Türban Üzerinden Şer’i Giyim
Tarzına Bir Reddiye
“Türban” ya da “baş örtüsü” adına
ne derseniz deyin bir giyim tarzı, günümüzde
Türk toplumunu ciddi anlamda ayrıştıran
bir simge olarak karşımızda.
Türbanın en büyük gerekçesi “inandığı
gibi yaşamak” olarak gösteriliyor. Peki türbanlı kadınlar neye inanıyor?
Anlayabildiğimiz kadarıyla “Başörtüsünün, Allah’ın emri” olduğuna. Buna nasıl
inanıyorlar? Sadece Nur Suresi 31. Ayetteki “başörtülerinizi” diye çevrilen
kelimeden dolayı…
Bu inancın mantığı da
tartışılmalı. Sorun şu: Bir inanç nasıl oluyor da toplumu bu derecede ikiye
bölebiliyor?
Eğer dinî inancı açısından karışık bir toplumda
yaşasaydık belki kendilerine “Müslüman” diyenler toplumun geri kalanından ayrılabilmek için bu
tip bir gerekçeye sığınabilirlerdi.
Oysa bu ayrışma tam da kahir
ekseriyeti Müslüman olan bir toplumda meydana geliyor. Ve işin kötüsü türban,
kendilerine “Müslüman” derken toplumun geri kalanını zımnen kâfir olarak
görenlerin simgesi haline geliyor.
Türbanın Allah’ın emri olduğuna,
türban takanlar gerçekten ilgili sureyi ve ayeti okuyarak mı inanıyorlar yoksa
herkesin inandığı gibi inanmayı kolay buldukları için mi buna inanıyorlar? Bu
her bir vicdan sahibi türbanlı kadının kendi vicdanına sorması gereken bir
soru.
Yalnız cevap ne olursa olsun,
türban sözde inancının toplumda meydana getirdiği çatlağın, gerilim ve
soğukluğun, türbanlı kadınları ,böyle bir inancın doğruluğuyla veya
haklılığıyla ilgili olarak, düşünmeye yöneltmesini de gene vicdanen bekliyorum.
Gelelim durmadan tekrarlanan “
dinin günlük hayatta görünür kılınması” savunmasına.
Dinin günlük hayatta görünür
kılınmasına dair bildiğimiz hiçbir “emir” yok.
“Edille-i şeriye” denen “dinin/şeriatın
DELİLLERİ/KANITLARI” ancak ve yalnız
herhangi bir kişinin Müslüman kimliğinin anlaşılması için kabul edilen asgari deliller
veya işaretlerden ibarettir. Bunlar, Müslümanların kendi din kardeşlerini
tanımalarında kullanılacak asgari müştereklerdir.
Buna mukabil bunlar, ibraz
edilmek veya gösterilmek mecburiyetinde olmayan işaretlerdir. Bir delil ancak
bir uzlaşmazlıkta gerçeğin anlaşılmasında ortaya konan bir gerçek parçasıdır.
Asla sürekli ibraz edilmesi gereken ayırıcı bir
işaret veya gösterici değildir!
Kadına da erkeğe de eşit olarak
gelmiş olan din, asla bir cins için farklı bir ahlâk anlayışı vs va’z etmemiştir. Okumak , öldürmemek, zina etmemek, yalan
söylememek, çalmamak gibi emirler ve yasaklar asla cinsiyet farkı gözetilmeden duyurulmuştur.
Dolayısıyla bir Müslüman’ın kadın
olsun erek olsun nasıl görünmesi gerektiğine dair herhangi bir ayırıcı emir de
yoktur.
Bu anlayış tamamen Tevrat’tan
kaynaklanan, Tevrat özentisi bir yorumlama tutkusunun, Talmudî İslâm’ın
anlayışıdır. Nedir Talmudî islam? Talmudî İslam, Yaşar Nuri’nin “İsrailiyat”
olarak sınıfladığı, tefsiri, yorumu, hadisi,
ruhban aklının eserlerini, dinin özünün, dinin kitabının önüne koymak ve
bu hurafe kalabalığına da “din” diyerek bununla övünmek hastalığıdır.
Dinin esasının Arap yaşayışında
olduğunu sanarak dinden bunu anlayanların, Kur’an’ı tercümelerindeki mantığı anlamak kolaydır. “Hikmet”i
esas aldıklarını düşünerek tercümeyi, Arap yaşantısının, Arap örfünün Türkçeye
aktarılması olarak görmüşler. Böylece
aslına bize antik Yahudi sofuluğunu,
kuzenleri olan Araplar üzerinden tercüme ederek bizi “Türkçe konuşan Araplar”
yaparak Müslüman edebileceklerini düşünmüşler.
İslâm’ın sürekli batıl inançları
reddettiği ve hak olanı getirdiği söylenir. Ama nedense “İslâm adına
konuşanların” yeni batıl inançlar üretip üretmediği hiç sorgulanmaz. Türban,
zayıf bir yorumun tek bir kelimesinin , doğrudan “iman” dairesine sokulmasıyla büyütülmüş çok tehlikeli bir fitnedir.
“Amel imandan” bir cüz değildir
fıkıh ilkesi gereğince namaz kılmayanın imanının, kullarca sorgulanamayacağını söyleyenler,
türbanı “imanın” gereği haline getirmişlerdir.
İslâm’da imanın şartları bellidir
ve bunların hiç biri gösterilecek, ifade edilecek, diğer insanlarla kıyaslanacak ve hele fitne
sebebi olabilecek şeyler değildir.
İslâm’da iman, kişinin vicdanına
bırakılmışken nasıl olur da herhangi bir
“tavsiye”, imanın ölçüsü haline getirilebilir? Veya bir Müslüman’ın imanını
sorgulamak hele bunu göstermeye onu mecbur etmek kimin haddinedir?
Müslüman, dini belli etmek, göstermek
mecburiyetinde değildir! Bundan dolayıdır ki Yahudilerinkine benzer bir giyim
tarzı İslâm’da emredilmemiştir. Ama başta “din adamı” denen din profesyonelleri
sözde daha gelişmiş bir din haline getirmek için İslâm’ı, Yahudilikteki gibi
ayrıntıya boğmak tutkusuna kapılmışlar. Türban işte bu sözde iyi niyetli işgüzarlığın
din sömürücülerinin elindeki oyuncağından başka bir şey değil.
Hiçbir türbanlı kadın, maalesef
kendisine, açıldığı takdirde taciz görüp görmeyeceğini, içinde yaşadığı akılcı sayılabilecek
toplumda, artık namusun, bir örtüyle ölçülüp ölçülmediğini sormuyor. Pek çok
türbanlı veya örtülü kadınToplumun geri kalanında herhangi bir tedirginlik
yaratıp yaratmadığını, bir fitneye sebebiyet verip vermediğini düşünmeden, sadece
körce bir inancı uygulamak hürriyetine sığınarak yaşamak istiyor.
Bilgi bilimsel olarak
yanlışlığıyla ayrıca doğurduğu çok ciddi
ve kötü sonuçlar açısından ahlâkîliği ve meşruluğu son derece tartışmalı
olan türban ve diğer “şer’i” örtünme
biçimlerinin, inanç ve ifade hürriyeti olarak kabul edilemeyeceği, artık
ortada.
Bütün bilimsel, akılcı ve objektif akıl yürütmelere
sadece inancın dokunulmazlığını istismar
ederek karşı çıkmak dışında, hiçbir gerekçesi olmayan şeri örtünme biçimleri,
belki gayri Müslüm toplumlarda sıkı bir denetimle serbest kalabiliyor ama bu
biçimlerin Müslüman toplumlardaki etkisi sadece fitne ve öfke ile beliren bir
ayrışma yani “fesat” oluyor.
Şer’i örtünme biçimleri, iyi
niyetli istisnaların masumiyetini sömürmek dışında bir yöntem bilmiyor. Bu yüzdendir
ki çoğunluğu Müslüman olan vatandaşların
tek çağdaş ve akılcı bir hukuk
devletinde , Türkiye Cumhuriyeti’nde şer’i
giyim şekillerinin her türlüsünün yasaklanması, millî egemenliğin ve
ulusal bütünlüğün korunması açısından elzem görünüyor.
4 yorum:
Afşar Abi ellerine sağlık, dikkatle okunmasi, incelenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı.
Benim daha önce aklıma gelmeyen bir soru: " dini inancım ve inandığım gerekler, milletime bu kadar zarar veriyor olsaydı, yaptığım şeyi bu denli inatla sürdürür müydüm?" Ki bu sorunun cevabı tamamen hayatı anlamlandırma şekline bağlı. Eğer kisi sadece iyi bir kul olup cennete gitmek icin yaşıyorsa vatan millet umrunda olmaz. Ama daha akılcı ve ilerici bir yaşam felsefesi varsa, belirli değerleri ve vazgeçilmezleri varsa o zaman o değerler adına artik adına din mi deriz, başka bir inanç şekli mi deriz ne dersek, ondan gözünü kırpmadan vazgeçebilir.
Aynen belirttiğin gibi vicdani sorgulama çok büyük önem kazaniyor burada. Ki onun için ortada bir takım değerler olmalı.. Olay çıkmaza giriyor.
Yaşa var ol Yelizciğim.
Yazıları bu kadar düşünerek okuduğun için bilsen ne kadar mutluyum! Aklına, gönlüne sağlık!
"Değer" noktasındaki dikkatin çok çok önemli, Yelizciğim özellikle kutluyorum.
Neden bir "değerler" kümesine sahip oluruz? Bu öncelikle kendiliğinden meydana gelir ( Hatırla Hayek)
Daha sonra bir arada yaşayabildiğimiz, ihtiyaçlarımızı gidermek için çalışan, dillerini paylaştığımız ve sokaklarda rahatlıkla beraber olabildiğimiz insanlarla nasıl bunu başarabildiğimizi düşünerek değerler kümesi daha bir tanınabilir hale gelir.
Ama dediğin gibi akılcı ve ilerici bir yaşam felsefesi olmayan ilkel insanlar hayatlarının maliyetini düşünemezler. Ayakkabı almak ister ama ayakkabıcının kendi başına yaşamasının önemini anlamak istemez mesela.
Ve ancak gelişmiş insanın değerleri gerçek bir vicdan meydana getirebilir. Bak aslında bu da incelenmeye değer bir konu. Vicdan ve değerler ilişkisi...
Yazı konusunda kafa yorduğun ve hele yorumunu eksik etmediğin için çok teşekkürler! Sağ ol, var ol!
Efendim, gayet düşündürücü bir yazı...
Önce bir tespit yapmak istiyorum ; Sünni mezhepleri dört olarak biliyoruz ülkemizin şehirleri ve batısı Hanefi , doğusu genellikle Şafi. Alevi vatandaşların tespitimle bir ilgisi olmadığı için onları hiç karıştırmıyorum.
Şafi mezhebinin inancı Eşari yani nakli baz alıyor. Arap dünyasının büyük bölümü de bu inançta. Hanefiler ise Maturidi inancında, akıl ve nakli baz alıyorlar. Yani nakli akılla analiz edip ölçüyor ve uygun biçimde amel ediyorlar. Bu şu demek ; Arap Dünyasının aklı kullanma olasılığı yok çünkü inancı sarsılır. Peki son yıllarda bizdeki değişim nedir derseniz ? Doğu Anadolu da kökleri olan bir takım tariki akımların Hanefi İslam içinde kök salması demeliyim.
Buradan da Hanefilerin farkında olmadan inanç sistemlerinden aklı kaldırdıklarını söylemek mümkün. Eğer akılla bakılabilse resmin tamamı anlaşılabilse İslam'da kadının kıyafet ve duruşunda, beklenenin '' sakınmak '' olduğu anlaşılabilir.
Bu tespite yakın bir şeyi, sanırım en son Bahriye Üçok yapmıştı.
Nefis yorum. Bir noktada akıl danışmak istiyorum.
Maturidilik itikadi bir mezheptir.
Acaba sorun eşarilik ve maturidilik arasında mıdır yoksa eşarilik ve mutezile arasında mıdır?
Hilafetin gelişiyle Türk devletindeki "felsefi" değişim bence de sizin bahsettiğiniz şeyin ta kendisidir.
Aklınıza, elinize sağlık.
Yorum Gönder