5 Aralık 2012 Çarşamba

İdeoloji Yollarında Milliyetçi Siyaset


Fikirden bahsetmekle fikrin içini doldurmak, çok farklı şeyler.
Türk milliyetçiliğinden bahsederken de yaptığımız bu.
Milliyetçi olmanın belli bir şekli olduğunu düşünüyoruz. Buna ideoloji diyoruz ama öyle olup olmadığını aslında bilmiyoruz.

"Dokuz Işık'a" bir tür ayet kudreti vererek onu milliyetçiliğin amentüsü gibi kabul ediyoruz.
Dokuz Işık gerçekte nedir, ne değildir bunu hiç düşünmüyoruz. Dokuz Işık, düşünülüp düşünülebilecek yegâne ideolojiymiş, varılabilecek son noktaymış gibi düşünüyor çoğumuz.

Dokuz Işık'ın madde madde  tahlilinin yapılıp yapılamayacağını bile düşünmüyoruz, düşünmek de istemiyoruz.
Sorun milliyetçiliğin gerçekte bir ideoloji olup olamayacağıdır.
İdeolojiler, toplumsal düzenle ilgili paradigmalardır, kapsayıcı ve açıklayıcı bütünlükte fikir paketleridir. Toplumsal düzenleri onlara göre anlamaya çalışır ve de tadil ederiz. Sosyalizm, tadilat yerine devrimle bütüncül bir değişim önerir meselâ.

Toplumsal düzenle ilgili kapsayıcılıkları açısından, ideoloji olarak adlandırabileceğimiz iki paradigma var: Sosyalizm ve liberalizm.
Toplumsal düzenle, yani  ferdin toplumla ve devletle karşılıklı ilişkiler ağıyla ilgili bütün düşünceler, bu iki kutup paradigma arasında bir yere yerleşir. Bazıları sosyalizme bazıları liberalizme daha yakındır.
Peki ama bu iki ideolojiyi birbirinden bu derece ayıran farkla nelerdir?
Bu farklar bu ideolojinin yol ayrımlarında kendini belli eder.
Liberalizm, toplumsal düzenin gerçek bireylere dayandığını ve gerçek bireylerin varoluşlarının, onların farklılıklarını aşan genel kurallarca  teminat altına alınmadıkça toplumsal düzenin  barışçı ve  âdil olamayacağını söyler.

Sosyalizm ise bireyin, toplumun eseri olduğunu, dolayısıyla bireyin toplumdan ayrı gerçek ve yetkili bir varlık olarak düşünülmesinin insancıl olmadığını düşünür. Bireyciliğin, katıksız ve yalıtılmış bir bencillik olarak düşünülmesinin sebebi, sosyalizmin  "toplum için birey" fikrinin, çoğu insana daha romantik gelmesidir.
O halde bir parti olarak ferdin toplumla ve devletle karşılıklı ilişkileri hakkında başlangıç kabulünüz neyse sunduğunuz politikalar da bu kabule göre şekillenecektir.
Bu noktada, milliyetçiliğin siyasî yöneliminin de ideolojik kutuplar arasında, sosyalizme daha yakınlaştığını düşünmemiz sanırım yanlış olmayacaktır.
Peki ama neden?

Dokuz Işık'ta her ne kadar "Hürriyetçilik Ve Şahsiyetçilik" diye bir madde varsa da maalesef milliyetçiliğin siyasal yönelimi, milliyetçilerin "Benlerinden" feragat etmesine dayandırılmıştır. Dokuz Işık'ta "Toplumculuk" ve "Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik" ilkeleri bu açıdan birbirleriyle çelişen ilkelerdir.
"Her çeşit faaliyetin toplum yararına yürütülmesi..." dediğinizde, insanlara kendi bildikleri gibi hareket edemeyeceklerini, kendi menfaatlerini gözetmenin kötü olduğunu söylemiş olursunuz. Bu, temel hakların ( hayat, mülkiyet, ifade hürriyeti) toplum adına ilgası anlamına  gelir ki açıkça sosyalizmdir.
Burada şunu görüyoruz ki ideolojileri reddederek bir ideoloji olmaya gayret eden siyasal milliyetçiliğin  "doktrini",  özünde  hiç bir  açıklayıcılık ve cevaplayıcılık  taşmamaktadır.
Milliyetçiliği bu doktrinle özdeşleştirmek, bir tavır ve tutum olarak onu belli bir kalıba sokmak gayretidir.
Maalesef MHP, bir partinin ideoloji gibi büyük fikir paketi üretemeyeceğini görmek yerine, ideolojileri reddederek kendince bir ideoloji geliştirmeye çalışmıştır.
Böylece  milliyetçiliği kendince bir yere yerleştirmiş ama bu yerin ideolojilerden hangisine yakın durduğunu  fark edememiştir.

İnsanların kendi menfaatlerini takip etmesini ahlâksızlık olarak görerek ahlâkî kabulünün, onu, toplumu putlaştırmak aşırılığına yaklaştırdığını görememiştir.   Türkiye'de siyasal milliyetçilik, ahlâkı, bireysel bir zararsızlık iradesi olarak görmek yerine toplumsal bir emir olarak görmeyi tercih etmiştir. Bu, milliyetçilerin içinde tarikatlerin ve cemaatlerin parazitleşmesini kolaylaştıran en önemli etkendir.

Bütün bunların  iki sebebi vardır:
Birincisi, milliyetçilerin mevcut dünyayı anlamak hususundaki tembellikleri... Söylenmiş şeyleri okumaktaki isteksizlikleri...
İkincisi de birikimsiz beyinlerden çıkacak fikirlerin orijinal olacağını sanmalarıdır.
Bu iki yanlış kabul, "Lider, doktrin, teşkilât" sloganıyla kemikleştirilmiş ve hiç bir tutarlı fikrî içeriği olamayan siyasal milliyetçilik, milliyetçiliğin mümkün olabilecek tek hali  olarak kabul edilmiştir.


Siyasal milliyetçilik, söylemlerinin, önermelerinin mantıksal tutarlılığını gözden geçirmeksizin bunları, birer   "iman maddesi" olarak seçmenlerine sunmuştur ki bu tavır hâlâ devam etmektedir. Bu kesin inanç tavrının, bilhassa siyasal milliyetçiliğin popülist endişelerle dincileştirilmesinden sonra kemikleştiğini söyleyebiliriz.
Siyaset, topluma, neyi, nasıl halledeceğini söylemek işidir. Bu da neyi sorun, neyi çözüm kabul ettiğinizi  bildirmeniz gerektiği anlamına gelir. Türk Milliyetçileri fikrin siyasetten öne geldiğini, siyasi  sloganların fikir olarak kullanılamayacağını artık idrak etmeleri gerekmektedir.


Dünyada uygulanmış ve uygulanan rejimlerin, fikrî özleriyle, uygulamaları arasındaki çelişkileri görmek, bu rejimlerin fikri özlerini ahlâk ve fayda açısından incelemek Türk milliyetçilerinin gecikmiş ve aslî görevidir.
Tek kelime Politzer okumadan antikomünist, domates alırken pazarlık etmenin anlamını düşünmeden, antikapitalist olmanın, Türk milliyetçilerine kazandırabileceği hiç bir şey yoktur.

Bu fikri boşluk, bir başka fikir paketiyle, siyasal İslâmcılık'la doldurulmaya çalışılmış fakat o da Türk'e göre yorumlanmak yerine Arapçı fanatizmin aşırılığıyla  aklileştirilmeye çalışılmıştır.
Bütün bunların sonucu  yalnızca "O değil, bu da değil, şu da değil..." tercihsizliği olmuştur.
Milliyetçilik milletin hürriyet ve refahının gözetilmesi ve öncelenmesi ise bunun nasıl olacağına dair fikrî tercihler yapılmalıdır.

Aksi takdirde, milliyetçi siyaset, eylemlerinin sonuçlarını dikkate almaksızın, züccaciye dükkanına giren fil misali attığı her adımda milletin refahına ve hürriyetine daha fazla zarar verecektir. Milliyetçi siyasetin şu anki dinci eğilimli popülizmiyle iktidar olması zor görünse de millete faydalı şeyler sunmak için bunu beklemesi gerekmiyor. Yalnız, milletin hayrına şeyler söyleyebilmenin yolu,  hayra ve şerre giden yollar hakkında bilgiyle dolmaktır.
Yapılmış yolların haritalarını reddederek yeni yollar hayal ettiğini söylemek yeni bir yol yapmak değildir. Rahmetli babam, Abdurrahman ÇELİK'in, kendi mesleğiyle ilgili bir sözüyle yazıyı bitirmek istiyorum: "Hiç bir yol, araziyi inkâr ederek yapılamaz..."


2 yorum:

selcen dedi ki...

Bravo.Elinize sağlık.Boşlukta debelenenlere ithaf edelim.

Afşar Çelik dedi ki...

Ben teşekkür ederim efendim, her zaman beklerim. Edelim o halde...