Arslan Bulut ve Yavuz Selim
Demirağ kusura bakmasınlar ama Yeniçağ’ı elime aldığımda, ilk baktığım köşe,
Selcan Taşçı’nın köşesi. ( Zaten onların
da her gün bu merak ve endişeyle kıvrandıklarına eminim ama ne yapayım?).
Neden?
Çünkü köşesi ince nüktelerle, “hınzırca”
tespitlerle dolu.
Selcan Taşçı milliyetçi Türk
kadınlarının yüz akı, kesinlikle tartışılmaz.
Son yazısını kendi deyimiyle “ayaküstü”
yazmış, iyi ki de öyle yapmış.
Şimdilerde “sokağın nabzını tutmak” denen , “Bahar geldi mangala, hele
bakın kangala!” gazeteciliğini tepe taklak edip meseleyi tam da on ikiden
vurmuş.
Amma ve lâkin ülkücüleri azıcık
fazla kayırmış, kusura bakmasın.
Yazıdan alıntı yapmayacağım ama
bir Ülkücü’nün neden Cihangir’de oturamayacağını, tatlı su solaklarının
faşizmine bağlarken iğneyi kendimize batırmayı unutmuş.
Tamam… Cihangir tayfası belki
solcudur, seçkincidir, ayrımcıdır, şudur, budur…
İyi de “ülkücü” kimdir?
Yani en azından kendini “ülkücü”
diye tanımlayanların hayat tarzları, dünyaya bakışları nedir?
Her şeyden önce “Ülkücü”
MHPlidir. MHPli olmayana ülkücü denmez. MHP’yi eleştirip de kendini “ülkücü”
diye kabul eden insanları da MHPliler
dışlar, “tekfir” eder. Nereden biliyorum?
Çünkü MHP’nin şeriatçılık destekçisi tutumunu eleştiren her yazıda yazarın,
birileri tarafından imansızlıkla itham edildiğini her gün görüyoruz.
Ülkücü, MHP dışında milliyetçilik
yapılmasını havsalasına sığdıramayan kişidir.
Ülkücü dindar, hatta dincidir.
Ülkücü denen insanın muhakkak namaz kılması beklenir.
Ülkücü içki içmez.
Ülkücü kadınlı erkekli
toplantılara gitmez. Aile ziyaretlerinde haremlik selamlık düzeni tercih eder.
Ülkücünün eşi, belki kadınlar
kolunda faaliyet gösterir ama mesela kocasına rakip olarak parti yönetimine
girmeyi falan kendi başına isteyemez. “Beyinin” iznini istemek “sünnettir” çünkü… Abartılı geliyorsa
memlekette kadınlı erkekli ilk toplantıyı yapan Türk Ocakları’ndaki “Hanımlar
icra Heyeti” denen saçmalığa bakmanızı istirham ederim. Kadınına “Senin aklın ermez, aklın ve dinin eksiktir,
siyaseti, vatanseverliği bana bırak, git kek, börek çay yap, gelirken iki bardak
getir abilerle içeceğiz!” kıvamında
davranan insanlar bizim içimizdedir; El kaidecilerle beraber Suudi
Arabistan’da, Afganistan’da falan değil…
Ülkücü, Said-i Kürdi’ye
“Bediüzzaman” der, evinde Risalelerden mutlaka bir, iki cilt bulundurur.
Ülkücü, “Türk İslâm Ülküsü” denen
dinci siyaset tasavvurunu “ülkü” diye benimser. Siyasetin, lâik hayat tarzına,
beşeri hukuka ve temel haklar kabulüne değil, “ulemanın” , şeyhlerin,
seyyitlerin öğretilerine dayanmasından yanadır.
Ülkücü, kadınla erkeğin ilişkisinde
eşitliğe inanmaz.
Ülkücü, herkesi “İslâm ahlâkında” aynılaştırmayı
“ülkü” sanır.
Ülkücü, kadife ceket giymez.
