6 Mayıs 2014 Salı

Türk Kürt Beraberliği Nasıl Mümkündür?


Acaba? İyi düşündünüz mü?
Doğunun mevcut şartlarında artık Kürt kökenli yurttaşlarımızın kafasında Türk devleti bölgede sadece işgalci konumunda olan bir devlettir. Devletin “gönül almak” için dağıtığı her türlü sadaka veya rüşvet bu insanlar arasında “Dünya Bankasınca” verilmiş bir lütuf olarak görülmekte. Adını yazamayan köylüler dahi, aşıların, çeşitli sosyal yardımların Dünya Bankası tarafından gönderildiği, dolayısıyla hiç kimsenin Türkiye Cumhuriyeti’ne herhangi bir borcunun olmadığını düşünmektedir. Elbette böyle olmadığını bilen yurttaşlarımız da var. Ne yazık ki dinci iktidarın Türk devletinin sürekli aşağılayıp onu kendi kötü amaçları için sömürmesi yüzünden, bölgede Türk egemenliği zayıflamıştır.

Adına “Barış süreci” denen safsatada inşalara “iki uluslu bir devlet” yaratılabileceği ümidi aşılanıyor.

Bazıları, bu hülyanın sosyolojik anlamsızlığını idrak etmeye yanaşmıyor. Çünkü Kürt unsurun bir ulus olmadığı, bundan sonra da olamayacağı gerçeğini kimse görmek istemiyor. Gene bazıları kendini devlet sanan Kürt özer bölgesi yığışmasının, aslında Barzani çetesi olduğunu kabul etmek istemiyor.

Bunu sebebi şu: Eğer Kürtler Türkler gibi medeniyet yaratmış, devlet düzeni kurmuş bir ulus olsalardı; Anadolu’da egemenlik için aramızda ciddi çatışma yaşanırdı. Kürt toplumsal yapısı egemenlik yarışına girişip hukuk birliği oluşturacak devlet kurmak yetkinliğine erişememiştir. Dolayısıyla Türk Kürt ilişkilerinde “iki eşit ulusun diplomasiye dayalı ilişkisi” falan söz konusu olmamıştır.

Egemenliğin kılıçla ve sık sık el değiştirdiği dönemlerde, ne düzenli bir Kürt ordusundan ne de bürokrasisinden bahsetmek mümkündür ki bu durum hâlâ sürmektedir. Kürt toplumsal yapısının sürmekte olan aşiret egemen, kan bağını kutsayan yapısıyla, rızaya dayanan bir hukuk birliğinin kurulması mümkün değildir.

Dolayısıyla Kürt etnik ırkçılarının savundukları gibi Kürtler, adına “devlet” dedikleri bir kabile çetesi meydana getirdiklerinde; ellerine ne bir egemenlik tarihi ne de hukuk devleti geçecektir. Ellerine geçecek şey,  sadece en fazla çocuğa sahip silâhlı aşiretin, mera-otlak egemenliği olacaktır.

Bu nokta şu açıdan hayati önemi haizdir:

Hâlâ Türk Milleti’nin vatan aşkı ve milletleşme şuurundan dolayı sürdürülen toplumsal ilişkiler, “iki ayrı ulusun” var olduğu kabulü resmileştiği takdirde en iyi ihtimalle toplumsal ayrışmaya en kötü ihtimalle de iç savaşa dönüşecektir.

Bunun da sebebi şudur:

Bir vatanda iki ayrı ulustan bahsedildiğinde bu ayrılmak isteğinin toplumsal beyanı demektir. Bu “ kendi evimde seni istemiyorum!” demenin siyasi şeklidir. Nitekim “Kaynaklardan %20…” “İşgalci Türk Ordusu” söylemleri, karakol inşaatlarına silahla karşı çıkmak, asker kaçırmak, Türk’ün vatanında kendine sahiplik iddia etmenin göstergeleridir.

Bu söylemlerin ve davranış tarzının meşru kabul edilmesi kaçınılmaz biçimde Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru egemenliğini resmen yok saymak olacaktır ki bu bölünmeden başka bir şey değildir.

Mevcut söylem ve şartlar sürdürüldüğü takdirde  Türk uluslaşmasının içindeki bir unsur olan Kürtlerin bu özelliklerini daha fazla sürdürmeleri mümkün olmayacaktır. Ulus olmadan ulusluk ve egemenlik iddiasıyla ortaya çıkan Kürt etnik ırkçıları Türk toplumunun büyük hüsnü kabulüyle içinde barındırdığı bu yapıyı artık daha fazla kabule yanaşamayacaktır. Bu bir doku yabancılaşmasıdır ki önüne mutlaka geçilmelidir.

Peki Türkler ve Kürtler nasıl bir arada yaşayabilir?

Her şeyden önce apayrı iki unsurun birbiriyle yaşamasından bahsetmediğimizi hatırlatmalıyız. Türkler ve Kürtler, Türkler ve Fransızlar,  Türkler ve İngilizler gibi iki uzlaşmaz derece ayrı toplum değildirler. Bunun sebebi de Türk uluslaşmasının, büyük, kavrayıcı, benzeştirici büyük bir kültüre dayanmasıdır. Türk ulusu köylüsünün “dili dilme  dini dinime” anlayışı, şehirlisininse “hukuk birliğine dayalı egemenlik anlayışı” ile Kürt toplumsal yapısını, kendinden bir yapı haline getirdiğini düşünmüştür.

Dolayısıyla Türk-Kürt beraberliği Kürtlerin “ulus bilincine, tarihine”  rağmen oluşmuş değildir. Bu ilişki de doğal  bir eşitsizlik söz konusudur. O eşitsizlik de  Türk ve Kürt kültürlerinin doğal oluşumlarından ve tarihsel sürece dayalı gelişmişlik farklarından kaynaklanmaktadır. Türk kültürü, tarihi derinliği Kürt etnik adınınkiyle kıyaslanmayacak kadar fazla olan,  yaratıcı ve benzeştirici bir kültürdür. Bunu dünyanın dört bir yanına dağılmış Türk topluluklarının kültürel çeşitliliğinden anlamamız mümkündür.

Türk-Kürt ilişkisinde Türklerin tarih bilinci, farklı toplumsal yapıları kendisinden edebilmek yeteneği, devlet  ve ordu kurabilmek gücü ve yeteneği, hukuk birliği sağlamaktaki tarihi tecrübeleri belirleyici olmuştur. Bu açılardan Kürt denen toplumsal yapısının Türk kültürüne veya devlet yapısına herhangi bir katkısı yoktur. Türk Kürt ilişkisinin belirleyici ve sürdürücü mekanizması, bu yüzden, Türk uluslaşmasıdır. Nitekim Ortadoğu’nun  diğer ülkelerinde benzer bir toplumsal kabul ve uluslaşma mekanizması tesis edilemediği içindir ki Kürtler, Irak’ta, Suriye’de ve İran’da kendilerinden hazzedilmeyen ikinci sınıf bir  topluluk olarak görülmüşlerdir ve görülmektedirler. Türkiye’de bütün kışkırtmalara rağmen toplumsal düzeyde dahi böyle bir ayrım hele aşağılama hâl3a görülmüyorsa bunun sebebi Türk Ulusu’nun dünyaya ve diğer uluslara bakışındaki insancı bakışı ve uluslaşma  bilincidir.

O halde Türk-Kürt beraberliği resmi bir iki uluslu devlet kabulüyle sağlanamaz. Bu beraberlik ancak ve yalnız Kürt toplumsal yapısının Türk uluslaşması ve hukuk birliği içinde kalması ile mümkün olabilecektir. Şu unutulmamalıdır, hiçbir toplumsal ayrışma eşit bölüşüm, boşanma vs gibi gerçekleşmez. İki toplumun birbiriyle ilişkisi ne kadar sıklaşmışsa ayrışma o kadar zorlu ve sancılı olacaktır.

Türk _Kürt beraberliğinde  Türk ulusu içinde ayrılmaz bir unsur olarak görülen Kürt kardeşlerimizin ifade hürriyetlerine ilişkin kısıtlamalar varsa kaldırılarak onların, Türk  hukuk birliğine inançları güçlendirilebilir. Burada sınır, bu hakkın, bu hakkı sağlayan ve koruyan Türk ulusla egemenliğine ve hukuk birliğine karşı düşmanca kullanılamayacağının kesin şekilde kabul edilmesidir. Aksi  davranışların resmileştirilmesi toplumsal ayrışma ve en nihayetinde savaş dışında bir netice doğurmayacaktır.




Hiç yorum yok: