16 Ekim 2009 Cuma

Milletlerin Tabiatı Üzerine

Milletleşmek Cemiyetleşmektir.

“Ulus devlet” yanlış tamlamasıyla kast edilen millî devletlerin “aynılaştırmaya “dayandığı, bilhassa Mustafa Erdoğan gibi okumuşlarımızın akademik titrlerine dayanarak zihnimize zorla enjekte etmeye çalıştıkları bir hurafe…


Ülkemizde akademisyenlik maalesef yaygın şekilde literatür veya Alatlı’nın deyimiyle “malumat istifçiliği” şeklinde yürütüldüğünden, olgular ve olayların aklî muhakemesi, mukayesesi son derece zayıftır ki konudan sapmak pahasına belirtelim ki bu, geri kalmışlığın fikrî temelidir.

Millî devleti sürekli aynılaştırıcı, tekdüzeleştirici bir tür makine gibi sunan okumuşlarımızın henüz bir millet tarifi yaptıklarını görmüş değiliz. Böyle bir tarif yapılmalı mıdır? Acilen yapılmalıdır, çünkü aksi takdirde açıkça anlamsız bir tamlama üzerinden sürekli insanların adalet sağlayıcısına ve onu var eden değerlere saldırıyorsunuz demektir.

Liberal teoriyle son derece uyuştuğuna ve modern milletleşme olgularını da açıklayabildiğine inandığım Sadri Maksudi ARSAL’a dayanan bir anlayışa göre “Millet, tarihin belli bir döneminde bir devlet (hukuk) çatısı altında bir leşmiş kavimler cam’idir(topluluğudur, birliğidir..)”

Bu tanım bilhassa etnik terörün hepimizin vicdanını köreltmeye çalıştığı bir dönemde üzerinde özellikle durulması gereken bir tanımdır.
Çünkü farklılıkların “milletleşmesinin” ve bu süreçte hukuk birliğinin önemini vurgulamaktadır. Tanımın dayanağının hukuk olması aslında bilhassa liberallerce özellikle dikkate alınmalıdır. Türk okumuşu, tipik Türk tembelliğiyle teorik bir tanım için beynini yıpratmaksızın, alıntılama maharetiyle kendini ispata kalkışsa dahi bu tanıma son derece uyan, gözümüzün önünde de şekillenen Amerikan milletleşmesini de herhalde görmemesi mümkün değildir?

Millî devleti sürekli eleştiren, bunun kategorik olarak kötü olduğunu İddia eden Mustafa Erdoğan, millî devletin “cemaatleşmeyi” esas aldığını söylemektedir. Acaba gerçekten böyle midir? Bilemiyoruz çünkü Mustafa Erdoğan zahmet edip bir “millet” veya hadi onun dilini kullanarak “ulus” tarifi vermekten özellikle kaçınıyor.
Cemaat(topluluk) ne demek? Liberal teori açısından “cemaat”, fertlerin, birbirlerine her şekilde benzeşmek iradesiyle bir ara geldiği, beraberliğin de nispeten az sayıda ve gene nispeten daha somut kurallara dayandırıldığı bir toplumsal düzendir. Bu açıdan cemaat, ferdin üstünde ve hatta ona âmirdir. Bu emredicilik sembolik değil, gerçektir.

Mustafa Erdoğan, tahkir ettiği millî devletin, “millî” kısmıyla ne kast ettiğini bize zahmet edip anlatmadığı için kendi tanımımızla hareket etmek mecburiyetindeyiz.
Bu cemaat tanımına göre millî devlet, toplumu her şekil birbirine benzetmeye çalışan, toplumu nispeten az sayıda ve nispeten daha somut kurallara göre bir arada tutmak isteyen âmir bir devlet olmalıdır? Gene tekrar edelim, Mustafa ERDOĞAN’ın tanımsız ve öncülsüz akıl yürütmesi, bizi elimizdeki malzemeyle yürümeye mecbur kılıyor.

O halde “millet” denen şey de aslında devlet tarafından icat edilmiş bir “cemaat” olmalıdır?

Mustafa Erdoğan’ın akıl yürütmesi hem liberal teoride sosyal düzeni açıklamakta inanılmaz bir başarı göstermiş Friedrich Von Hayek’in büyük bir basiretle ifade ettiği “kendiliğindenlik” ve “evrimci rayonellik” açıklamalarıyla taban tabana zıttır hem de bu açıklamaların ulaştığı fikrî derinlikten çok çok uzaktır.

Mustafa Erdoğan’ın ve ona yakın liberallerin, Marksizme (Hobbsbaum) dayanan millet anlayışlarındaki temeli şudur: Onların anlayışına göre önce modern devlet teşekkül etmiş, daha sonra bu modern devlet, ayakta kalabilmek için “millet” denen şeyi uydurmuş, icat etmiştir. Aslında modern devletten önce millet denen şey yoktur!
Üzerinde yüzlerce yazı yazılan ve tartışılmaz bir hakikatmiş gibi vicdanlarımızı ipotek altına almaya çalışan “büyük” sosyo-politik izah budur!
Bu izahın ne kadar hayalî olduğu milletleşmiş ve milletleşmemiş toplumları gözlemlemekle rahatlıkla anlaşılabilir.

Zira dünyada herhangi bir millet dairesine dahil olan kavimlerin yanında, dahil olmamış kavimler ve hatta kabileler mevcuttur. Bunun yanı sıra devletleşmenin kendi başına hiç bir şeye yetmediğinin en dramatik örneği sömürgeler sonrası Afrika’dır. Afrika’daki kabile toplumlarının, sömürgeler devrinin sağladığı hukuk birliklerine ve buna dayalı örgütlenme tecrübesine bırakalım milletleşmeyi, kavimleşme aşamasına bile gelememiş olmaları, bundan sonra da kurulan devletlerin kabileler arası gerilimleri yok edemediği ve bir ortak kimlik sağlayamadığı bilhassa Rwanda’da çok acı tecrübelerle görülmüştür.

Bu durumda sorun milletleşmenin kendisinde midir, yoksa devletin kategorik mutlak kötülüğünde mi?

Sorun ikisinde de değildir. Sorun, dünyayı çarpık izah eden bir kuramın peşi sıra giderek her şeyi çarpık görmek ve çarpık çözümler oluşturmaya çalışmaktır.
Demek ki modern anlamda adı devlet olan bir örgütlenmeyi kuruvermekle milletleşme gerçekleşmiyor. Kaldı ki liberallerimizin iman ettiği kurucu rasyonalist diyebileceğimiz Marksist devlet izahında eksik kalan nokta şu:

Milletin adını ve kültürünü oluşturan kimdir? Aslında millet tamamen bir yanılsama ve sadece biz kabul ettiğimiz için var olan bir kötülükse, mesela dünyada nüfusu 250 milyonu bulan ve adına Türk denen bir milletin dilinin ne olacağına, kültürüne kim karar vermiştir? Kaldı ki bu büyük toplumun büyük bir kültürel çeşitlilik barındırması, akademisyenlerimizce üst perdeden buyrulan ulus devlet tanımının izah etmeye takatinin yetmeyeceği bir sorundur.

Mustafa Erdoğan’ın ısrarla savunduğu tezin millet dairesindeki kültürel çeşitliliği açıklayamamasının sebebi millet realitesine kökten karşı olmasındandır. Dolayısıyla hukuk birliği içindeki kavimlerin merkezi büyük kültür etrafında meydana gelen kendiliğinden benzeşmesi gibi bir durumu liberallerimizin idrak etmesi imkânsızdır.
Hal böyle olunca etnik ırkçılığın cemaate, kan bağına dayalı argümanlarını eleştirebilmesi de mümkün olmuyor.

Oysa etnik ırkçılığın faşizme varan farklılık tanımları, kültürel çeşitliliği tanımı içinde zaten taşıyan millet kavramına göre çok daha ince eleyip sık dokunarak eleştirilmesi gereken tanımlar.

Tanımında kültürel çeşitliliği içeren bir kavramın cemaatleşmeye yol açması mümkün müdür? Temelinde hukukun yattığı bir tanımın devlet zoruyla aynileştirmeyi savunması mümkün müdür?ü

Eğer yapılan izah mevcut gerçeklikle hiçbir noktada uyuşmuyorsa onu sırf bir tanımdır diye savunmanın üstelik de gerçekleri bu hayalî tanıma göre çarpıtmanın ahlâkî bir gerekçesi de olamaz.

Mises dahi, “İnsan Eylemi’nde” Alman milletinin ırki saflıkla ilgisinin olmadığını, bir kavimler toplamı olduğunu belirtir.
Dolayısıyla çeşitli farklılıkların, gerek siyasi egemenlik gerekse kültürel gelişmişlikle karakterize edilebilecek elli bir merkez etrafında kendiliğinden benzeşmesi milletleşmedir.

Görüldüğü gibi liberal okulun üzerinde hassasiyetle durduğu farklılıkların varoluş problemi hem bir hukuk temeline dayanması hem de bu temelde meydana gelen “kendiliğinden benzeşmeyi” içermesinden dolayı zaten bizim “millet” tanımımızda mevcuttur ve bunun yaşayan örneklerinden biri de Türk Milletidir.

Eğer cemiyet ( toplum) aynîliğe, kan bağına değil de kurallara dayanan bir beraberlik ise millet kurallar ( hukuk) etrafında birleşmiş farklılıkların “kendiliğinden” meydana gelmiş benzeşmesi tanımıyla tam da cemiyeti işaret etmektedir. Yani mileltleşme cemaatleşmeyle değil cemiyetleşmeyle eş anlamlıdır.

Bunu aksine kendisini merkez/ büyük kültürden siyaseten de ayırarak farklılığının haklanırı koruyacağını iddia eden etnikçilik, milletleşmenin aksine kan bağının, tek kültürlülüğün ve karışmamanın savunucusu olarak özünde cemaatleşmeyi ve siyaset bilimi açısından da faşizmi işaret etmektedir.
Devlet, bir aynileştirme aracı olarak kurulmadığı gibi bütün zor kullanma tekeline rağmen bunu sağlayacak imkâna da sahip değildir.

Devletin milleti icat ettiğini söylemek toplumsal düzenin bir kurucu akılla icat edildiğini söylemekle aynı şeydir. Bundan dolayı hümanizm adına millet olgusuna ve milliyetçiliğe keskin düşmanlık sergileyen liberaller etnik ırkçılığın haklar istismarını görememekte, onun hak talebini dayandırdığı uyduruk sosyolojik söylemleri eleştirememektedir. Türk liberallerinin millet ile ilgili hiçbir bilimsel müktesebatı yoktur. Onlar milletin kavmin ne olduğunu bilmeksizin, Nazi’lerden başka “ulusçu” tanımamış sosyalist batılı okumuşlardan ezberledikleri muğlak bir düşmanlığı, kurucu rasyonalist içeriği, liberal kuramla sınamasını ve eleştirisini yapmaksızın olduğu gibi kabul ederek milletin yapaylığından ve milliyetçiliğin kötülüğünden bahsedebilmekteler.

Bu yüzden liberallerin “kimliğe dayalı” siyasetin varabileceği trajik neticeler hakkında daha ciddi düşünmesi, böyle bir siyasetin milletin doğasıyla ne kadar uyuştuğuna dikkatle bakması, milleti inkâr ederek kimin hakkını nasıl savunabileceklerini iyi tartmaları gerekir. Aksi takdirde her farklılığın ayrı bir siyasi egemenlik hakkı talebinin yaratacağı şiddet ortamında en büyük vebal, kendi ideolojilerinin tam aksine kurucu rasyonalizmle sosyolojiyi reddeden liberallerin boynunda olacaktır.

2 yorum:

selcen dedi ki...

Afşar Bey,aslında bunların derdi millet olgusuyla değil,doğrudan Türk Milletiyledir.Başka adlı her toplum onlar için ,kültürü olan millettir,ama Türkler asla.Zaten Türk kültürü ve hatta Türk dili de varlığı şüpheli olgulardır onlara göre.

Afşar Çelik dedi ki...

Kesinlikle haklısınız Selcen Hanım, hoşgelmişsiniz, gene gelin.