Ülkücü, ağabeylerinin
emrettikleri dışında kitap okumaz. Zaten genel olarak pek okumaz. Bırakın
Hayek, Mises, Ayn Rand, Bauman, Politzer, Wallerstein, Kroptkin; Stephen King
okuyan bir ülkücüye rastlamanız, hemen hemen imkânsızdır.
Ülkücü için felsefe, Gazali’nin
fetvasınca “küfür”; ideoloji de Cemil Meriç’ten sekizinci el ezberler gereği
“deli gömleğidir.”
Ülkücü, elleri Türk bayraklı solcuları, ateistleri
vs. “Türk” gözüyle değil de “Müslüman ümmeti” gözlüğüyle “kâfir” diye görerek
sevmeyen insandır.
Ülkücü, ODTÜ’de gençleri ezen,
ormanı yakan, dinci fırsatçılığa “din kardeşliği” nazarından bakıp da sessiz kalan siyasi
taraftır.
Ülkücü, kendi başına düşünüp
konuşan, hareket eden insanları, “ağabeyi” bile olsa dövmekten çekinmeyen siyasi
fedaidir.
Ülkücü, Türk Ulusu’nun yüce
sembolü Bozkurt, dincilerin elinde AKP mitinglerinde oyuncak edilmişken o mitingdeki
sahtekârları durdurmadan, öylece beklemeyi, “terbiye” sanan partilidir.
Ülkücü, Türk bayrağı,
dinciliğin panzerleriyle ezilip
yırtılırken onu müdafaa etmek için liderinin emrini bekleyip de kılı kıpırdamayan,
vicdanı sızlamayan “şüheda torunudur”.
Ülkücü, hem 80 öncesi komünist
tehdidini canıyla durdurmakla övünüp hem de bugün sokaklardaki teröre suskun
kalan bununla da övünen; etnik ırkçı terörü ve dinci şiddeti durdurmayı ,işçi,
kadın, öğrenci coplayan, ODTÜlü gençlere “Atatürk’ün piçleri” diye
küfreden, cemaatin ve AKP’nin gümüş
yüzüklü polislerine havale etmeyi, vatanseverlik
ve sağduyu sanıp kendi kendini nakzeden, kafası dincilikle bulanmış mahallenin
kabadayısıdır.
Hal böyleyken ülkücülerin, polis
panzerlerine, gövdeleriyle, Türk bayraklarıyla, çiçeklerle, kitaplarla karşı
çıkan insanların, sevgilileriyle el ele dolaşıp öpüştüğü, kitap okuyup
tartıştığı, Nuri Bilge Ceylân seyrederek Türk olmaktan gurur duydukları bir
şehrin, Cihangir gibi bir semtinde zaten oturmayacakları açık değil mi?
Selcan Hanım’ın seçkincilik
eleştirisine sonuna kadar katılıyorum da kafasındaki ülkücü tasavvurunu
fazlasıyla hayalci ve iyimser buluyorum.
Ülkücü ne Cihangir’de oturmayı
ister ne de Batılılaşmış bir toplum parçasıyla ilgilenir.
Ülkücü, zaten Cihangir’in yaşadığı
değerlerle bir arada bulunmaz, orada olmayı istemez, orada da oturmaz. Ülkücü
Cihangir’i Cihangir yapan, onu izbelikten kurtarıp da yeşerten medeniyeti
anlayamaz, ona dahil olamaz.
Ülkücü, istese de Cihangir’de
oturamaz.
2 yorum:
Vallahi çok doğru.Ama onlar için de siz dinsizsiniz.Ama olsun.Boşverin.İnsan doğru bildiğini söylerse dürüst olur ancak.
Ne zamandır yoktunuz. Nerelerdeydiniz?
Ne yazık ki ülkücüler kendilerine bakmayı pek istemiyorlar.
Vakit ayırıp yorum bıraktığınız için çok teşekkürler.
Yorum Gönder