16 Ekim 2009 Cuma

Yabancılaşmış Liberal Okumuşlarda Muhakeme Çarpıklığı


1980 öncesinde sol kampın bilhassa son beş yıldır liberal kampın içindeki okumuşlarda ülkemizin başlıca sorunları hakkında ciddi bir muhakeme çarpıklığı olduğunu söyleyebiliriz.
1980 ve öncesindeki sol kampın muhakeme çarpıklığının “silahlı propaganda” denen katliam siyasetiyle ülkeyi nerelere getirdiği hepimizin malumu…
Bu okumuş kesimde doğrudan doğruya etik noksanlıkla bağlı iki hususu gözümüze çarpıyor:

1- Hükümsüzlük

2- Çarpıtılmış empatik bakış

Memleketimizin bilhassa liberal okumuşlarında artık hiçbir konu ile ilgili hükme varamamak hastalığı korkunç bir salgın halinde vicdanları ve muhakemeyi zayıflatıyor.
Bunun sebebi düşünceye, akıl yürütmeye temel teşkil edecek etik ve hukukî normların işletilmemesi veya bunlardan haberdar olunmaması. Bir başka sebebi de kategorik çarpıtma.

Meselâ ülkenin bölünmesi endişesini eline bayrak alarak ifade edenleri “ırkçı” diye nitelemek buna mukabil, aynı bayrağı yakıp, o bayrağın temsil ettiği değerleri koruyan insanları taşlayıp öldüren insanları “haklar” şemsiyesi altında korumak…
Liberal okumuşlarda “devletin” kategorik olarak mutlak kötülüğü anlayışı maalesef devlete karşı her türlü eylemin zımnen haklı olduğu neticesini getirmekte.

Nitekim ülkemizin içinde yaşadığı etnik terör yangınında, Türk devletine liberal camiadan yöneltilen kimi zaman hakarete varan eleştirilerin yanında etnik terörün hemen hemen hiç eleştirilmemesi hatta tam da Marksist bir tarih tapınıcılığıyla meşrulaştırılmaya çalışılması bu kategorik çarpıtmanın düşündürücü bir örneğidir.
Bu kategorik çarpıtma, aklın, bir muhakeme yolu izlemesine engel olmakta, fiillerin adlandırılmasını ve muhakeme edilmesini imkansızlaştırmaktadır.

Bunun yanı sıra etiğin işletilmemesi, bilhassa liberal camia için büyük ayıptır. “Bombalar savaşın bir parçası!” diyen insanların siyaset yapıp yapmadıkları konusunda bir hüküm vermek sorumluluğundaki ilk kesim olan liberallerin bundan kaçınması bunun delilidir.


Hükümsüzlük sorununda en büyük psikolojik açmaz, bir yargıya varmanın sorumluluğundan kaçmak arzusudur.


Halbuki netice itibariyle liberal teorinin sac ayaklarından biri etiktir ve etik hükme varmayı gerektirir. Bir meselenin etik tartışmasına girmek o meseleyi ahlâkla tartmak demektir.


“Yargılamanın” nevzuhur liberallerde bir tür insanlık dışı hiyerarşileştirme olarak kabul edildiğini ve bundan dolayı işletilemediğini söyleyebiliriz.
Liberal teorinin diğer sac ayağı olan “hukuk” da hak ve hak ihlali konusunda karar vermeyi, hükme varmayı gerekli kılar.


Liberaller hukukun tesis edilmesi gerekliliğini sıkça vurgulamaktadır. Kanaatimce diyalektik hokkabazlıkların etkisinde kalmış hümanizm anlayışlarıyla da bir insanı yargılamanın aslında toptancı ve kestirmeci bir iş olacağı yanılgısına düşmekteler.
Hükümsüzlüklerinde en büyük açmaları şudur ki ir şeyin neliği ile ilgili her cümle aslında bir hükümdür. Veya her cümle kullandığınız kelimelerin anlamları ve çağrışımları ile belli bir istikameti mutlaka gösterecektir. Anlamın kendisi bizatihi bir hükümdür.

Hele etikten, hukuktan bahsediyor iseniz hele aksiyomatik bir ideolojiniz var ise iki insan arasındaki bir davada tarafların haklılığı konusunda hükme varma sorumluluğundan kaçamazsınız.

Bir kere hüküm vermekten kaçınırsanız artık davranışları değerlendirmek için kullanacağınız ilke ve kurallardan feragat etmişsiniz ve katille maktulü aynı kefeye koyuyorsunuz demektir. Oysa “katil” ve “maktul” diye iki mutlak kategori vardır ve bu kategoriler arasındaki fark bize suçu ve suçluyu gösterir.

Bir kere hüküm vermekten kaçınırsanız artık etikle ilgili konuşma hakkını kaybedersiniz ki etik “adil” davranışın ölçülerini belirleyen ve bunu hükme bağlayan düşünme faaliyeti demektir. “Yargılama ki yargılanmayasın!” korkaklığı nevzuhur liberallerimizde içte etnik terörü yargılayamama, dış ilişkilerde meselâ Karabağ sorununda etik yoksunlukla sessiz kalma davranışına yol açıyor.


Bu noktada ikinci açmazla karşılaşıyoruz: Çarpıtılmış empatik bakış…
“Olayın farklı tarafları var, bir de onların gözünden bakalım!” tavrı her zaman kullanılabilecek bir tercih olamaz. İşin etik hassasiyeti, etik yönünden, hukuk birliği yönü hukukî tanıma açısından bu tutumun yanlışlık ihtimalini bize gösterebilir.

“Empati” ancak etik veya hukukî bir asgari müşterekte buluştuğumuz insanlar için geliştirilebilir ve geliştirilmelidir de… Ülkenizi işgal eden bir Kızıl Ordu veya SS kıtasının askerleriyle empati geliştirmezsiniz. Zira o askerler sizin hayat hakkınızı kategorik olarak reddetmektedir.


Mütecaviz bir devletle empati geliştiremezsiniz. Sizinle aynı kurallara göre oynamayı reddeden insanlarla barışçı bir maç hayal edemeyeceğiniz gibi…
Dolayısıyla herhangi bir husumette, tarafların aynı hukukî zemini paylaşıp paylaşmadığına, aynı hukuk sağlayıcıyı kabul edip etmediğine bakmalıyız.
Ülkemizi bölebileceklerini söyleyen eli silâhlı adamlarla ilgili empati geliştirmeye çalışmak, husumetin haklılık testinin geçersizliği anlamına gelir. Bir davranışın yargılanması, failin aklileştirmesine müracaat edilerek yapılamaz, davranışın kurallara uygunluğuna bakılarak yapılır. İşte bu yüzden “olayın bütün tarafları açısından bakmak” ancak taraflar mahkeme ve onun, adına karar verdikleri milleti tanıyorsak bir mana ifade eder…

Meselâ Ermeni sorununda mütecaviz ve katil bir devletle empati yapmağa kalkmak ya onu aklileştirmek ve meşrulaştırmak veya sapıkça bir psikanaliz heyecan arayışından öteye gidemez.

Kaldı ki olayın bütün taraflarına kendilerince hak vermeye kalktığımızda karşımıza çıkacak şey bir cinayetin içinden çıkılamaz bir hal alması olacaktır. Zaten ülkemizdeki etnik terörün en büyük akli saldırısı da aklımız üzerinde çarpık bir Marksist etik(!) ipotek oluşturarak yargılama kabiliyetimizi köreltmektir.

Hüküm vermekten kaçtığımızda suçluları zımnen suç işlemeye teşvik etmişiz demektir.
Aksiyomatik ve normatif bir ideolojinin temsilcisi ülkemiz liberal okumuşları, maalesef bu iki faktöre bir tür narkotik bağımlılık geliştirmiş gibi görünüyorlar. Liberallerin bu basiretsizliği kendilerinin vatansız, aç gözlü, yağmacı gibi görünmesine yol açıyor gibi, görünüyor?



4 yorum:

Yaren dedi ki...

"Liberal okumuşlarda “devletin” kategorik olarak mutlak kötülüğü anlayışı maalesef devlete karşı her türlü eylemin zımnen haklı olduğu neticesini getirmekte."
Afşar bey çok yerinde bir tesbit. Devlet kavramına topyekûn karşı çıkan uç liberal görüşler olduğunu okumuştum. ama bu görüşler genel liberal kesimde nasıl taban bulur, nasıl etkileyici olur bilemiyorum, anlayamıyorum.

Afşar Çelik dedi ki...

Devletin kategorik olarak mutlak kötülüğü aslında, hayatımıza sürekli devlet müdahalesi ihtimalini temsil eder ve o kadar da yanlış değildir.

Yukarıdaki yaklaşım, devlete karşı dikkatli ve mesafeli durmayı, onu tedip etmeyi ifade eder.

Fakat bu, devletin pratikta de her şart altında haksız ve zorba olduğu anlamına gelmez.

Eğer elimizde devletle fertler arsında pratik bir vaka veya husumet varsa yapılacak şey "Devlet zaten kötüdür!" diyerek devleti peşinen mahkum etmek dğeil, haklıyı, haksızı ayırmaktır ilk olarak. İkinci olarak da develtin haksız olması durumunda onu yok etmek değildir! Anarko liberallerin bana da çok sıcak gelen bir devletsizlik ütopyaları vardır ama bu, mantıkî, iktisadi bir takım yüksek engellere her zaman takılmaktadır.
O halde yapılması gereken devleti yok etmek, onu öldürmek değil, her pratik dava veya vakayla tedricen tadil etmek ve hukuk devleti idealine yaklaştırmaktır. İyi bir noktayı yakalamışsınız, tebrikler. Gene beklerim

selcen dedi ki...

Katiline empati gösteren maktul nerede görülmüş.Bu liberallerde "tokatı yeyince öbür yanağın uzatılmasını" tavsiye eden hristiyanlık öğüdü mü işliyor yoksa?

Afşar Çelik dedi ki...

Aynen Selcen Hanım. Durmadan alıntıladıkları kaynaklaırn hristiyan kültüründen geldiğini unutuyorlar herhalde? Ama neredn gelirse gelsin artık insanlığın evrensel hukuk anlayışı "Haklıyı haksızdan kesinlikle ayırmaksa" bu empati takıntısı neyin nesi oluyor?