Ne zamandır bir “Resmi tarih
yalanları” söylemi pek revaçta. Kendini “aydın”, “insan” gören herkes Türklerle
ilgili tarihin aslında yalan olduğuna inanarak insanlığını kanıtlamak derdinde.
Böylece Ermeni ve Kürt katili bir
topluluk olduğumuzu kabul etmemiz isteniyor. Bu ispatlanabilse; onlara göre her
şey düzelecek. Ve sanki böylece onların da Türk adına karşı nefretleri
yatışacak, hepsi gerçek vatanseverler haline gelecekler.
Bu yaklaşımın mantığı şu: “Olaylar
ortada olduğuna göre kendimizi haklı görmemiz mantıksızdır.”
Şüphesiz tarih olayların gerçeklerine ve bu gerçeklerin
belgelerine dayanır.
Meselâ “Ermeniler toplu olarak
tehcir edilmiş midir?” Evet. “Ermeniler evlerinden olmuş mudur?” Evet. “Ermenilerin
bir kısmı tehcirde ve isyan esnasında ölmüş müdür?” Evet. “O halde Türkler
soykırımcıdır!”
İyi ama tehcirin sebepleri nedir? Ermeni
toplumunun Türk egemenliğine karşı
tutumu ne olmuştur? Türk devletinin içinde bulunduğu siyasi şartlar nelerdir?
Vatandaşlık hukukunun gerekleri nelerdir? Devletin Ermeni varlığını toptan yok
etmek politikasına dair bir kanıt ve beyan var mıdır? Son olarak Anadolu’da
bulunan Ermeni toplu mezarları var mıdır ve nerededirler?
Sanırım bir tarihçi, Ermenilerin
başına gelenler kadar bunların sebepleri ile de ilgili bütüncül bir yaklaşım
sergilemeli.
“Tarih nasıl yazılır ?” sorusuna
geliyoruz.
Tarih yazımında gerçeğe bağlı
olmak sanırım en önemli değer. Bunun için de geçerliliği tartışılmaz belgelere
dayanmak elzem. Tarihin bir yargı makamı
olarak görülmesi de bundan kaynaklanıyor.
İkinci bir unsur var ki o hep
gözden kaçırılıyor veya görmezden geliniyor: Olayların toplumsal algılanma
biçimi. Prut Zaferi Türkler için bir tartışılmaz bir zaferken Ruslar için utanç
verici bir yenilgi olmayabilir. Onlar bunu stratejik bir duraklama olarak
görebilirler. Veya Plevne Muharebesi bizim için bir yenilgi değil bir şanlı
çarpışmadır. Biz gazi Osman Paşa’yı asla
mağlup bir komutan olarak görmeyiz. İstiklâl Harbi Türklüğümüzün ve
bağımsızlığımızın kesin zaferi iken bu savaş Yunan kimliğinde nefret edilesi
bir toprak kaybıdır. İngilzilerin
sömürgelerini kaybı, sömürgeler için bir zafer gibi görünebilir ama İngilizler
için kendi kültürel egemenliklerini sürdürdükleri milletler topluluğunu
kurmanın eşiğidir.
Üçüncü unsur da tarih yazarının
kimliği… Tarihi kimin yazdığı özellikle başkalarının tarihlerini yazanlar için
önemli. Bu neden önemli? Tarihi yazan kişi şüphesiz belli bir dünya görüşüne
sahip olacaktır. Dünya görüşüne göre olayları değerlendirirken, kimlik olarak
kendisine yakın bulduğu veya kafasının yakın olduğu topluluğu haklılaştırmak
eğiliminde olabilir.
Bu üç unsur, metodolojinin veya
teknolojinin ötesinde, daha belirleyici, sübjektif olarak tarih yazımını
etkiler. Bunu neye dayanarak söyleyebiliriz? Ermeni tehcirinde, Ermeni
kayıplarını tartışılmaz sonuç olarak görerek Türk Ulusunu mahkûm edenlere karşı
Erzurum girişinde kazığa geçirilmiş Türk mazlumları gören Kâzım Karabekir’in
şahitliği tartışılabilir mi? Veya bebekleri karınlarından çıkarılarak öldürülen
Türk kadınlarının varlığını bilen herhangi bir Türk’ün, tamamen ilgisiz,
mesafeli bir tarafsızlıkla tarih yazmasını beklemek mümkün müdür?
Son olarak şunu belirtmemiz
gerekiyor. İnsan toplumları kendilerini kimliksiz “insanlar” olarak görmezler. Kimliklerini
de insan olmaya engel olarak görmezler. Toplumsal kimlikler, insanlığın düşmanı
odaklarca uydurulmuş “ötekileştirici” etiketler değillerdir. Kimliğin
sürdürülebilmesi kökenleriyle bağlantının sürdürülmesine bağlıdır. Bu hem
kimliğin varoluşunu hem de haklılığını kanıtlamak için gereklidir.
Dolayısıyla tarih, kendi geçmişimizi hatırlama gayreti ve
biçimidir. Dolayısıyla aslında “resmi tarih” diye kötülenen şey, Türk’ün kendi
kimliğini oluşturma ve kendi geçmişini hatırlama biçimidir.
Şu artık açıkça anlaşılmalı: Hüküm içeren cümleler kuran hiçbir tarih
tarafsız olamaz.
Meselâ Ermeni ihanetine karşı Türk tedbiri,
Türk düşmanları için soykırımken dedeleri Ermeni çetecilerince katledilen
Türkler için “tehcirdir”.
Ermenilerin 1. Dünya Savaşı’nda kendi
devletlerine karşı Rusya’ya hizmet etmeleri, Türkler için “ihanetken”, Ermeniler
ve diğer düşman toplumlar için “bağımsızlık mücadelesidir”.
İstanbul’un alınması bizim için “fetihken”
, Rumlar için işgaldir.
O halde “Resmi tarih” söylemi, Türklerin,
Türk tarihini doğru yazamayacağı, bu tarihin “objektif” olarak başkaları
tarafından yazılması gerektiğine dair hastalıklı ve kompleksli bir düşüncedir. Neden
hastalıklı ve komplekslidir? Çünkü Türk’ün varlığını, dünyayı algılayışını anormal ve
kötü olarak görmektedir. Dikkat edilirse “resmi tarih” söyleminin sahipleri,
aynı zamanda sürekli, “Türk kimliğinin
sahteliğini” iddia eden insanlar.
Yani resmi tarih söylemi, “daha
sağlıklı bir ulusal kimlik kazanmamız” için öne sürülen akılcı bir söylem
değil. Bu söylem zaten ulusal bir kimlik sahibi olmamızı anormal ve kötü sayan
akıldışı ve düşmanca bir “kara hümanist” söylem. Bu yüzden Türk kimliğine ve
hafızasına karşı tekrarlanan “resmi tarih” söyleminin hiçbir geçerliliği ve
meşruiyeti de yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder