5 Aralık 2014 Cuma

Safsatayı Safsatayla Çözmek Ya Da Kürt Sorunu


“Kürt sorunu” denen yapay sorunda  iki şey, sürekli birlikte telâffuz ediliyor ve bir “çözümmüş” gibi sunuluyor.

“Azınlık” ve “federasyon” terimleri,  Kürt etnik ırkçılığının sığındığı iki terim olarak bizi epey meşgul etti, meşgul etmeye de devam ediyor.

Bu iki terimden “azınlık”, daha ziyade  etnikçiliği sömüren batılı devletlerin, soruna bakışına temel teşkil ediyor. Oryantalistler,  tasarımlamak istedikleri ülkelerin  toplumlarını demografik olarak tanımlayıp  sayıca az  olan herkesi “azınlık” olarak nitelemeyi,  politikaları için en kolay yol olarak görüyorlar.

Bu bakış geçersiz. Çünkü bir toplum içindeki her “topluluk” azınlık sayılamaz. Bu ne demek?

Bu  nüfus azlıklarının toplumla ilişkisine bakmak demek.  Bir azlık grubu çoğunlukla “uzlaşmaz derecede” farklılık taşıyorsa ona kültürel olarak bir  “azınlık” diyebiliriz. Ama iş burada bitmez. Azınlık, “ Bir başka egemen ulusun millî bakiyesi” olarak yaşayan ve hakları uluslararası anlaşmalarla tanınmış azlık grubudur.

Azınlıkların kültürel varlığı egemen ulusun koruması altındadır.  Bu da toplumun genelinden kültürel  farklılığın sergilenmesi anlamına gelir.

Buna göre Kürt topluluğu Türk toplumunun neresindedir? Kürt toplumuna bir “azınlık” demek mümkün müdür?

Kürt topluluğu kültürel olarak Türk toplumundan “uzlaşmaz derecede farklı” mıdır?

Son iki sorunun cevabı “Hayır”dır. Kürtler, Türk toplumu içinde azınlık değildir. Çünkü en başta “din”  müştereği, Kürt topluluğunun Lozan’a göre  ve toplumsal kabuller açısından “azınlık” sayılmasına manidir.  İkinci olarak  Kürt ve Türk toplumsal yapıları arasında uzlaşmaz farklılıklar olmadığını, bu iki yapının sürekli dönüşümünden anlayabiliriz. Türkiye’de bahsedilen abartılmış Kürt nüfusunun büyük bölümü “Kürtleşmiş” Türklerden oluşmaktadır ki “Kürtleşmek” demek “dönüşebilmek imkânını” içinde barındırmak demektir. Bunun yanında Türkçe’nin Kürtler arasında yaygın kullanımı Kürt topluluğunun “azınlık” sayılabilecek kadar ayrışmasını engellenmiştir. O halde Kürtleri nasıl tanımlamamız gerekir?
Kürtler, Suriye, Irak ve İran’da Arap ve Fars uluslarından kesin çizgilerle ayrılmış olan, o ülkelerin “azlık” gruplarıdır.

Oysa Türkiye’de Kürtler , “Türk uluslaşmasının, geç dönemlerinin toplumsal unsurlarıdır”. Bu tanımın dayanağı, Kürtlerin, Türk toplumunda, diğer Ortadoğu toplumlarında benimsenmedikleri kadar benimsenmeleri ve “ toplumsal bütünün ayrılmaz bir parçası” olarak kabul edilmesidir.

Bu durum, Kürtlerin, herhangi bir ayırıcı alâmet  taşımadan ulusal egemenliğin doğrudan sahibi sayılmaları yani “Türk sayılmaları” anlamına gelir. Kürtler için bu durum  yalnızca Türk Ulusu’na  has bir kabullenmedir. Bu kabullenme, Türk uluslaşmasının kendine has psikolojisinin teşkil eder.(Bugün Kürtçüler bu psikolojinin insaniliğini zedelemeye çalışarak ciddi ve gerçek bir nefret suçu işlemektedir).

Sorunun federasyon  yönü de  ancak kendine özgü çözümlerine bakılarak anlaşılabilir.

Federasyon oluşumunda, toplumsal farklılaşmadan ziyade   siyasi ilişkilerin tarihi rol oynuyor gibi görünmektedir.

Avrupa’da federasyonlar büyük ölçüde tarihi derebeylik egemenlik bölgelerine göre  oluşmuştur. Derebeyliklerin, erken dönemde uluslaşmanın siyasi oluşumunda eritildiği yerlerde federasyonun  siyasi dayanağı kalmamıştır.

SSCB’de de da tarihsel egemenlik bölgelerine göre bir federasyon oluşturulmuştu. Bugün Rusya Federasyonu’nda Ruslaştırılamayan, tarihi olarak da yaşadıkları bölgelerde egemen olmuş Türk topluluklarıyla siyasal ilişki federasyon temelinde kurulmuştur.

Türkiye’de veya Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde tarihin herhangi bir döneminde tüm Kürtleri bir arada yaşatmış  bir Kürt egemenliğinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla  tanımlanabilir bir Kürt bölgesi sınırı çizmek de mümkün değildir.

Türkiye’de Kürtlerin tarihi olarak egemen oldukları bir bölge olmadığı gibi onların, toplumun geri kalanından ayrı yaşadığı bir bölge de yoktur. Onlar ne ulusal egemenlikten dışlanarak bir bölgede yaşamaya zorlanmıştır ne de seyahat özgürlüğünü denetleyebilecekleri bir egemenlik bölgesine sahip olmuşlardır.

Toplumdan dışlanmadıkları, Türk uluslaşmasına dahil edildikleri için ayrıca  bedeli kanla ödenmiş bir egemenlik bölgesine de sahip olmadıklarından dolayı Kürtler için meşru bir federasyon talebi söz konusu olamaz.

Dolayısıyla “Kürt sorunu” denen yapay sorun gerek toplumsal gerekse siyasal açıdan safsata ve safsatalarla çözülmeye çalışılıyor.



5 yorum:

Peride dedi ki...

Elinize ve aklınıza sağlık Afşar Bey bir kaç gündür blog ziyaretim yoktu en son yazıdan başladım okumaya. Tespitler nefis ama tut anlayını getir bana, ya da saçlarından tut getir demem lazım... Meraklısına bir de Halaçoğlu'nun şu link ini verelim

http://www.guncelmeydan.com/pano/mhp-grup-baskan-vekili-tarihci-yusuf-halacoglu-ndan-kurdistan-gercegi-necdet-pekmezci-t36434.html

Bu arada sizden bir de Alatlı yazısı beklediğimi söylemek isterim. Sevgi ve saygılar.

Afşar Çelik dedi ki...

Vallahi biz anlatalım da artık kim alabilirse... Yazıyı beğendiğinize sevindim sayın yazarımız. Biz de hasretle yeni yazılarınızı bekliyoruz.

Alatlı yazısı gelecek! Kalp kalbe karşıymış. Aslında siz de bir tane yazsanız ne güzel olurdu.

Sizden bir istirhamım olacak. Eşe dosta bloga yorum bırakmasını rica eder misiniz?

Çok teşekkürler.

selcen dedi ki...

Evet,ben de Alatlı yazısı bekliyorum hele de şu lafı ettikten sonra
" .... Yasaların tanıdığı haklardan, insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız” Alev Alatlı"
Lafa bak lafa .Bu ne şimdi?

Afşar Çelik dedi ki...

Hâlâ olayın ayrıntılarını bilmiyorum. Öğrenince bir yazı yazacağım.

Bilgilendirirseniz sevinirim.

ayarsız dedi ki...

Elinize sağlık.