“Kürt sorunu” denen yapay sorunda
iki şey, sürekli birlikte telâffuz
ediliyor ve bir “çözümmüş” gibi sunuluyor.
“Azınlık” ve “federasyon”
terimleri, Kürt etnik ırkçılığının
sığındığı iki terim olarak bizi epey meşgul etti, meşgul etmeye de devam
ediyor.
Bu iki terimden “azınlık”, daha
ziyade etnikçiliği sömüren batılı
devletlerin, soruna bakışına temel teşkil ediyor. Oryantalistler, tasarımlamak istedikleri ülkelerin toplumlarını demografik olarak
tanımlayıp sayıca az olan herkesi “azınlık” olarak nitelemeyi, politikaları için en kolay yol olarak
görüyorlar.
Bu bakış geçersiz. Çünkü bir
toplum içindeki her “topluluk” azınlık sayılamaz. Bu ne demek?
Bu nüfus azlıklarının toplumla ilişkisine bakmak
demek. Bir azlık grubu çoğunlukla “uzlaşmaz
derecede” farklılık taşıyorsa ona kültürel olarak bir “azınlık” diyebiliriz. Ama iş burada bitmez. Azınlık,
“ Bir başka egemen ulusun millî bakiyesi” olarak yaşayan ve hakları
uluslararası anlaşmalarla tanınmış azlık grubudur.
Azınlıkların kültürel varlığı
egemen ulusun koruması altındadır. Bu da
toplumun genelinden kültürel farklılığın
sergilenmesi anlamına gelir.
Buna göre Kürt topluluğu Türk
toplumunun neresindedir? Kürt toplumuna bir “azınlık” demek mümkün müdür?
Kürt topluluğu kültürel olarak
Türk toplumundan “uzlaşmaz derecede farklı” mıdır?
Son iki sorunun cevabı “Hayır”dır.
Kürtler, Türk toplumu içinde azınlık değildir. Çünkü en başta “din” müştereği, Kürt topluluğunun Lozan’a
göre ve toplumsal kabuller açısından “azınlık”
sayılmasına manidir. İkinci olarak Kürt ve Türk toplumsal yapıları arasında
uzlaşmaz farklılıklar olmadığını, bu iki yapının sürekli dönüşümünden
anlayabiliriz. Türkiye’de bahsedilen abartılmış Kürt nüfusunun büyük bölümü “Kürtleşmiş”
Türklerden oluşmaktadır ki “Kürtleşmek” demek “dönüşebilmek imkânını” içinde
barındırmak demektir. Bunun yanında Türkçe’nin Kürtler arasında yaygın
kullanımı Kürt topluluğunun “azınlık” sayılabilecek kadar ayrışmasını
engellenmiştir. O halde Kürtleri nasıl tanımlamamız gerekir?
Kürtler, Suriye, Irak ve İran’da
Arap ve Fars uluslarından kesin çizgilerle ayrılmış olan, o ülkelerin “azlık”
gruplarıdır.
Oysa Türkiye’de Kürtler , “Türk
uluslaşmasının, geç dönemlerinin toplumsal unsurlarıdır”. Bu tanımın dayanağı,
Kürtlerin, Türk toplumunda, diğer Ortadoğu toplumlarında benimsenmedikleri
kadar benimsenmeleri ve “ toplumsal bütünün ayrılmaz bir parçası” olarak kabul
edilmesidir.
Bu durum, Kürtlerin, herhangi bir
ayırıcı alâmet taşımadan ulusal
egemenliğin doğrudan sahibi sayılmaları yani “Türk sayılmaları” anlamına gelir.
Kürtler için bu durum yalnızca Türk
Ulusu’na has bir kabullenmedir. Bu
kabullenme, Türk uluslaşmasının kendine has psikolojisinin teşkil eder.(Bugün Kürtçüler
bu psikolojinin insaniliğini zedelemeye çalışarak ciddi ve gerçek bir nefret
suçu işlemektedir).
Sorunun federasyon yönü de
ancak kendine özgü çözümlerine bakılarak anlaşılabilir.
Federasyon oluşumunda, toplumsal
farklılaşmadan ziyade siyasi
ilişkilerin tarihi rol oynuyor gibi görünmektedir.
Avrupa’da federasyonlar büyük
ölçüde tarihi derebeylik egemenlik bölgelerine göre oluşmuştur. Derebeyliklerin, erken dönemde
uluslaşmanın siyasi oluşumunda eritildiği yerlerde federasyonun siyasi dayanağı kalmamıştır.
SSCB’de de da tarihsel egemenlik
bölgelerine göre bir federasyon oluşturulmuştu. Bugün Rusya Federasyonu’nda
Ruslaştırılamayan, tarihi olarak da yaşadıkları bölgelerde egemen olmuş Türk
topluluklarıyla siyasal ilişki federasyon temelinde kurulmuştur.
Türkiye’de veya Ortadoğu’nun
herhangi bir yerinde tarihin herhangi bir döneminde tüm Kürtleri bir arada
yaşatmış bir Kürt egemenliğinden
bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla tanımlanabilir bir Kürt bölgesi sınırı çizmek
de mümkün değildir.
Türkiye’de Kürtlerin tarihi
olarak egemen oldukları bir bölge olmadığı gibi onların, toplumun geri
kalanından ayrı yaşadığı bir bölge de yoktur. Onlar ne ulusal egemenlikten
dışlanarak bir bölgede yaşamaya zorlanmıştır ne de seyahat özgürlüğünü
denetleyebilecekleri bir egemenlik bölgesine sahip olmuşlardır.
Toplumdan dışlanmadıkları, Türk
uluslaşmasına dahil edildikleri için ayrıca
bedeli kanla ödenmiş bir egemenlik bölgesine de sahip olmadıklarından
dolayı Kürtler için meşru bir federasyon talebi söz konusu olamaz.
Dolayısıyla “Kürt sorunu” denen
yapay sorun gerek toplumsal gerekse siyasal açıdan safsata ve safsatalarla
çözülmeye çalışılıyor.
5 yorum:
Elinize ve aklınıza sağlık Afşar Bey bir kaç gündür blog ziyaretim yoktu en son yazıdan başladım okumaya. Tespitler nefis ama tut anlayını getir bana, ya da saçlarından tut getir demem lazım... Meraklısına bir de Halaçoğlu'nun şu link ini verelim
http://www.guncelmeydan.com/pano/mhp-grup-baskan-vekili-tarihci-yusuf-halacoglu-ndan-kurdistan-gercegi-necdet-pekmezci-t36434.html
Bu arada sizden bir de Alatlı yazısı beklediğimi söylemek isterim. Sevgi ve saygılar.
Vallahi biz anlatalım da artık kim alabilirse... Yazıyı beğendiğinize sevindim sayın yazarımız. Biz de hasretle yeni yazılarınızı bekliyoruz.
Alatlı yazısı gelecek! Kalp kalbe karşıymış. Aslında siz de bir tane yazsanız ne güzel olurdu.
Sizden bir istirhamım olacak. Eşe dosta bloga yorum bırakmasını rica eder misiniz?
Çok teşekkürler.
Evet,ben de Alatlı yazısı bekliyorum hele de şu lafı ettikten sonra
" .... Yasaların tanıdığı haklardan, insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız” Alev Alatlı"
Lafa bak lafa .Bu ne şimdi?
Hâlâ olayın ayrıntılarını bilmiyorum. Öğrenince bir yazı yazacağım.
Bilgilendirirseniz sevinirim.
Elinize sağlık.
Yorum Gönder