25 Nisan 2012 Çarşamba

Gelip Geçer Bir Aydınlık Ufuktan


Aklımdan geçenlerle yapmaya başladıklarım bazen birbirini tutmuyor.
Aklımdan nicedir hikâye yazmak geçiyor… Bir şey beni blog yazmaya itiyor.
Bugün köye dolu yağdı, hem de ne dolu! Yamaçlar sanki yeniden karla kaplandı. Bunun ne önemi var?
Ben de bilmiyorum, doğrusu… Bilip de bilmemek  gibi.. Bir an aydınlanıyorsunuz sonra… “neydi bulduğum?” diye düşünüyorsunuz.

Belki de aydınlanmak öyle tesadüfen olan bir şey değildir? belki aranmayınca bulunmuyordur? Belki de aramanın bir usulü vardır, kendince?

Aydınlanmayı  niçin istediğimizle ilgilidir belki de her şey?

Yani… Aydınlanmayı, onun kıyafeti için aradığımızda onu bulamıyoruz… O bizi farklı yapacak sanıyoruz… Bambaşka biri gibi görünüp fark edileceğiz sanıyoruz…

Oysa bizi en sakin köşelerde, en tembel anlarımızda, en gamsız zamanlarımızda buluyor belki de? İyi de neden?
Galiba… Galiba o anlar en masum olduğumuz anlar olduğundan… Hesapsızlıkla yaşadığımız anlar olduklarından…

Güzelliği ve zevki en saf haliyle yaşadığımız anlar olduklarından… O anlarda omuz başımıza konuyor ve gülümsüyor…

Sanırım, öyle oluyor…

İyi  de bunlardan size ne değil mi? Haklısınız… Da… Bencilce bir lâf olacak belki ama burası benim blogum… Nasihat de benim kendime  nasihatim… Kendi blogumda kendime sesleniyorum, belki de delilik ediyorum…

Anlayamazsam içimin aydınlığını, aydınlatamam… Aydınlatmaya uğraşarak değil, aydınlanamadığımdan… Hepimizde vardır fikrin saflığı ve  aklın sezgisel yumuşaklığı… Ama çok azımız  kulak veririz ona…
Aydınlanınca insan, çabalamasına gerek kalmaz… Kendiliğinden bir fener olur, bir kandil, bir mum, bir lâmba…

Bunun ne önemi  mi var?
Kendini aydınlatamayanlardan olmak istemiyorum da ondan…

Hiç yorum yok: