9 Nisan 2011 Cumartesi

Türk Milliyetçiliğinin Rotasında Siyasal Dinci Sapma


Türk  milliyetçiliğinde  dinin yeri neresidir? Bu mühim bir sorudur ve  milletin değerleri içinde yer aldığı düşünülen dinin belirleyiciliği de bu soruya dayanır.
Her şeyden evvel Türk Milleti, diğer bütün Müslüman milletlerden ve kavimlerden üstün ve şerefli  biçimde  İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır ve yapmaktadır. Mesele bu özelliğinin toplumsal kökenlerine bakmaktır.
Zira dinin bayraktarlığını yapmak ve onu en güzle şekilde temsil etmek,  “yaratıcı ve sıcak” bir kültür içinde  onu taşımak ile ilgilidir. Neden böyle diyoruz? Çünkü yaratıcı ve sıcak bir kültüre sahip olmayan toplumlarda din ancak bir taklit vasıtası ve taklidin ta kendisi halinde yaşamaya mahkûm edilir ve zamanla gelenekler “din” adı altında toplumun üstünde tortulaşır. Yaratıcı ve sıcak bir  kültüre sahip olmak demek kültürün bütün unsurları ile ilgili  yaratıcı faaliyetin devam etmesi anlamına gelir.
 Türk kültür tarihi hakkında yazıp da  tek beste yapmamak, tek  bir roman yazmamak, iktisada dair hiçbir  yorum yapmamak, toplumsal değişimi yorumlamamak, resim yapmamak, resim izlememek, sinemadan bihaber olmak, türkü dinlememek, türkü söylememek, türkü yakmamak vs ise  kültürü ancak hakkında konuşulunca kurtarılacak bir  süs bitkisi saymak demektir ki kültürü soğutan ve toplumun yeni ihtiyaçlara cevap vermek kabiliyetini körelten de bu tembellik ve bönlüktür.
Bugün milletimizin başına gelen de budur. Bu konuda sosyalistlerin herhangi bir duyarlığı olmasını beklemek safdilliktir, çünkü onlar, ideolojileri gereği Türk adını ağızlarına yakıştıramaz ve mümkün olduğunca bu addan uzak durmaya çalışırlar.  Siyasal İslamcı’lar zaten Türk adından duydukları nefreti her gün daha açık şekilde beyan etmektedirler ki eskiden beri Türk milliyetçilerine, milliyetçilerin bütün “mukaddesatçı” hassasiyetlerine rağmen duydukları nefret ortadadır…
Dolayısıyla eğer bir Türk kültüründen bahsedilecekse bu konuda yaratıcılık sorumluluğu, öncelikle milliyetçilere düşmektedir.
Oysa Türk milliyetçileri, Emevici siyasal İslâm’ın ezberci, nakle tapan, donuklaştırıcı-müstebit tavrını benimsemeyi tercih etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki Emeviciliğin toplumsal mühendislik politikasını “gelenek”  ve daha kötüsü din zannetmektedirler. Bunun sebebi de büyük ölçüde siyasal milliyetçiliğin popülarite kaygısı ile  köylülüğü  benimsemesidir.  Merhum Atsız ile entelektüel ağırlığını ortaya koyan Türk milliyetçiliği, bu ağırlığını siyasallaşmayla beraber kaybetmiştir. Çünkü “Türkçülük” adıyla milliyetçiler tarafından da usulca kenara itilen duruş, özünde şehirli, yaratıcı, eleştirici ve bireyci bir özellik taşımakta idi. Bu haliyle  “mukaddesatçılık” diye tabir edilen, geleneğe dayalı köylü dindarlığına uzak kalmaktaydı.
Milliyetçiliğin siyasallaşmasıyla beraber milliyetçiler,  dinin çağdaş yorumlarına ışık tutacak entelektüeller olmak yerine,  gelenekleri, hurafeleri, Emevi mirasını din zanneden köylü dindarlığına teslim olmayı seçmişlerdir. Bu tavırları ile kültürün hakkında konuşup kültür üretemeyen insanlar haline gelmişlerdir.
Milliyetçileri dini, topluca yaşanıp, hayatın her anını ve sahsını herkes için tektipleştiren bir tür “kullanım kılavuzu” gibi görmüşlerdir, görmektedirler ki bu bakışları, siyasal dincilikle  birebir örtüşmektedir. Bu bakışları ile din adına ferdin varoluşunun gerekliliğini açıkça reddetmektedirler. Fertleri olmayan bir “millet” tasavvuru, tam da siyasal İslâm’ın ulaşılamayacak ideal Müslümanı veya  sosyalizmin adı olup da kendisi var  olmayan Marxist insan fikri ile uyuşmaktadır. Milliyetçiler hukukun, ferdin varoluşuna dayalı yapısını zaten hiç  düşünememektedirler. Ferde ait her sözü, vahşi bir  bencillikle, kanunsuzlukla, yağmayla ilişkilendirerek siyasal islâmcılığ’ın fert düşmanlığına alet olduklarını dahi anlayamamaktadırlar.
Oysa siyasal İslâmcı’lara, “kul hakkı” temelinde metodolojik  bireyciliğin gereğini göstermesi gerekenler, milliyetçilerdir.  Milliyetçiliğin, milletin her bir ferdinin hukuk altında, hür ve müreffeh yaşaması ideali olduğu artık idrak edilmelidir.
Milliyetçiliğin siyasallaşmasıyla beraber “din adına” siyaset yapmak gayretkeşliğinde siyasal İslamcılarla yarışmak hırsı, milliyetçileri ele geçirmiştir. Bu hırs dinin özünde yer almadığı defalarca söylenen sayısız bidatin milliyetçi camiada yerleşmesine yol açmıştır. Çünkü milliyetçiler siyasal İslamcıların ezberciliğine özenmişi onların  aklı dışlayan fanatizmini ve tepkiselliğini siyasetin ve daha kötüsü dinin gereği sanmışlardır.
Bunun sonucunda “Atsızcılar” diye  dışlanan Türkçüler, milliyetçi camiada dahi “dinsiz-imansız şamanlar” olarak algılanmaya başlanmıştır. Bu şekilde milliyetçilik, kendi  içindeki yaratıcı, üretken  az sayıdaki üyesini kendine küstürmüştür.  Milliyetçi camianın fikrî kısırlığının sebebi budur. Bugün Emeviciliğin en berbat örneği, Türk Ocağı gibi bir medeniyet abidesi içinde, “Hanımlar İcra Heyeti” denen haremlik ayrımcılığıyla, Türk kadınlarının fikri faaliyetten hoyratça dışlanmasında kendini göstermektedir. Bu şekilde kendilerine siyasal İslamcı bir söyleyişle “hanımlar” denerek ikinci sınıf sayılan Türk kaıdnları, milliyetçiliğin kek-börek imalatçısı, beylerinin dekorasyon nesnesi haline getirilmektedir. Bu, daha yakın zamana kadar hars heyetinde kadın üyesi bulunan bir kurum için çok acı bir gerilemedir. Bu gerileme, Arap örfünü Türk töresinin içine sokuşturmaya, “mukaddesatçılık” demenin sonucudur.
Din hakkında konuşmak, dinin sözcülüğüne, temsilciliğine soyunmak milliyetçilerin işi değildi ve hâlâ da değildir! Dinin siyasal bir söylemin parçası haline getirilmesi dine edilen en büyük bühtandır. Bu, toplumun dine dayalı siyasal fırkalara ayrılması neticesini doğurur ki köylü dinciliği ile oy toplamaya çalışan siyasal milliyetçilik bu gün, bu işin simsarları tarafından bölünmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.
O halde Türk milliyetçilerinin izlemeleri gereken yol nedir? Türk milliyetçiliği artık dinin siyasal aktörü olmaktan vazgeçmelidir.
Dini, herkesi tektipleştiren bir cemaat ritüeli olmadığını kabul etmelidirler.  Bu anlayışla, dinin fertlerin kendi akılları ve iradeleriyle yaşayacakları bir ahlâk  ve mutluluk kaynağı olduğunu idrak etmelidirler. Hiç kimsenin, dindarlığı ile diğerlerine üstünlük taslayamayacağını bilmelidirler. Bu açıdan, Türk milliyetçileri  “dincilik” yapmaktan vazgeçerek artık lâik ve medeni bir memleketin yaratıcı güçleri olmaya kendilerini adamalıdırlar.
Çünkü daha önce  değindiğimiz gibi: Dinin nakle tapan yaşantısının kaynağı Arap örfü ve Emevi siyasal dinciliğidir. Eğer “dinden” bunlar anlaşılmaya devam edilirse hem  insanlar dinden soğutulur hem de din adına  millet türlü fırkalara bölünür, fesat ve nefret bağrımıza saplanır.
Türk milliyetçileri bilmelidirler  ki Türk Milleti, islâm, Arap yarımadasına inmeden çok önce “Gök Tanrı’nın” birliğine iman edip ahlâkını ona göre tanzim etmiş büyük ve muzaffer bir  millettir. Bu açıdan  “şaman Türk” ile cahiliye dönemi Arap’ı bir kefeye konamaz. “şaman” diye küçümsenen, horlanan ceddimiz, İslâm’la şereflendikleri halde ikiyüzlülükten, riyadan, nefretten ve hele ırkçılıktan  ayrılamamış Arap’ların örfünden herhangi bir şey almaya muhtaç değildi. Peygamberin zevcesine iftira eden insanlarla töreye uymadıkları için gönüllü oklanan Türk çerileri bir tutulamaz.
Bundan dolayıdır ki Türk milliyetçileri artık “İslam” adına Arap örfçülüğünden ve fanatizminden vazgeçmelidirler. Arap örfçülüğünün unsurları, giyim kuşamdan,  medeni davranışlara kadar maalesef  milliyetçilerinin hayatında, her safhada kendini göstermektedir.
Türk milliyetçileri ferdin mutlak ve dokunulmaz, varoluşsal temel haklarına dayalı, lâik, yaratıcı, akılcı-eleştirici, sorgulayıcı, hürriyeti esas ve kuralı istisna kabul eden hürriyetçi bir  düşünce yapısına acilen geçmelidirler. Bu da ancak siyasal İslâmcılığın kötü taklitçileri olmak hevesinden vazgeçmekle mümkündür.
Aksi takdirde, dini siyasi oyunlarına alet edenlerin oyuncağı olmaktan kurtulamayacaklardır. Namaz kılmak için başkasının insafına muhtaç  robot Müslümanlar veya kadınlarına börek yaptırıp onları düşünmekten men eden “hafif” Arap taklitleri olmaktan ileri gidemeyeceklerdir. Milliyetçilerin görevi “arkadan gitmek” , “taklitçik yapmak” değil,  hayatın her alanında yaratıcı yorumlar getirmek ve çözüm üretmektir.  Tartışılır giyimlerle, dinci sloganlarla, Arapçı tavırlarla milliyetçilerin kendilerini lâyık gördükleri mevki ise bu idealden fersah fersah uzaktadır.
Türk milliyetçileri, bunun, basit bir siyasal tercih olmadığını, Türk Milleti’nin  üzerinde yürütülen siyasal dinci toplum mühendisliğine karşı ne kadar önemli bir cevap olduğunu ve bunun millet bekasıyla doğrudan ilgisini artık anlamalıdır.




Hiç yorum yok: