20 Aralık 2014 Cumartesi

Köyünün Yağmurlarında Yıkanan Erkek Türk Milliyetçisi


Türk milliyetçileri her aykırı görünen fikir beyanında, birbirine ağız dolusu hakaret etmeye meyilli. Mensuplarının çoğu maalesef yaşının gerektirdiği olgunluktan yoksun bir camia.

Bunun sebeplerinden biri sanırım siyasallaşmanın getirdiği yaygınlaşma tutkusuyla ortaya çıkan  köylüleşme.

Bu  köylüleşme ile birlikte milliyetçilik, erkeklerin icra ettiği bir köy odası etkinliği haline gelmiş.

Böylece köylülüğün getirdiği iki problem, milliyetçi camiayı inanılmaz derecede geri bırakmış.

Bu problemlerden biri “erkeklik” rolünde köylülüğün etkinleşmesi…

Diğeri de bütün fikri faaliyetlerde köylü  “siyasetçiliğinin”  egemen olması.

Problemlerin ilki bizi, gerekli medeni ilişkileri kurmakta zorlanan, ancak benzerleri arasında rahat edebilen bir erkek tipine yöneltmiştir.

Köylü erkek tipimiz, “kadına egemen”,  ailenin tek reisi, her şeyi bilen, herkesi güden, zor kullanmaya eğilimli, savaşkan, tahammülü az bir  erkek idealine göre  oluşturulmuş. Aslında bu tip, psikolojik anlamda incelendiğinde, hayata uyumunda problem taşıyan, yetişkinliğe girememiş, en fazlası ergen bir erkek karakteri ortaya çıkar.

Bu tip erkek sürekli pohpohlanmak ister. Kendisine itaat edilmesini ister. Hayatı tamamen kendi bildiğince düzenlemek ister. Tipik bir milliyetçi erkek, adını koymak istemse de “El ne der?” korkusunda ifadesini bulan şeriatçı, köylü ilmihal dindarlığı ile hareket eder.

Bundan dolayı milliyetçilerin kahir ekseriyeti toplantılara, sosyal ortamlara karılarını götürmez. Hayatındaki önemli ve hatta önemsiz hemen hiçbir kararda karısının fikrini almak gereği duymaz. Çünkü köyünden getirdiği ilmihal Müslümanlığına göre  kadın “aklen ve dinen eksiktir.”

Bu yüzden milliyetçi camiada kadınlar, en fazla kadın kollarında veya “ hanımlar icra heyeti” gibi hilkat garibesi yerlerde kendilerini oyalamalıdır.

Milliyetçiliğin köylü erkek tipi, siyaseti de felsefî bir alt yapıyla anlamak yerine bir oy avcılığı olarak görür. Ama meselâ iktidar olduğunda neyi nasıl düzeltmesi gerektiğine dair hiçbir fikri yoktur. Çünkü milliyetçi erkeğin kendi köyü dışında bir dünyası veya ufku yoktur! Bu yüzendir ki ancak iki bin yılda bir gelebilecek bir iktidar fırsatını yakalayabilmiş MHP’nin, Türk siyasetindeki  genel kadrolaşma işiyle iyilik dağıtmak dışında hiçbir faaliyeti maalesef olmamıştır.

Dolayısıyla erkeklerle yürütülen köy kökenli milliyetçi siyasetin içinde, sinemanın, tiyatronun, edebiyatın, resmin vs bütün yeri, bu siyasete  verdiği fayda kadardır. Onun içindir ki bu gün bir türlü milliyetçi siyasetten bağımsız bir sanat etkinliği düzenlemek işi milliyetçilerin aklına bile gelmemekte. Onun içindir ki meselâ Emine Işınsu dışında tek bir kadın yazarı yoktur milliyetçi camianın.  Sevinç Çokum bugün hâlâ bir şeyler yazmakta mıdır o da meçhuldür.

İşin kötü tarafı, bu köylü erkeği egemenliği, milliyetçiler arasında kadınlarca da benimsenmiştir. Bunun da sebebi, neredeyse genlerimize işlemiş olan ilmihal Müslümanlığıdır. Dini ilmihal dışında anlamaktan ürken köylü kafası, şehre geldiğinde yalnızca daha şiddetli bir değişimin şokuyla daha hızlı bozulmuştur. Yoksa köylülüğün kapalı toplum zihniyeti hâlâ yerli yerinde durmaktadır:  “Şeriata/ ilmihale bağlı Müslüman erkeğin güttüğü toplum!”

Bu durum, milliyetçileri,  toplumun geri kalanından ciddi biçimde yalıtmaktadır. Milliyetçiler, büyük ölçüde, kendilerinden çekinilen, kaba saba, görgüsüz, tahammülsüz, düşüncesiz, duyarsız, ilkel insanlar olarak kabul edilmektedir.

Çünkü köylü erkeğinin Durkheim okumuş Gökalp’i, Rus İhtilali’ini yaşamış  Akçura’yı, Togan’ı, Ağaoğlu’nu, “Dilde, işte, fikirde birlik!” diyen Gaspıralı’yı  anlaması mümkün değildir.  Bütün bunların ötesinde, anasının ak sütü gibi helal telif ücretine, misafirlerini yanında bakmaktan ar eden Atsız’ın şehirli nezaketini kavramasını beklemek aptallıktır.

Kaldı ki o, zaten bu isimleri tanımaya dahi ihtiyaç duymamaktadır. Peki bu isimlerin özelliği nedir? Bu isimler biz  bir köylü toplumu olarak kendi dar dünyamızda debelenirken dünyanın gidişatını bizzat yaşamış, şehirli fikir adamlarıdır!

Bugün Türk milliyetçileri bu ilkel  bilinç ve ergen psikolojisiyle en başta birbirlerine düşmanlık geliştirmekteler.  Gün geçmiyor ki birinin geçmişteki bir hatası yüzüne vurularak itibarsızlaştırılmasın. Bu itibarsızlaştırma, karalama ve dışlama psikolojisi milliyetçi camianın başat güdüsü!

Çünkü ancak kokusunu ve dokusunu tanıdığını, sürüsünden belleyen köylü kafasında, soyut düşüncenin müştereklerinde birleşmek, kişisel zaafların ötesinde bir  fikir inşaa edebilmek kabiliyeti gibi şeylere yer yok!


Bana öyle geliyor ki Türk milliyetçileri, önce yaşlarının gerektiği olgunluğa ve tahsillerinin gerektirdiği entelektüel nezakete kavuşmadıkça Türk Milleti’nin sorunlarına çözüm getirmek bir yana kendi toplumlarında ayrık otu muamelesi görmekten kurtulamayacaklar.

5 yorum:

selcen dedi ki...

Çünkü köylü erkeğinin Durkheim okumuş Gökalp’i, Rus İhtilali’ini yaşamış Akçura’yı, Togan’ı, Ağaoğlu’nu, “Dilde, işte, fikirde birlik!” diyen Gaspıralı’yı anlaması mümkün değildir. Bütün bunların ötesinde, anasının ak sütü gibi helal telif ücretine, misafirlerini yanında bakmaktan ar eden Atsız’ın şehirli nezaketini kavramasını beklemek aptallıktır.Bu cümle etkileyici.

Orhun dedi ki...

Aklıma Türkçülük deyince gelen isimleri anlamaktan aciz, onları okuma ve idrak etme niyeti olmayanların ne kadar milliyetçi olabildikleri; sözde oldukları milliyetçilikten ne kadar hayır geldiği ortada oluyor haliyle...

Hocam böylece 60lı yıllardan bu güne milliyetçilikte çizdiğiniz dönüşüm panaroması tamamlanmış oluyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini atan entellektüel eliti Türkçüler'den, günümüz taşra zihniyetli, dinci ve etkisiz sentezcilerine kadar gelişimi sayenizde takip etmiş oldum. Böyle bir camiadan Türklüğe fayda gelmeyeceğini de anlamış oldum.

Bu yapının kısa vadede değiştirilemeyeceği de belli oldu. Sorum şu: Milli, medeni ve laik bir milliyetçiliğe hangi fikri ve kurumsal zeminde kimlerle nasıl ulaşırız?

Saygılar...

Afşar Çelik dedi ki...

Orhun Bey,

Yazıya destek vermesi bir yana ama...

Düşünen bir insanın eseri olması hasebiyle yorumunuz, beni ziyadesiyle mutlu etti. Çok teşekkür ederim.

Hiç bir toplumsal değişim bugünden yarına olmaz. Peki bu bizi yeise düşürmeli mi? Asla? Çünkü kötü görünen değişimlere tepkiler de meydana gelmektedir.

Son altı yıl artık Türkiye'de Türk'ten yana olanlarla olmayanlar arasında ciddi bir ayrılığın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Böylece hangi siyasal kampın hangi ölçüyle hareket ettiğine dair ciddi bilgiler edinmiş olduk.

Eski zihinsel alışkanlıkları, korkuları ve önyargıları bir yana bırakıp sol içinden dahi "ulusal" bir hassasiyete sahip insanlarla derhal bir araya gelmek.

Bol bol okumak ve kesinlikle fikirlerimizi yazılı olarak yayınlamak.

Yayınlanan fikirlerin test edilmesine imkân sağlamak.

Sanalağda Türk'ten yana arkadaş grupları oluşturmak ve yayın yapmak.

Ulusal duyarlılıkta bir araya gelen insanların paylaşacakları çok şey oluğundan eminim!

Zaman ayırıp okuduğunuz ve hele yorum bıraktığınız için çok teşekkürler. her zaman bekliyorum.



Peride dedi ki...

Sayın Çelik, bir hayli ağır eleş tiri,bununla birlikte değişim talebini haykırmakta.Nasıl olup da hakanın, hanı anlamında'' hanım '' sözcüğünü üreten bir millet,kadını bu denli sosyal hayatın dışına itti? Bütün mesele din mi? Ben naçizane kadının toplumdaki yerinin anahtar olduğu düşüncesini taşıyorum.En basit tanımla bu toplum,kadını dışlayarak beyninin yarısını kullanım dışına itmiş ve atıl etmiştir.Köy(Kapalı toplum ) ancak kadını şehirli yapabildiğiniz ölçüde bir kaç nesil sonra medeni olacaktır.

Ayrıca, tanımınız yalnız milliyetçi cenahı değil, muhafazakar liberali ve bir kısım sosyal demokratı da kapsıyor.
Elinize kolunuza sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Peride Hanım yazılarınız kadar yorumlarınızla da günlüğümüzü zenginleştiriyorsunuz, teşekkürler.

İndirgemeci olmak istemem ama evet... Din... Çünkü din denen kurumun, bütün hayatı en ince ayrıntısına kadar d
zenleyecek bir dizge olduğu kanaati, kadının "eksikliği" fikrinin bir amentü olarak yerleşmesine yol açmıştır.

Kadını eksik görmeyi Müslümanlığın icabı saya bir toplumda, "kadının ne yeri" olabilir?

Yazı sert mi bilmiyorum ama toplumsal kabullerimiz bene yeterince hırçın.

Yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.

Saygılar.