12 Mayıs 2014 Pazartesi

“Resmi Tarih” Söyleminin Geçerliliği Var Mıdır?

 
Ne zamandır bir “Resmi tarih yalanları” söylemi pek revaçta. Kendini “aydın”, “insan” gören herkes Türklerle ilgili tarihin aslında yalan olduğuna inanarak insanlığını kanıtlamak derdinde.

Böylece Ermeni ve Kürt katili bir topluluk olduğumuzu kabul etmemiz isteniyor. Bu ispatlanabilse; onlara göre her şey düzelecek. Ve sanki böylece onların da Türk adına karşı nefretleri yatışacak, hepsi gerçek vatanseverler haline gelecekler.

Bu yaklaşımın mantığı şu: “Olaylar ortada olduğuna göre kendimizi haklı görmemiz mantıksızdır.”

Şüphesiz tarih  olayların gerçeklerine ve bu gerçeklerin belgelerine dayanır.

Meselâ “Ermeniler toplu olarak tehcir edilmiş midir?” Evet. “Ermeniler evlerinden olmuş mudur?” Evet. “Ermenilerin bir kısmı tehcirde ve isyan esnasında ölmüş müdür?” Evet. “O halde Türkler soykırımcıdır!”

İyi  ama tehcirin sebepleri nedir? Ermeni toplumunun Türk egemenliğine karşı  tutumu ne olmuştur? Türk devletinin içinde bulunduğu siyasi şartlar nelerdir? Vatandaşlık hukukunun gerekleri nelerdir? Devletin Ermeni varlığını toptan yok etmek politikasına dair bir kanıt ve beyan var mıdır? Son olarak Anadolu’da bulunan Ermeni toplu mezarları var mıdır ve nerededirler?

Sanırım bir tarihçi, Ermenilerin başına gelenler kadar bunların sebepleri ile de ilgili bütüncül bir yaklaşım sergilemeli.

“Tarih nasıl yazılır ?” sorusuna geliyoruz.

Tarih yazımında gerçeğe bağlı olmak sanırım en önemli değer. Bunun için de geçerliliği tartışılmaz belgelere dayanmak elzem.  Tarihin bir yargı makamı olarak görülmesi de bundan kaynaklanıyor.

İkinci bir unsur var ki o hep gözden kaçırılıyor veya görmezden geliniyor: Olayların toplumsal algılanma biçimi. Prut Zaferi Türkler için bir tartışılmaz bir zaferken Ruslar için utanç verici bir yenilgi olmayabilir. Onlar bunu stratejik bir duraklama olarak görebilirler. Veya Plevne Muharebesi bizim için bir yenilgi değil bir şanlı çarpışmadır.  Biz gazi Osman Paşa’yı asla mağlup bir komutan olarak görmeyiz. İstiklâl Harbi Türklüğümüzün ve bağımsızlığımızın kesin zaferi iken bu savaş Yunan kimliğinde nefret edilesi bir toprak  kaybıdır. İngilzilerin sömürgelerini kaybı, sömürgeler için bir zafer gibi görünebilir ama İngilizler için kendi kültürel egemenliklerini sürdürdükleri milletler topluluğunu kurmanın eşiğidir.

Üçüncü unsur da tarih yazarının kimliği… Tarihi kimin yazdığı özellikle başkalarının tarihlerini yazanlar için önemli. Bu neden önemli? Tarihi yazan kişi şüphesiz belli bir dünya görüşüne sahip olacaktır. Dünya görüşüne göre olayları değerlendirirken, kimlik olarak kendisine yakın bulduğu veya kafasının yakın olduğu topluluğu haklılaştırmak eğiliminde olabilir.

Bu üç unsur, metodolojinin veya teknolojinin ötesinde, daha belirleyici, sübjektif olarak tarih yazımını etkiler. Bunu neye dayanarak söyleyebiliriz? Ermeni tehcirinde, Ermeni kayıplarını tartışılmaz sonuç olarak görerek Türk Ulusunu mahkûm edenlere karşı Erzurum girişinde kazığa geçirilmiş Türk mazlumları gören Kâzım Karabekir’in şahitliği tartışılabilir mi? Veya bebekleri karınlarından çıkarılarak öldürülen Türk kadınlarının varlığını bilen herhangi bir Türk’ün, tamamen ilgisiz, mesafeli bir tarafsızlıkla tarih yazmasını beklemek mümkün müdür?

Son olarak şunu belirtmemiz gerekiyor. İnsan toplumları kendilerini kimliksiz “insanlar” olarak görmezler. Kimliklerini de insan olmaya engel olarak görmezler. Toplumsal kimlikler, insanlığın düşmanı odaklarca uydurulmuş “ötekileştirici” etiketler değillerdir. Kimliğin sürdürülebilmesi kökenleriyle bağlantının sürdürülmesine bağlıdır. Bu hem kimliğin varoluşunu hem de haklılığını kanıtlamak için gereklidir.

Dolayısıyla tarih,  kendi geçmişimizi hatırlama gayreti ve biçimidir. Dolayısıyla aslında “resmi tarih” diye kötülenen şey, Türk’ün kendi kimliğini oluşturma ve kendi geçmişini hatırlama biçimidir.


Şu artık açıkça anlaşılmalı: Hüküm içeren cümleler kuran hiçbir tarih tarafsız olamaz.
 Meselâ Ermeni ihanetine karşı Türk tedbiri, Türk düşmanları için soykırımken dedeleri Ermeni çetecilerince katledilen Türkler için “tehcirdir”.

 Ermenilerin 1. Dünya Savaşı’nda kendi devletlerine karşı Rusya’ya hizmet etmeleri, Türkler için “ihanetken”, Ermeniler ve diğer düşman toplumlar için “bağımsızlık mücadelesidir”.

İstanbul’un alınması bizim için “fetihken” , Rumlar için işgaldir.

O halde “Resmi tarih” söylemi, Türklerin, Türk tarihini doğru yazamayacağı, bu tarihin “objektif” olarak başkaları tarafından yazılması gerektiğine dair hastalıklı ve kompleksli bir düşüncedir. Neden hastalıklı ve komplekslidir? Çünkü Türk’ün  varlığını, dünyayı algılayışını anormal ve kötü olarak görmektedir. Dikkat edilirse “resmi tarih” söyleminin sahipleri, aynı zamanda sürekli, “Türk kimliğinin  sahteliğini” iddia eden insanlar.

Yani resmi tarih söylemi, “daha sağlıklı bir ulusal kimlik kazanmamız” için öne sürülen akılcı bir söylem değil. Bu söylem zaten ulusal bir kimlik sahibi olmamızı anormal ve kötü sayan akıldışı ve düşmanca bir “kara hümanist” söylem. Bu yüzden Türk kimliğine ve hafızasına karşı tekrarlanan “resmi tarih” söyleminin hiçbir geçerliliği ve meşruiyeti de yok.









Hiç yorum yok: