi değil, sadece uyum göstermesi, biat etmesi, itaat etmesidir.
Şüphesiz dönemin kıyıcı şartlarına göğüs germiş pek çok milliyetçi, bu eleştirileri ziyadesiyle insafsız bulacaktır. Bu gene de Türk milliyetçiliğin fikri plânının sığ sloganlara feda edildiği gerçeğini değiştirtememektedir. Bugün elimizde ancak o günlerden kalan bir iki telif eser ve siyasal dinci slogan dışında bir şey kalmamışsa bu, nesillerin yaratıcılıklarının ve düşünme davranışının, siyasal hesaplar uğruna lüks sayılması ve zımnen yasaklanmasının neticesidir. Nitekim bu gün bu gelenek, milliyetçiliğin abide teşkilâtı Türk Ocağı’nı dahi ifsat etmiştir. Türk Ocağı’nda, “genç” kendi aklıyla düşünüp üreten bir yaratıcı öz sayılmak yerine büyüklerine çay götürüp getiren ve kendine vaaz edilene uyan bir tür “yavru cemaatçi” dir.
Siyasal milliyetçiliğin kurcularının yetiştiği eski Türk Ocağı ortamının aksine, MHP’de bu durum çok daha vahimdir.
Okuma işi şüphesiz aklımıza uyan yönleri ile bizi bir şekilde “şartlar”. Ama bu, en nihayetinde bizim ferdî akıl yürütme işimizden bağımsız değildir, olamaz. Okuma işinin asıl şartlayıcılığı cemaat etkisindendir. Yalnızken bize inandırıcı gelmeyecek pek çok metni, “kolektifleştirilmiş akla uymak” endişesiyle şeksiz, şüphesiz kabul edebiliriz. Birden fazla aklın, tek bir akıldan daha güçlü olduğuna dair cemaatçi telkin bizi, kendi aklımızı susturmaya yöneltir. Bu, her türlü cemaat yapısında böyledir. Babasının, meşru bir kazançla araba elde etmesine karşı olmayan ve o arabayı sakınan gencin “Mülkiyet hırsızlıktır!” gibi saçmalıklara kapılması bu sebeptendir.
Bu cemaat telkini ile cemaat üyelerinin fikirleri yorumlama ve kendi beyinlerinin bir parçası haline getirecek hazmetme kabiliyetleri iğdiş edilir. Bundan dolayı cemaat mensupları gayet iyi birer fedaidir ama asla filozof olamazlar. Türk milliyetçiliği fedai yetiştirmeye gösterdiği dikkati filozof yetiştirmeye göstermemiştir. Ve maalesef bu gün Türk milliyetçiliği geçek anlamda düşünür/filozof olmayan bir mürekkep ehli “ağabeyler” grubunun elindedir. Kaldı ki bu gruptaki insanlar, iki elin parmaklarından azdır. Gazetelerde köşe yazarları da maalesef sığ gündelik siyasi tahliller dışında bir şey üretememektedirler.
Neden böyledir? Çünkü siyasal bir hareketin gereği budur. Bir siyasal hareket, lidere tapınmak dışında bir itici güce ihtiyaç duymaz. Bu bütün siyasal hareketler için istisnasız böyledir. Liderin kifayetini sorgulamak, eleştirmek bir siyasal hareketin yumuşak karnıdır. Türk siyasal milliyetçiliğinde, bir vakit pek yaygın olan “lider, doktrin, teşkilat” söyleminde gerçek olan sadece lider olmuştur. Doktrin, o liderin ideoloji diye vaaz ettiklerinden başka bir şey olmamıştır. Teşkilat ise liderine tapınan sürülerin organizasyonundan başka bir şey değildir.
Neden böyledir? Çünkü Türk milliyetçiliği, akla ve iknaya dayanan bir gönüllülüğün “faydasızlığına”, zorluğuna inandırılmış, sürülerin fizikî gücünün çekiciliğine kapılmıştır.
Türk milliyetçiliğinde bu gün “eser” diyebileceğimiz ne varsa, milliyetçiğin siyasallaşma dönemi öncesi yazılmış tır. 1969 MHP kongresiyle Türk milliyetçiliği, okuyup okuduğunu eser yaratmada kullanacak akıllardan alınarak yazılı mirası çiğnemeden yutarak milleti kurtarabileceğini sanan nesillere terk edilmiştir.
Bugün Türk milliyetçilerinin nasıl düşünmesi gerektiğine dair rehber olabilecek “ Üç Tarzı Siyaset”, “Türkçülüğün Esasları”, “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” gibi eserler meydana getirebilecek tek bir milliyetçi okumuş maalesef yoktur. Çünkü “okuma listelerine” biat etmesi istenen genç nesillerin bu tip eserleri yaratabilmek kabiliyetleri, okumanın, “cemaate biat” haline getirilmesiyle en baştan çolak bırakılmıştır. Bu yüzdendir ki Türk milliyetçileri popüler sol yayınlarda kendilerinin dinci fanatikler gibi gösterilmesinin bile tenkidini yapamayacak kadar cahil ve böndürler. Neden böyledir?
Çünkü hiçbir kitap bizim yerimize düşünemez. Çünkü düşünür olmaksızın, işlerin ahlâkî ve faydasal yönlerini tahlil etmek imkânsızdır. Çünkü düşünmeksizin işlerin ahlâkiliğine ve faydasına karar vermek imkânsızdır! Çünkü felsefe, herkesin kendi hayatının sürekli muhasebesinden başka bir şey değildir ve herkesin kendi varoluşsal borcudur! Bu borç bir lidere tapınmak, ağabeylere biat etmekle ortadan kaldırılamaz.
Bu borç, kendi başına düşünüp hakikate erişmekte sayısız defalar düşmek, incinmek, yaralanmak ama çaba göstermekten asla vazgeçmemek demektir. Bu borç, düşünmekten utanmamak, kendi aklına uymayanı kendi yandaşlarına bile cesurca ifade etmektir.
İşte bunların hiç biri “paketlenmiş kitapları” hap gibi yutmakla gerçekleştirilemez.
Türk milliyetçilerinin yapması gereken, zaten dörtte birini bile okumadıkları tuhaf okuma listelerini küçüklerine dayatmak değil, çizgi romanları dahi akıl ve zevk süzgecinden geçirmenin entelektüel zevkini ve ahlâkî sorumluğunu onlara aktarmaktır. Türk milliyetçilerinin yapası gereken, vakt-i zamanında dönemin şartlarından etkilenen düşünürlerin sahip olduğu ideolojileri tahlil edip bunların özündeki ahlâkî ve faydacı eksiklikleri veya yerindeliklerini tekrar tahlil etmektir, yoksa onları oldukları gibi kabul etmek değildir! Eğer o eserleri tenkit edecek veya yorumlayacak kabiliyetiniz yoksa “ağabeylik” sıfatınızla, onları eleştirebilecek veya yeniden yorumlayabilecek kadar kabiliyetli olanların önünü tıkamamalısınız.
Okumayı başlı başına varoluşsal bir zevk ve ihtiyaç olarak görmeyenlerin, zaten Kur’an-ı Kerim’den dahi alabileceği hemen hiçbir şey yoktur. Bir Türk milliyetçisi olmak için “Türkçülüğün Esaslaırnı” okumaya gerek yoktur. Bu gün gelinini Türk bayrağıyla evine götüren gelin alayı milliyetçiliğin yaşayan örneğidir. Bu gün bölücü köpeklere karşı gülümseyerek giden her Türk evlâdı, zaten o bilincini, iliklerinde taşımaktadır.
Bugün Türk milliyetçisi, kendi üniversitelerinin bütün kütüphanelerindeki toplam kitap sayısından kat be kat fazlasını okuyan gelişmiş ülke üniversite öğrencilerine yetişmek için ne bulursa okumalıdır. Eğer içinde bir nebze vatan ve millet sevgisi var ise zaten okuduklarından elde ettiği her fayda mutlaka milletine yansıyacaktır. Bugün tuhaf şekilde milliyetçilere her popüler dizide söven solcuların, etnik ırkçılığa Türk adı ve bayrağıyla karşı çıkması buna en güzel örnektir. Bugün milliyetçiliğin bir siyasi partinin tekelinde olamayacağına dair yaygın kanaat, onun, milletin bütün evlâdının orak mirası olduğunun ikrarıdır. Bundan dolayıdır ki kendini “ayrıca” milliyetçi diye etiketleyenlerin üzerine herkesten fazla düşen borç, entelektüel sorumluluklarını, ağabeylerinin eleştirilebilir akıllarına ve emirlerine havale etmeksizin derhal okumaya başlamalarıdır. Neden böyledir? Çünkü hakikat tektir ve insan aklı, yaratılışında, onu bulmaya adanmıştır!
Bir Türk milliyetçisi, incinmekten, hayal kırıklığına uğramaktan, şüphe etmekten bazen inkâr etmekten korkmadan okumaya ve düşünmeye devam etmelidir. Çünkü incinmek, üzülmek, korkmak ve şüphe etmek yürüyen, yaşayan her insanın en tabii halidir. Cemaatlerinizee ve ağabeylerinize tapınarak düşmekten, incinmekten, şüphe etmekten ve hatta inkârdan korkuyorsanız, siz artık güce tapan ve ölümden korkan birer koyun haline gelmişsiniz demektir. Ol vakit bırakın milliyetçilik gibi bir iddiayı insanlıktan bahsetmeniz bile abes ve hatta ayıptır.
Çünkü okumakla insan olur o iki ayaklı mahlûk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder