15 Mart 2010 Pazartesi

Entelektüel Köksüz müdür?




Şüphesiz entelektüel, çevresine eleştirici ve sorgulayıcı bakan adamdır.
Peki entelektüel niçin böyle bir tavrı benimser?

Çünkü o, insanın varoluşuyla diğer insanlara göre daha yakından ilgilenir de onun için…
Bu açıdan bir entelektüel için ezberler, tabular ve otorite son derece soğuk kavramlardır.
O halde bir entelektüelin varacağı son nokta nihilizm midir? O, içinde yetiştiği toplumla hiçbir ilgisinin olmamasıyla mı temayüz eder? O, hiç kimsenin bilmediği, anlayamayacağı ve hikmetini ancak kendisinin bildiği bir “tanımsız insanlığın” üyesi midir?

Buraya kadar entelektüel kavramıyla ilgili akıl yürütmemizin elbette bir amacı var.
Önce 1980’e kadarki sol kampı ve şimdilerde sağın ifsat edilmiş hali olan nevzuhur liberal okumuşlarla siyasal dinci kampı etkisi altına alan “köksüzlük”, “vatansızlık” ve yabancılaşmaya değinmek için akıl yürütmemi temellendirdim.

Zira ülkemizde batılı entelektüellerin vatansız, milliyetsiz, köksüz adamlar olduklarına dair ciddi bir inanış vardır. Hem entelektüeli benimseyenler hem de ona karşı olanlar bu görüşü paylaşır.
Çünkü geri ülkelerin okumuşları şeyleri, kavramları ancak “şekilleriyle” algılayabilir.
Çünkü, bu aynı zamanda geri kalmışlığın sebebidir.

O yüzden, bizde, içinde yaşadığı toplumda bir ölçüde yabancılaşmış, “bohem” görünüşlü kim varsa onu argo tabirle “entel” diye nitelemek halkın, “entelektüel” diye nitelemek de okumuşların ortak ayıbı ve eksikliğidir.

Entelektüel şekil açısından bir aykırılık sergilerken bu aykırılığın felsefî kökenini savunabilen insandır. O, şekillerin, anlamı gölgelemesine karşı çıkan insandır. O bunu yaparken içinde yaşadığı toplumun kavrayışının gelişmesinin ıstırabını çeken insandır.

Entelektüel, toplumun ancak anlam arayışları kadar gelişmiş olduğunu anlamış kişidir.
Bu yüzden ferdî anlam arayışlarının üzerindeki her türlü resmî ve gayrı resmî baskıya karşı duran insandır. İşte entelektüelin muhtemelen aykırı görünüşünün, şeklinin anlamı budur.
Entelektüel kitap yutan bir “malumatobur” değildir. Entelektüel, akla karşı naklin diktatörlüğüne karşı çıkan kişidir.

Bunu belirtmemin sebebi, entelektüelliğin özü itibariyle bir “ahlâkî” tavır olduğunu anlatmaktır.
Entelektüel, ahlâkını otoritenin iteklemesiyle değil aklının gücüyle ayakta tutan kişidir.
Peki ama entelektüel hayatının dayanağı olan ahlâkı nereden edinir?

Bu ahlâk, özü itibariyle insanlığın ortak değeridir aslında. Entelektüelin köksüz, bohem görünmesinin en büyük sebebi de onun cihanşümul değerlere sürekli atıfta bulunmasıdır.
Herhalde bu yüzden olsa gerek Virginia Woolf’a İngiliz mi İskoç mu olduğu sorulduğunda “İki ırk biliyorum, entelektüeller ve diğerleri” demişti.

Ortak değerleri savunmalarına rağmen en nihayetinde her entelektüel bu değerleri belli bir toplumsal yapının içinde edinir ve sevgisinde bir öncelikler sırası kendiliğinden meydana gelir.
Meselâ kendi milletinin ordusunun yaptığı bir haksızlığa karşı çıkan entelektüel, milletine karşı çıkıyor, değildir. İçinde yaşadığı toplumda edindiği adalet fikrini tarafsızca savunuyordur sadece. Buna mukabil, kendi milletine yöneltilen saldırıları savunmak gibi bir tavır da göstermez.

İnsanlıkla ilgili değerleri edinmesini sağlayan başta ailesi olmak üzere, toplumsal kurumlarının hepsinden derin bir gurur da duyar. Çünkü bunlar ona kendini ifade etme araçlarını sunmuş, ona yetişeceği bir vasat hazırlamıştır.

Şüphesiz bir entelektüel bir başka ülkenin entelektüeli ile bir araya geldiğinde bundan ayrı bir zevk alır.

Bu zevkin yarısı ortak insanlık değerlerine bağlılıktansa diğer yarısı da bu değerlere sahip farklı kültürlerin zenginliğini tatmaktandır.

Bu yüzden “salt insan” olan renksiz, kokusuz, nötr bir entelektüel diye bir şey yoktur. Sanırım bizdeki entelektüel algısının oluşumunda, sürekli sürgüne ve köksüzlüğün acısına vurgu yapan Edward Said’in etkisi büyüktür.

Gene sanmaktayım ki Said’in köksüzlük ve sürgünle ilgili yarası ve ıstırabı bir tür köksüzlük methiyesi gibi anlaşılmıştır.

Oysa Said’i oryentalizm tenkitçisi bir batılı entelektüel haline getiren de gene batının oturmuş entelektüel değerleridir. Onun kitaplarını basan, ona ders verdiren batı, bunu kendine has bir değer olarak görmekte, Said’in şarkiyatçılık eleştirilerini, kendi entelektüel ortamlarının bir tasdiki olarak kabul etmektedir ve bu konuda haksız da sayılmaz.

Dikkat edilirse Hitler zulmünden İngiltere’ye sığınan bilhassa Avusturya kökenli entelektüeller, İngiliz kültürünün bir parçası olmuşlardır ve İngiliz entelijansiyasının da gururu olarak algılanmışlardır.

Entelektüelin milliyetsiz bir insan olması gerektiğine dair ülkemizde yayılmaya çalışılan kanaat, eski enternasyonalist sosyalistlerin şimdilerde liberal değerleri sömürerek yaptığı propagandadan başka bir şey değildir. Ne yazık ki bu propagandaya liberallerin geniş kesimi, etnik ırkçılar ve zaten milliyet fikrine düşman siyasal dinci kesim de taraftarlık etmektedir.

Ahlâkî tutarlılığı gözetmenin, köksüzlüğü gerektirmediği anlaşılmadığında, ortaya şiddetin egemenliği çıkar. Çünkü ahlâk’ın içinde geliştiği toplumun değerleri inkâr edildiğinde o değerlerin yarattığı bütün bir siyasi yapı ve egemenlik kurumu da kendiliğinden reddedilmiş ve saldırılara açık hale getirilmiş olur. Ülkemizde sözüm ona bazı “insan hakları” savunucuların etnik ırkçılığı ve etnik terörü meşrulaştırma teşebbüslerinin arkasında bu köksüz ve çarpık sözde değer savunuculuğu yatmaktadır.

Kendi milletini inkâr ederek insanlığı savunduğunu sananlar,değerlerini edindikleri toplumu inkâr eden köksüz anarşistlerden başkaları değildir. Devlet düzenlerini reddederek tamamen toplumun doğal düzeninin kendiliğindenliği savunuluyor ise milletlerin varlığı ve değerleri inkâr edilemez. Eğer anarşizm bunun da inkârını gerektiriyorsa o zaman doğrudan varoluşumuza karşı bir saldırı halini alır ki zaten ülkemizde etnik terörün kendilerini entelektüel sanan köksüz değer yoksunu okumuşları sömürebilmesinin sebebi de budur.






.

Hiç yorum yok: