19 Aralık 2014 Cuma

Türban Bugün Giyim Ya Yarın?




Türban Üzerinden Şer’i Giyim Tarzına Bir Reddiye

“Türban” ya da “baş örtüsü” adına ne derseniz deyin bir giyim tarzı,  günümüzde  Türk toplumunu ciddi anlamda ayrıştıran  bir simge olarak karşımızda.

Türbanın en büyük gerekçesi “inandığı gibi yaşamak” olarak gösteriliyor. Peki türbanlı kadınlar neye inanıyor? Anlayabildiğimiz kadarıyla “Başörtüsünün, Allah’ın emri” olduğuna. Buna nasıl inanıyorlar? Sadece Nur Suresi 31. Ayetteki “başörtülerinizi” diye çevrilen kelimeden dolayı…

Bu inancın mantığı da tartışılmalı. Sorun şu: Bir inanç nasıl oluyor da toplumu bu derecede ikiye bölebiliyor?

Eğer  dinî inancı açısından karışık bir toplumda yaşasaydık belki kendilerine “Müslüman” diyenler  toplumun geri kalanından ayrılabilmek için bu tip bir gerekçeye sığınabilirlerdi.

Oysa bu ayrışma tam da kahir ekseriyeti Müslüman olan bir toplumda meydana geliyor. Ve işin kötüsü türban, kendilerine “Müslüman” derken toplumun geri kalanını zımnen kâfir olarak görenlerin simgesi haline geliyor.

Türbanın Allah’ın emri olduğuna, türban takanlar gerçekten ilgili sureyi ve ayeti okuyarak mı inanıyorlar yoksa herkesin inandığı gibi inanmayı kolay buldukları için mi buna inanıyorlar? Bu her bir vicdan sahibi türbanlı kadının kendi vicdanına sorması gereken bir soru.

Yalnız cevap ne olursa olsun, türban sözde inancının toplumda meydana getirdiği çatlağın, gerilim ve soğukluğun, türbanlı kadınları ,böyle bir inancın doğruluğuyla veya haklılığıyla ilgili olarak, düşünmeye yöneltmesini de gene vicdanen bekliyorum.

Gelelim durmadan tekrarlanan “ dinin günlük hayatta görünür kılınması” savunmasına.

Dinin günlük hayatta görünür kılınmasına dair bildiğimiz hiçbir “emir” yok.

“Edille-i şeriye” denen “dinin/şeriatın DELİLLERİ/KANITLARI”  ancak ve yalnız herhangi bir kişinin Müslüman kimliğinin anlaşılması için kabul edilen asgari deliller veya işaretlerden ibarettir. Bunlar, Müslümanların kendi din kardeşlerini tanımalarında kullanılacak asgari müştereklerdir.

Buna mukabil bunlar, ibraz edilmek veya gösterilmek mecburiyetinde olmayan işaretlerdir. Bir delil ancak bir uzlaşmazlıkta gerçeğin anlaşılmasında ortaya konan bir gerçek parçasıdır. Asla sürekli ibraz edilmesi gereken ayırıcı bir  işaret veya gösterici değildir!

Kadına da erkeğe de eşit olarak gelmiş olan din, asla bir cins için farklı bir ahlâk anlayışı vs  va’z etmemiştir.  Okumak , öldürmemek, zina etmemek, yalan söylememek, çalmamak gibi emirler ve yasaklar asla  cinsiyet farkı gözetilmeden duyurulmuştur.

Dolayısıyla bir Müslüman’ın kadın olsun erek olsun nasıl görünmesi gerektiğine dair herhangi bir ayırıcı emir de yoktur.

Bu anlayış tamamen Tevrat’tan kaynaklanan, Tevrat özentisi bir yorumlama tutkusunun, Talmudî İslâm’ın anlayışıdır. Nedir Talmudî islam? Talmudî İslam, Yaşar Nuri’nin “İsrailiyat” olarak sınıfladığı, tefsiri, yorumu, hadisi,  ruhban aklının eserlerini, dinin özünün, dinin kitabının önüne koymak ve bu hurafe kalabalığına da “din” diyerek bununla övünmek hastalığıdır.

