24 Kasım 2014 Pazartesi

Türk Milliyetçiliğinde Saptırılmış Empati Sorunu


Hangi islam  dünyası bu? Ermenileri destekleyen Lübnan falan mı?
Empati kabaca bir duygudaşlık , eşduyum olarak tanımlanıyor.

Bu bilinçli olarak gerçekleştirilen bir davranış. Dolayısıyla belli tercihler yapabilecek kadar gelişmiş bir duygusal zekâ gerektiriyor.

Burada önemli bir nokta da değer yargılarının ortaklaşabilmesi veya zarar verici etkilerinin  ortadan kaldırılabileceği bir ortamın geçici de olsa sağlanabilmesinin şart olması? Meselâ savaş esnasında bir ateşkes veya  belli yoksunlukları  zorunlu olarak paylaşmak gibi uç durumlar… Veya  zarar verme potansiyelinin olmadığı bir ortamın sağlanması gibi.

İlk durum, savaş gibi istenmeyen bir durumda zekâmızın zorunlu olarak farklı işlemesi ve duygu durumunun alışılmış durumun dışına çıkmasıyla olabilir. Savaşın olağanüstü şartları, algılarımızı açarak karşımızdakini daha açık seçik görmemizi sağlayabilir.

İkinci halde ise bir egemenlik durumu söz konusudur. Egemenlik durumu, tarafların zarar verme  potansiyellerinin  bir egemenin zorlayıcılığında ortada kaldırılması demektir ki bu aynı  zamanda “hukuk devletidir.” Bu durum diktatörlüklerde de sağlanabilir görünmesine rağmen diktatörün keyfi zor kullanıcılığı her şeyi anlamsızlaştırır.

İnsan  en kolay, kendisine benzeyenlerle empati kurar. Bundan daha doğal bir şey yoktur. Birinin bize ne kadar benzer olduğuna inanırsak onunla empati kurmaya o kadar gönüllü oluruz.

Buradaki temel sorun “benzerliğe inanmaktır.”

Dinler akıl ötesi inanç mekanizmalarıyla  “ümmetin” benzerliği konusunda bir inanç geliştirmek isterler. Böylece insanların birbirlerinin farklılıklarına gönüllü olarak kör kalacaklarına ve barışı   kuracaklarına inanılır. Oysa gerçek hiç de böyle değildir, asla olmamıştır ve olmayacaktır.

Çünkü din insanlara, tarihlerini, kültürlerini, sevgilerini aşacak kadar büyük bir bilinç aşılayamamıştır. Böyle bir bilinci aşılayabilmesi de mümkün değildir. Çünkü insanlar hayatlarını, hayatlarını doğrudan doğruya var eden insanlarla beraber yaşarlar. Hayalleri, idealleri, kültürleri ve inanışları o insanlarla beraber gelişir.
Bu açıdan meselâ bütün hayatları çöllerde develerle geçen, cenneti çöl dışında tahayyül eden, düşmanını arkadan vurmayı yiğitlik sanan, kendisi dışında hiç kimseye muhabbet besleyemeyen Araplarla hayatları at üstünde geçmiş, devlet kurup töre yapan, savaştan korkmayan ve hayatla mücadeleyi bir bilinç olarak geliştirmiş Türklerin sırf aynı Tanrı’ya taptıkları için aynılaşması ve birbirlerine empati beslemek için gönüllü olmalarını beklemek yanlıştır.

Zaten bu yüzdendir ki dincilik, dini, “mevalinin” Araplaştırılması  için kullanır. Böylece  öz değerlerine yabancı, Arap gibi düşünen, Arap riyakârlığını ve taassubunu dindarlık sanan bir insan türü yetiştirmek ister.

Bu açıdan dincilik bir virüs olarak kendini benimseyen herkesi başkalaştırır, dönüştürür en nihayetinde yabancılaştırır ve “Araplaştırır”.

Dincilik sadece bir siyasal metot veya söylem değildir. Dincilik dinin hayatın her alanına egemen olmasını savunmaktır ki bu durum Arap örfünü benimsemeden, Arap kültürünü içselleştirmeden gerçekleştirilemez. Onun içindir ki dinle siyaset yapan herkes , Arap gibi davranan bir gençliğin “ahlâkını” idealize eder.

Bu açıdan ve daha özel bir bakışla MHP, 1969’dan bu yana  giderek yoğunlaşan bir biçimde dincileşen bir siyaseti benimsemiştir. Bu siyasetin içinde Türk artık ancak namus belası olarak  kerhen bulunan bir motiftir.

MHP ve ilgili kuruluşlarının bilincinde “Türk gibi davranmak” yoktur. Dikkat edilirse zaman zaman parti yöneticilerinin, dinci partilerle aynı söylemleri kullandıkları görülür.

Bu ne demektir? Bu, bir  siyasal partinin halk dalkavukluğu yapmak için giriştiği dincilik  taklitçiliğinin, zaman içerisinde ona egemen bir bilinç haline gelmesi demektir.

Halihazırda MHP “milliyetçiliğindeki”  “millet” ile ümmetçilerin ümmeti tarif etmekte kullandıkları “millet” birebir aynıdır.  “Türk Müslüman olduktan sonra Türktür!” gibi safsataların ayet kudretinde kabul gördüğü bir  siyasal camianın herhangi bir milli/ulusal özelliği kalmamıştır. Çünkü bu  kabul ne sosyolojiyle ne tarihle ne hukukla bağdaşabilir.

Peki o halde MHP’nin bir parti olarak devamını sağlayan şey nedir?

Bunu sağlayan şey, bütün açık gerçeklere rağmen kendilerini milliyetçi sayan insanların MHP’ye yönelik saptırılmış empatileridir.

Saptırılmış empati, insanın benzeşmek için  kendini zorunlu hissettiği insanlarla empati geliştirme çabasıdır.

Ayrılığın açık seçik anlaşıldığı hallerde geliştirilen empatide “ayrılık” daima nazarda tutulur ve sınırlarını gözetme konusunda daima bilinçli davranılır.

Oysa saptırılmış empatide benzeşme bulmak, benzeşmenin  neredeyse mutlak olduğuna dair bir ”inanç” beslenir. Bu inanç din benzeri bir mekanizmayla ayrılıkların, aykırılıkların görmezden gelinmesine yol açar böylece bilincimizi “saptırır”. Saptırılmış bir bilinçle geliştirilen empatide en büyük yanılgı, karşı tarafın da aynı empatiyi besleyeceğine dair geliştirilen yanlış inançtır.

Bugün kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan, lâik, akılcı, medeniyetçi pek çok insanın en büyük açmazı, medeniyetlerinin gereği olarak “partileri” diye benimsedikleri MHP tabanında ve yönetiminde, kendilerine yönelik bir empati beslenmemesidir. Bunun sebebi basittir.

MHP “empati” geliştirebilecek bir tabana ve yönetime sahip olmadığı gibi artık “milliyetçi” bile değildir. Bütün yönelimleri, söylemleri ve bakışlarıyla MHP dünyayı bir Arap gibi algılamayı seçmiş,  kanserleşmiş bir yapıdır.

Bu yüzden MHP ile milliyetçiliğin mukadderatı üzerinde  tartışmak hele de çözümler konusunda belli bir mutabakata varmak mümkün değildir.

Çünkü MHP dinciliği bir politik metot olarak benimsedikten sonra artık akılcı tartışma ve akla dayanan bilinçli bir empati geliştirme kabiliyetlerini kaybetmiştir.

Bu açıdan  sağdan veya soldan, kendisini milliyetçi olarak tanımlamaktan korkmayan insanlara MHP’nin vereceği hiçbir şey yoktur.

Bu anlaşılabilirse MHP’nin, milliyetçilerin “saptırılmış empatisini” sömürmesi engellenebilir.  İş Türk Milleti’nin varoluşu olduğunda,  vatanın ve milletin istikbali, köylü veya kenar mahalle ahalisinin “kaynak dağıtma”  kavgası olmaktan ileri gitmeyen bir dinci/mutaassıp politika yapma  şekline  ve politik merkezine emanet edilemez.

Türkiye’de milliyetçilik artık kendisiyle  empatiyi hak eden, HEPAR gibi ciddi ve bilinçli politik merkezler bulmak  zorundadır.


Hiç yorum yok: