30 Mayıs 2009 Cumartesi

Mustafa Erdoğan’a Açık Mektup

Değerli Hocam,


30 Mayıs 2009 tarihli Star Gazetesi'ndeki köşe yazınızda ülkemizi kana boğan bir problemle ilgili yazınızı okuduğumda mensubu olduğunuz liberal okulla ters düştüğünüzü görmek şahsen beni üzdü.


Zira liberal felsefede her fikrin alt yapısını teşkil eden iki ilkeyi göz ardı ettiğinizi gördüm. Bu iki ilke: Sınırlılık ve şarta bağlılıktır.


Liberal felsefeyi kabul edilebilir kılan temel iki ilke bunlardır. Çünkü bu iki ilke siyasî kurumların meşruiyetini temellendirir, insan davranışlarının yargılanabilmesini sağlar.


Bir husumetle karşılaştığımızda, tarafların bu iki şarta uyup uymadıklarına bakmamız gerekir.
Devlet ve etnik terör çatışmasında taraflar meşru hasımlar mıdır? Devletimiz maalesef hâlâ sınırlandırılmış bir ideal hukuk devleti değilse de en azından bu yolda değiştirilebilir, “tadil edilebilir” bir haldedir. PKK bu örgütlenmenin meşru rakibi midir?
Bu iki hasım acaba “şarta bağlılık” konusunda mukayese edilebilirler mi? Devletimiz, hukuk ölçülerine uyulmadığında tazminat ödemeye mahkûm edilebilirken, etnik terörün böyle bir “şarta bağlılığı” söz konusu mudur?


Devletimiz, aksak da olsa hukukla te’dip edilebilir iken PKK’nın böyle sınırlandırılması mümkün müdür?



Yazınızda bu mukayeseleri yapmamanızın sebebi, etnik terör ile devletin güvenlik tekelini farkında olmadan aynı kefeye koymanız olabilir mi? Bunun aksini düşünmek istemem çünkü bir liberalin etnik terörü meşrulaştırmaya çalışması suçtan da önce “samimiyetsizlik” olurdu.
Yazınızın içinde “silahların susmasından" bahsediyorsunuz ama her iki tarafın silâhlarının meşruiyet mukayesesini yapmamanız, samimiyetinize gölge düşürüyor. PKK ve TSK’nın silâh bulundurma gerekçeleri aynı ölçüde meşru mudur? Bu çatışmada silahsızlandırılması gereken taraf hangisidir?


Son zamanlarda PKK’nın bölünmeyi istemediği propagandasıyla meşrulaştırılmaya gidilmesi liberal açıdan hoş görülebilir mi? Sanırım görülemez.
Çünkü sorun amacın ne olduğundan öte, taleplerin arz edilmesi şekli ve egemenlik aracı tercihidir.



Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının devletle dahi problemlerinin hallinin yeri Türkiye Cumhuriyeti sınırları ve bu hallin araçları da Türkiye Cumhuriyeti organlarıdır. Bu, devletin vatandaşlarına ayrımcılık uygulaması hallerinde dahi böyledir. Bunun en belirgin örneği de ABD’dir. ABD Afro-Amerikalı yurttaşları, resmî-gayrıresmî ırk ayrımcılığına karşı mücadelelerini bu ülkenin kurumlarını benimseyerek yürütmüşler ve devletlerini te’dip etmişlerdir. Keza sürekli Kürt yurttaşlarımızla mukayese edilen Bulgar vatandaşı soydaşlarımız, açıkça uğradıkları soykırıma rağmen ellerine silâh almamışlar ve Bulgaristan siyasetinde yerlerini almışlardır.



Demek ki, hiçbir etnik kimlik, farklılık ve hatta ayrımcılık ( Açık bir soykırım olmadıkça) devletin korumakla mükellef olduğu hukuk birliği düzenine silâhla karşı çıkmayı meşrulaştıramaz.
Haklar, farklılıklardan kaynaklanmaz, insan olmaktan kaynaklanır ki ülkemizde sürdürülen “farklılıkçılığın imtiyazlandırılması” diye niteleyebileceğimiz “kolektivist hak” söyleminin sizin gibi bir liberal tarafından hiç eleştirilmemesi üzücüdür daha kötüsü kaygılandırıcıdır.



Bir memlekette, hukuk sınırlamasına tamamen uymayı reddetmemiş ve sınırlandırılabilirliği mümkün olmak kaydıyla, güvenlik ve adalet sağlayıcılığı üzerinde mutabık kalınmış bir devlete silâh çekmek vatandaşlıkla bağdaşmaz! Bu, o devletin koruyuculuğunu üstlendiği vatandaşlık kurumunu tanımamak demektir. Yani o devletin koruduğu hukuk düzenine ve vatandaşlara ”düşman” olmak demektir. Hiçbir devlet de düşmanına “özgürlük” vererek var olamaz. Hiç bir devlet savaşta yenilmedikçe düşmanıyla uzlaşmaz. “Düşman” varoluşumuzun karşıtı olan her şey ve herkestir.



Dolayısıyla Türk Ordusu’nun PKK karşısında silah bırakması diye bir şey söz konusu bile olamaz. Burada maliyet analizi yapılamaz. Burada silâh bırakması gereken bir taraf varsa PKK’dır. Çünkü onun varlığı meşru bir hukuk koruyucusuna karşıdır. Haklarını, bu “düşmana” dayanarak talep edenler de bu ülkenin vatandaşı olamazlar! Bunun milliyetçilikle etnik kimlikle falan ilgisi yoktur! Bu, “Hukuku sağlayıcı tercihi” ile ilgili bir durumdur.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hukuk sağlayıcı saymayan insanların “özgürleştirilmesini” istemek ne demektir? Bunu söylerken siz, bütün Kürt yurttaşlarımızın “ meşru temsilcisinin” PKK olduğunu söylediğinizi fark edebiliyor musunuz?



Üstelik, ifade hürriyeti hakkı ile sürekli ilişkilendirilen bir sorunun “silahla çözülmeye çalışmasının” hak/ mesuliyet dengesinde yerini nasıl bulabildiğinizi hâlâ okuyabilmiş değiliz.
Bunun yanı sıra sürekli telâffuz ettiğiniz “federasyon” çözümünün hukukî gerekçelerini ortaya koymamanız, bunun sonuçlarıyla ilgili hiçbir soruyu düşünmemeniz de sizin gibi ciddi bir liberalin samimiyeti hakkında kuşku doğurmakta.



Federasyonun sorunu bitireceğine nasıl güvenebiliriz? Federasyonda “özerklik” sınırı nedir? Federasyon için etnik farklılık yeterli bir gerekçe midir? Federasyonda “yasama ayrışmasının” huzur getireceğinin teminatı nedir? Hukuk ilkelerine uygun bir Kürtçe Anayasa ile aynı şekilde hazırlanmış bir Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı arasında fark olmayacaksa federasyonun ne özelliği kalır? Federasyonda siyasî sınırlar neye göre belirlenecektir? Federasyon yetkilileri, özerk bölgelerine giriş için ülkenin geri kalanına kısıtlama uygulasa buna kim karşı koyabilecektir? Bir ABD vatandaşı olan ünlü müzisyen Ray Charles’ın 1963-1979 yılları arasında doğduğu eyalet olan Georgia’ya eyalet meclisi kararınca girişinin yasaklandığını hatırlayacak olursak aynı davranışın muhayyel bir Kürt Federasyonu’nda uygulanmayacağının teminatını siz verebilir misiniz?



Neden, ideal hukuk devletine yaklaştırılabilecek bir üniter devlet yerine sürekli, "kendi içinde homojen", izole bir etnik siyasi yapı kabul ettirilmeye çalışılmaktadır? Bu tip bir yapının , kınadığı üniter devletten çok daha ırkçı ve faşist olmak ihtimali, Kuzey Irak'taki mevcut kötü durumdan bile çıkarsanamıyorsa buna "gaflet" denmez de ne denir?


Böyle bir federasyon, ülkenin çoğunluğuna rağmen sırf etnik terörün maliyetinden kurtulmak için kabul edilebilir mi? Eğer etnik terörün maliyetinden kurtulmak için bir şeyler yapacak olursak, silahla hak talep etmeyi meşrulaştırmış olmaz mıyız? Eline silah alan herkese, sırf huzursuzluk yaratmaması için istediklerini vermeye başlamamız sizce uygun olur mu?



Kürt sorununda PKK’yı bir koz olarak kullanarak proje üreten insanları hukuk ve özgürlükler açısından eleştirmiyorsanız, devleti te’dip etmek ve eleştirmek hakkına hiç sahip olamazsınız.
Üzücü olan, uzmanlığınızdan şüphe duymadığım ve yazılarınızdan da hakkında çok şey öğrendiğim liberal ilkeleri etnik ayrılıkçılık hakkında hiç kullanmamanız ve 80 öncesi etnik ayrılıkçılığı bağrında besleyen Türk soluyla bugün hemen hemen aynı yerde duruyor görünmeniz.


Liberallerin etnik ayrılıkçılık konusundaki bu tavırları, “milliyetçilik karşıtı” saptırılmış bir hümanizm olarak etnik ayrılıkçılarca gayet güzel istismar edilmektedir.
Liberallerin, tarafsızlığın, ancak meşru hasımlar arasında meşru olduğu gerçeğini idrak edebilecekleri günlere ulaşabilmek dileğiyle saygılarımı sunuyorum.

2 yorum:

ayarsız dedi ki...

"Elinize sağlık" demek hafif kalıyor, minnettarlığımı yansıtmıyor. Afşar Bey, teşekkürler...

Afşar Çelik dedi ki...

Sayın Ayarsız,
Epeydir yoktunuz, hoşgelmişsiniz. Asıl okuyup yorumladığınız, zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim, her zaman beklerim. Sağlıcakla.