Dinin esasının Arap yaşayışında olduğunu sanarak dinden bunu anlayanların, Kur’an’ı  tercümelerindeki mantığı anlamak kolaydır. “Hikmet”i esas aldıklarını düşünerek tercümeyi, Arap yaşantısının, Arap örfünün Türkçeye aktarılması olarak görmüşler.  Böylece aslına bize antik  Yahudi sofuluğunu, kuzenleri olan Araplar üzerinden tercüme ederek bizi “Türkçe konuşan Araplar” yaparak Müslüman edebileceklerini düşünmüşler.

İslâm’ın sürekli batıl inançları reddettiği ve hak olanı getirdiği söylenir. Ama nedense “İslâm adına konuşanların” yeni batıl inançlar üretip üretmediği hiç sorgulanmaz. Türban, zayıf bir yorumun tek bir kelimesinin , doğrudan “iman” dairesine sokulmasıyla  büyütülmüş çok tehlikeli bir fitnedir.

“Amel imandan” bir cüz değildir fıkıh ilkesi gereğince namaz kılmayanın imanının,  kullarca sorgulanamayacağını söyleyenler, türbanı “imanın” gereği haline getirmişlerdir.

İslâm’da imanın şartları bellidir ve bunların hiç biri gösterilecek, ifade edilecek,  diğer insanlarla kıyaslanacak ve hele fitne sebebi olabilecek şeyler değildir.

İslâm’da iman, kişinin vicdanına bırakılmışken nasıl olur da  herhangi bir “tavsiye”, imanın ölçüsü haline getirilebilir? Veya bir Müslüman’ın imanını sorgulamak hele bunu göstermeye onu mecbur etmek kimin haddinedir?

 Müslüman, dini belli etmek, göstermek mecburiyetinde değildir! Bundan dolayıdır ki Yahudilerinkine benzer bir giyim tarzı İslâm’da emredilmemiştir. Ama başta “din adamı” denen din profesyonelleri sözde daha gelişmiş bir din haline getirmek için İslâm’ı, Yahudilikteki gibi ayrıntıya boğmak tutkusuna kapılmışlar. Türban işte bu sözde iyi niyetli işgüzarlığın din sömürücülerinin elindeki oyuncağından başka bir şey değil.

Hiçbir türbanlı kadın, maalesef kendisine, açıldığı takdirde taciz görüp görmeyeceğini, içinde yaşadığı akılcı sayılabilecek toplumda, artık namusun, bir örtüyle ölçülüp ölçülmediğini sormuyor. Pek çok türbanlı veya örtülü kadınToplumun geri kalanında herhangi bir tedirginlik yaratıp yaratmadığını, bir fitneye sebebiyet verip vermediğini düşünmeden, sadece körce bir inancı uygulamak hürriyetine sığınarak yaşamak istiyor.

Bilgi bilimsel olarak yanlışlığıyla ayrıca doğurduğu  çok ciddi ve kötü sonuçlar açısından ahlâkîliği ve meşruluğu son derece tartışmalı olan  türban ve diğer “şer’i” örtünme biçimlerinin, inanç ve ifade hürriyeti olarak kabul edilemeyeceği, artık ortada.

Bütün  bilimsel, akılcı ve objektif akıl yürütmelere sadece inancın dokunulmazlığını  istismar ederek karşı çıkmak dışında, hiçbir gerekçesi olmayan şeri örtünme biçimleri, belki gayri Müslüm toplumlarda sıkı bir denetimle serbest kalabiliyor ama bu biçimlerin Müslüman toplumlardaki etkisi sadece fitne ve öfke ile beliren bir ayrışma yani “fesat” oluyor.


Şer’i örtünme biçimleri, iyi niyetli istisnaların masumiyetini sömürmek dışında bir yöntem bilmiyor. Bu yüzdendir ki çoğunluğu Müslüman olan vatandaşların  tek  çağdaş ve akılcı bir hukuk devletinde , Türkiye Cumhuriyeti’nde şer’i  giyim şekillerinin her türlüsünün yasaklanması, millî egemenliğin ve ulusal bütünlüğün korunması açısından elzem görünüyor.

4 yorum:

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Afşar Abi ellerine sağlık, dikkatle okunmasi, incelenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı.

Benim daha önce aklıma gelmeyen bir soru: " dini inancım ve inandığım gerekler, milletime bu kadar zarar veriyor olsaydı, yaptığım şeyi bu denli inatla sürdürür müydüm?" Ki bu sorunun cevabı tamamen hayatı anlamlandırma şekline bağlı. Eğer kisi sadece iyi bir kul olup cennete gitmek icin yaşıyorsa vatan millet umrunda olmaz. Ama daha akılcı ve ilerici bir yaşam felsefesi varsa, belirli değerleri ve vazgeçilmezleri varsa o zaman o değerler adına artik adına din mi deriz, başka bir inanç şekli mi deriz ne dersek, ondan gözünü kırpmadan vazgeçebilir.

Aynen belirttiğin gibi vicdani sorgulama çok büyük önem kazaniyor burada. Ki onun için ortada bir takım değerler olmalı.. Olay çıkmaza giriyor.

Afşar Çelik dedi ki...

Yaşa var ol Yelizciğim.

Yazıları bu kadar düşünerek okuduğun için bilsen ne kadar mutluyum! Aklına, gönlüne sağlık!

"Değer" noktasındaki dikkatin çok çok önemli, Yelizciğim özellikle kutluyorum.

Neden bir "değerler" kümesine sahip oluruz? Bu öncelikle kendiliğinden meydana gelir ( Hatırla Hayek)

Daha sonra bir arada yaşayabildiğimiz, ihtiyaçlarımızı gidermek için çalışan, dillerini paylaştığımız ve sokaklarda rahatlıkla beraber olabildiğimiz insanlarla nasıl bunu başarabildiğimizi düşünerek değerler kümesi daha bir tanınabilir hale gelir.

Ama dediğin gibi akılcı ve ilerici bir yaşam felsefesi olmayan ilkel insanlar hayatlarının maliyetini düşünemezler. Ayakkabı almak ister ama ayakkabıcının kendi başına yaşamasının önemini anlamak istemez mesela.

Ve ancak gelişmiş insanın değerleri gerçek bir vicdan meydana getirebilir. Bak aslında bu da incelenmeye değer bir konu. Vicdan ve değerler ilişkisi...

Yazı konusunda kafa yorduğun ve hele yorumunu eksik etmediğin için çok teşekkürler! Sağ ol, var ol!

Peride dedi ki...

Efendim, gayet düşündürücü bir yazı...
Önce bir tespit yapmak istiyorum ; Sünni mezhepleri dört olarak biliyoruz ülkemizin şehirleri ve batısı Hanefi , doğusu genellikle Şafi. Alevi vatandaşların tespitimle bir ilgisi olmadığı için onları hiç karıştırmıyorum.
Şafi mezhebinin inancı Eşari yani nakli baz alıyor. Arap dünyasının büyük bölümü de bu inançta. Hanefiler ise Maturidi inancında, akıl ve nakli baz alıyorlar. Yani nakli akılla analiz edip ölçüyor ve uygun biçimde amel ediyorlar. Bu şu demek ; Arap Dünyasının aklı kullanma olasılığı yok çünkü inancı sarsılır. Peki son yıllarda bizdeki değişim nedir derseniz ? Doğu Anadolu da kökleri olan bir takım tariki akımların Hanefi İslam içinde kök salması demeliyim.
Buradan da Hanefilerin farkında olmadan inanç sistemlerinden aklı kaldırdıklarını söylemek mümkün. Eğer akılla bakılabilse resmin tamamı anlaşılabilse İslam'da kadının kıyafet ve duruşunda, beklenenin '' sakınmak '' olduğu anlaşılabilir.

Bu tespite yakın bir şeyi, sanırım en son Bahriye Üçok yapmıştı.

Afşar Çelik dedi ki...

Nefis yorum. Bir noktada akıl danışmak istiyorum.

Maturidilik itikadi bir mezheptir.

Acaba sorun eşarilik ve maturidilik arasında mıdır yoksa eşarilik ve mutezile arasında mıdır?

Hilafetin gelişiyle Türk devletindeki "felsefi" değişim bence de sizin bahsettiğiniz şeyin ta kendisidir.

Aklınıza, elinize sağlık.