Türk milliyetçileri her aykırı
görünen fikir beyanında, birbirine ağız dolusu hakaret etmeye meyilli. Mensuplarının
çoğu maalesef yaşının gerektirdiği olgunluktan yoksun bir camia.
Bunun sebeplerinden biri sanırım
siyasallaşmanın getirdiği yaygınlaşma tutkusuyla ortaya çıkan köylüleşme.
Bu köylüleşme ile birlikte milliyetçilik,
erkeklerin icra ettiği bir köy odası etkinliği haline gelmiş.
Böylece köylülüğün getirdiği iki
problem, milliyetçi camiayı inanılmaz derecede geri bırakmış.
Bu problemlerden biri “erkeklik”
rolünde köylülüğün etkinleşmesi…
Diğeri de bütün fikri faaliyetlerde
köylü “siyasetçiliğinin” egemen olması.
Problemlerin ilki bizi, gerekli
medeni ilişkileri kurmakta zorlanan, ancak benzerleri arasında rahat edebilen
bir erkek tipine yöneltmiştir.
Köylü erkek tipimiz, “kadına
egemen”, ailenin tek reisi, her şeyi
bilen, herkesi güden, zor kullanmaya eğilimli, savaşkan, tahammülü az bir erkek idealine göre oluşturulmuş. Aslında bu tip, psikolojik
anlamda incelendiğinde, hayata uyumunda problem taşıyan, yetişkinliğe girememiş,
en fazlası ergen bir erkek karakteri ortaya çıkar.
Bu tip erkek sürekli pohpohlanmak
ister. Kendisine itaat edilmesini ister. Hayatı tamamen kendi bildiğince
düzenlemek ister. Tipik bir milliyetçi erkek, adını koymak istemse de “El ne
der?” korkusunda ifadesini bulan şeriatçı, köylü ilmihal dindarlığı ile hareket
eder.
Bundan dolayı milliyetçilerin
kahir ekseriyeti toplantılara, sosyal ortamlara karılarını götürmez.
Hayatındaki önemli ve hatta önemsiz hemen hiçbir kararda karısının fikrini
almak gereği duymaz. Çünkü köyünden getirdiği ilmihal Müslümanlığına göre kadın “aklen ve dinen eksiktir.”
Bu yüzden milliyetçi camiada
kadınlar, en fazla kadın kollarında veya “ hanımlar icra heyeti” gibi hilkat
garibesi yerlerde kendilerini oyalamalıdır.
Milliyetçiliğin köylü erkek tipi,
siyaseti de felsefî bir alt yapıyla anlamak yerine bir oy avcılığı olarak
görür. Ama meselâ iktidar olduğunda neyi nasıl düzeltmesi gerektiğine dair hiçbir
fikri yoktur. Çünkü milliyetçi erkeğin kendi köyü dışında bir dünyası veya ufku
yoktur! Bu yüzendir ki ancak iki bin yılda bir gelebilecek bir iktidar fırsatını
yakalayabilmiş MHP’nin, Türk siyasetindeki
genel kadrolaşma işiyle iyilik dağıtmak dışında hiçbir faaliyeti
maalesef olmamıştır.
Dolayısıyla erkeklerle yürütülen köy
kökenli milliyetçi siyasetin içinde, sinemanın, tiyatronun, edebiyatın, resmin
vs bütün yeri, bu siyasete verdiği fayda
kadardır. Onun içindir ki bu gün bir türlü milliyetçi siyasetten bağımsız bir
sanat etkinliği düzenlemek işi milliyetçilerin aklına bile gelmemekte. Onun
içindir ki meselâ Emine Işınsu dışında tek bir kadın yazarı yoktur milliyetçi
camianın. Sevinç Çokum bugün hâlâ bir
şeyler yazmakta mıdır o da meçhuldür.
İşin kötü tarafı, bu köylü erkeği
egemenliği, milliyetçiler arasında kadınlarca da benimsenmiştir. Bunun da
sebebi, neredeyse genlerimize işlemiş olan ilmihal Müslümanlığıdır. Dini
ilmihal dışında anlamaktan ürken köylü kafası, şehre geldiğinde yalnızca daha
şiddetli bir değişimin şokuyla daha hızlı bozulmuştur. Yoksa köylülüğün kapalı
toplum zihniyeti hâlâ yerli yerinde durmaktadır: “Şeriata/ ilmihale bağlı Müslüman erkeğin
güttüğü toplum!”
Bu durum, milliyetçileri, toplumun geri kalanından ciddi biçimde
yalıtmaktadır. Milliyetçiler, büyük ölçüde, kendilerinden çekinilen, kaba saba,
görgüsüz, tahammülsüz, düşüncesiz, duyarsız, ilkel insanlar olarak kabul
edilmektedir.
Çünkü köylü erkeğinin Durkheim
okumuş Gökalp’i, Rus İhtilali’ini yaşamış Akçura’yı, Togan’ı, Ağaoğlu’nu, “Dilde, işte,
fikirde birlik!” diyen Gaspıralı’yı
anlaması mümkün değildir. Bütün
bunların ötesinde, anasının ak sütü gibi helal telif ücretine, misafirlerini
yanında bakmaktan ar eden Atsız’ın şehirli nezaketini kavramasını beklemek
aptallıktır.
Kaldı ki o, zaten bu isimleri
tanımaya dahi ihtiyaç duymamaktadır. Peki bu isimlerin özelliği nedir? Bu
isimler biz bir köylü toplumu olarak
kendi dar dünyamızda debelenirken dünyanın gidişatını bizzat yaşamış, şehirli
fikir adamlarıdır!
Bugün Türk milliyetçileri bu
ilkel bilinç ve ergen psikolojisiyle en
başta birbirlerine düşmanlık geliştirmekteler. Gün geçmiyor ki birinin geçmişteki bir hatası
yüzüne vurularak itibarsızlaştırılmasın. Bu itibarsızlaştırma, karalama ve
dışlama psikolojisi milliyetçi camianın başat güdüsü!
Çünkü ancak kokusunu ve dokusunu
tanıdığını, sürüsünden belleyen köylü kafasında, soyut düşüncenin
müştereklerinde birleşmek, kişisel zaafların ötesinde bir fikir inşaa edebilmek kabiliyeti gibi şeylere
yer yok!
Bana öyle geliyor ki Türk
milliyetçileri, önce yaşlarının gerektiği olgunluğa ve tahsillerinin
gerektirdiği entelektüel nezakete kavuşmadıkça Türk Milleti’nin sorunlarına
çözüm getirmek bir yana kendi toplumlarında ayrık otu muamelesi görmekten
kurtulamayacaklar.
5 yorum:
Çünkü köylü erkeğinin Durkheim okumuş Gökalp’i, Rus İhtilali’ini yaşamış Akçura’yı, Togan’ı, Ağaoğlu’nu, “Dilde, işte, fikirde birlik!” diyen Gaspıralı’yı anlaması mümkün değildir. Bütün bunların ötesinde, anasının ak sütü gibi helal telif ücretine, misafirlerini yanında bakmaktan ar eden Atsız’ın şehirli nezaketini kavramasını beklemek aptallıktır.Bu cümle etkileyici.
Aklıma Türkçülük deyince gelen isimleri anlamaktan aciz, onları okuma ve idrak etme niyeti olmayanların ne kadar milliyetçi olabildikleri; sözde oldukları milliyetçilikten ne kadar hayır geldiği ortada oluyor haliyle...
Hocam böylece 60lı yıllardan bu güne milliyetçilikte çizdiğiniz dönüşüm panaroması tamamlanmış oluyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini atan entellektüel eliti Türkçüler'den, günümüz taşra zihniyetli, dinci ve etkisiz sentezcilerine kadar gelişimi sayenizde takip etmiş oldum. Böyle bir camiadan Türklüğe fayda gelmeyeceğini de anlamış oldum.
Bu yapının kısa vadede değiştirilemeyeceği de belli oldu. Sorum şu: Milli, medeni ve laik bir milliyetçiliğe hangi fikri ve kurumsal zeminde kimlerle nasıl ulaşırız?
Saygılar...
Orhun Bey,
Yazıya destek vermesi bir yana ama...
Düşünen bir insanın eseri olması hasebiyle yorumunuz, beni ziyadesiyle mutlu etti. Çok teşekkür ederim.
Hiç bir toplumsal değişim bugünden yarına olmaz. Peki bu bizi yeise düşürmeli mi? Asla? Çünkü kötü görünen değişimlere tepkiler de meydana gelmektedir.
Son altı yıl artık Türkiye'de Türk'ten yana olanlarla olmayanlar arasında ciddi bir ayrılığın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Böylece hangi siyasal kampın hangi ölçüyle hareket ettiğine dair ciddi bilgiler edinmiş olduk.
Eski zihinsel alışkanlıkları, korkuları ve önyargıları bir yana bırakıp sol içinden dahi "ulusal" bir hassasiyete sahip insanlarla derhal bir araya gelmek.
Bol bol okumak ve kesinlikle fikirlerimizi yazılı olarak yayınlamak.
Yayınlanan fikirlerin test edilmesine imkân sağlamak.
Sanalağda Türk'ten yana arkadaş grupları oluşturmak ve yayın yapmak.
Ulusal duyarlılıkta bir araya gelen insanların paylaşacakları çok şey oluğundan eminim!
Zaman ayırıp okuduğunuz ve hele yorum bıraktığınız için çok teşekkürler. her zaman bekliyorum.
Sayın Çelik, bir hayli ağır eleş tiri,bununla birlikte değişim talebini haykırmakta.Nasıl olup da hakanın, hanı anlamında'' hanım '' sözcüğünü üreten bir millet,kadını bu denli sosyal hayatın dışına itti? Bütün mesele din mi? Ben naçizane kadının toplumdaki yerinin anahtar olduğu düşüncesini taşıyorum.En basit tanımla bu toplum,kadını dışlayarak beyninin yarısını kullanım dışına itmiş ve atıl etmiştir.Köy(Kapalı toplum ) ancak kadını şehirli yapabildiğiniz ölçüde bir kaç nesil sonra medeni olacaktır.
Ayrıca, tanımınız yalnız milliyetçi cenahı değil, muhafazakar liberali ve bir kısım sosyal demokratı da kapsıyor.
Elinize kolunuza sağlık.
Peride Hanım yazılarınız kadar yorumlarınızla da günlüğümüzü zenginleştiriyorsunuz, teşekkürler.
İndirgemeci olmak istemem ama evet... Din... Çünkü din denen kurumun, bütün hayatı en ince ayrıntısına kadar d
zenleyecek bir dizge olduğu kanaati, kadının "eksikliği" fikrinin bir amentü olarak yerleşmesine yol açmıştır.
Kadını eksik görmeyi Müslümanlığın icabı saya bir toplumda, "kadının ne yeri" olabilir?
Yazı sert mi bilmiyorum ama toplumsal kabullerimiz bene yeterince hırçın.
Yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Saygılar.
Yorum Gönder