Türk milliyetçiliğinden
bahsederken de yaptığımız bu.
Milliyetçi olmanın belli bir
şekli olduğunu düşünüyoruz. Buna ideoloji diyoruz ama öyle olup olmadığını
aslında bilmiyoruz.
"Dokuz Işık'a" bir tür
ayet kudreti vererek onu milliyetçiliğin amentüsü gibi kabul ediyoruz.
Dokuz Işık gerçekte nedir, ne
değildir bunu hiç düşünmüyoruz. Dokuz Işık, düşünülüp düşünülebilecek yegâne
ideolojiymiş, varılabilecek son noktaymış gibi düşünüyor çoğumuz.
Dokuz Işık'ın madde madde tahlilinin yapılıp yapılamayacağını bile
düşünmüyoruz, düşünmek de istemiyoruz.
Sorun milliyetçiliğin gerçekte
bir ideoloji olup olamayacağıdır.
İdeolojiler, toplumsal düzenle
ilgili paradigmalardır, kapsayıcı ve açıklayıcı bütünlükte fikir paketleridir.
Toplumsal düzenleri onlara göre anlamaya çalışır ve de tadil ederiz. Sosyalizm,
tadilat yerine devrimle bütüncül bir değişim önerir meselâ.
Toplumsal düzenle ilgili
kapsayıcılıkları açısından, ideoloji olarak adlandırabileceğimiz iki paradigma
var: Sosyalizm ve liberalizm.
Toplumsal düzenle, yani ferdin toplumla ve devletle karşılıklı
ilişkiler ağıyla ilgili bütün düşünceler, bu iki kutup paradigma arasında bir
yere yerleşir. Bazıları sosyalizme bazıları liberalizme daha yakındır.
Peki ama bu iki ideolojiyi
birbirinden bu derece ayıran farkla nelerdir?
Bu farklar bu ideolojinin yol
ayrımlarında kendini belli eder.
Liberalizm, toplumsal düzenin
gerçek bireylere dayandığını ve gerçek bireylerin varoluşlarının, onların
farklılıklarını aşan genel kurallarca
teminat altına alınmadıkça toplumsal düzenin barışçı ve
âdil olamayacağını söyler.
Sosyalizm ise bireyin, toplumun
eseri olduğunu, dolayısıyla bireyin toplumdan ayrı gerçek ve yetkili bir varlık
olarak düşünülmesinin insancıl olmadığını düşünür. Bireyciliğin, katıksız ve
yalıtılmış bir bencillik olarak düşünülmesinin sebebi, sosyalizmin "toplum için birey" fikrinin, çoğu
insana daha romantik gelmesidir.
O halde bir parti olarak ferdin
toplumla ve devletle karşılıklı ilişkileri hakkında başlangıç kabulünüz neyse
sunduğunuz politikalar da bu kabule göre şekillenecektir.
Bu noktada, milliyetçiliğin
siyasî yöneliminin de ideolojik kutuplar arasında, sosyalizme daha
yakınlaştığını düşünmemiz sanırım yanlış olmayacaktır.
Peki ama neden?
Dokuz Işık'ta her ne kadar
"Hürriyetçilik Ve Şahsiyetçilik" diye bir madde varsa da maalesef
milliyetçiliğin siyasal yönelimi, milliyetçilerin "Benlerinden"
feragat etmesine dayandırılmıştır. Dokuz Işık'ta "Toplumculuk" ve
"Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik" ilkeleri bu açıdan birbirleriyle
çelişen ilkelerdir.
"Her çeşit faaliyetin toplum
yararına yürütülmesi..." dediğinizde, insanlara kendi bildikleri gibi
hareket edemeyeceklerini, kendi menfaatlerini gözetmenin kötü olduğunu söylemiş
olursunuz. Bu, temel hakların ( hayat, mülkiyet, ifade hürriyeti) toplum adına
ilgası anlamına gelir ki açıkça
sosyalizmdir.
Burada şunu görüyoruz ki
ideolojileri reddederek bir ideoloji olmaya gayret eden siyasal
milliyetçiliğin "doktrini", özünde
hiç bir açıklayıcılık ve
cevaplayıcılık taşmamaktadır.
Milliyetçiliği bu doktrinle
özdeşleştirmek, bir tavır ve tutum olarak onu belli bir kalıba sokmak
gayretidir.
Maalesef MHP, bir partinin ideoloji
gibi büyük fikir paketi üretemeyeceğini görmek yerine, ideolojileri reddederek
kendince bir ideoloji geliştirmeye çalışmıştır.
Böylece milliyetçiliği kendince bir yere yerleştirmiş
ama bu yerin ideolojilerden hangisine yakın durduğunu fark edememiştir.
İnsanların kendi menfaatlerini
takip etmesini ahlâksızlık olarak görerek ahlâkî kabulünün, onu, toplumu
putlaştırmak aşırılığına yaklaştırdığını görememiştir. Türkiye'de siyasal milliyetçilik, ahlâkı,
bireysel bir zararsızlık iradesi olarak görmek yerine toplumsal bir emir olarak
görmeyi tercih etmiştir. Bu, milliyetçilerin içinde tarikatlerin ve cemaatlerin
parazitleşmesini kolaylaştıran en önemli etkendir.
Bütün bunların iki sebebi vardır:
Birincisi, milliyetçilerin mevcut
dünyayı anlamak hususundaki tembellikleri... Söylenmiş şeyleri okumaktaki
isteksizlikleri...
İkincisi de birikimsiz
beyinlerden çıkacak fikirlerin orijinal olacağını sanmalarıdır.
Bu iki yanlış kabul, "Lider,
doktrin, teşkilât" sloganıyla kemikleştirilmiş ve hiç bir tutarlı fikrî
içeriği olamayan siyasal milliyetçilik, milliyetçiliğin mümkün olabilecek tek
hali olarak kabul edilmiştir.
Siyasal milliyetçilik,
söylemlerinin, önermelerinin mantıksal tutarlılığını gözden geçirmeksizin
bunları, birer "iman maddesi"
olarak seçmenlerine sunmuştur ki bu tavır hâlâ devam etmektedir. Bu kesin inanç
tavrının, bilhassa siyasal milliyetçiliğin popülist endişelerle
dincileştirilmesinden sonra kemikleştiğini söyleyebiliriz.
Siyaset, topluma, neyi, nasıl
halledeceğini söylemek işidir. Bu da neyi sorun, neyi çözüm kabul
ettiğinizi bildirmeniz gerektiği
anlamına gelir. Türk Milliyetçileri fikrin siyasetten öne geldiğini,
siyasi sloganların fikir olarak
kullanılamayacağını artık idrak etmeleri gerekmektedir.
Dünyada uygulanmış ve uygulanan
rejimlerin, fikrî özleriyle, uygulamaları arasındaki çelişkileri görmek, bu
rejimlerin fikri özlerini ahlâk ve fayda açısından incelemek Türk
milliyetçilerinin gecikmiş ve aslî görevidir.
Tek kelime Politzer okumadan
antikomünist, domates alırken pazarlık etmenin anlamını düşünmeden,
antikapitalist olmanın, Türk milliyetçilerine kazandırabileceği hiç bir şey
yoktur.
Bu fikri boşluk, bir başka fikir
paketiyle, siyasal İslâmcılık'la doldurulmaya çalışılmış fakat o da Türk'e göre
yorumlanmak yerine Arapçı fanatizmin aşırılığıyla aklileştirilmeye çalışılmıştır.
Bütün bunların sonucu yalnızca "O değil, bu da değil, şu da
değil..." tercihsizliği olmuştur.
Milliyetçilik milletin hürriyet
ve refahının gözetilmesi ve öncelenmesi ise bunun nasıl olacağına dair fikrî
tercihler yapılmalıdır.
Aksi takdirde, milliyetçi siyaset,
eylemlerinin sonuçlarını dikkate almaksızın, züccaciye dükkanına giren fil
misali attığı her adımda milletin refahına ve hürriyetine daha fazla zarar
verecektir. Milliyetçi siyasetin şu anki dinci eğilimli popülizmiyle iktidar
olması zor görünse de millete faydalı şeyler sunmak için bunu beklemesi
gerekmiyor. Yalnız, milletin hayrına şeyler söyleyebilmenin yolu, hayra ve şerre giden yollar hakkında bilgiyle
dolmaktır.
Yapılmış yolların haritalarını
reddederek yeni yollar hayal ettiğini söylemek yeni bir yol yapmak değildir.
Rahmetli babam, Abdurrahman ÇELİK'in, kendi mesleğiyle ilgili bir sözüyle
yazıyı bitirmek istiyorum: "Hiç bir
yol, araziyi inkâr ederek yapılamaz..."
2 yorum:
Bravo.Elinize sağlık.Boşlukta debelenenlere ithaf edelim.
Ben teşekkür ederim efendim, her zaman beklerim. Edelim o halde...
Yorum Gönder