17 Mart 2009 Salı

Emperyalizm Tabusu








Emperyalizm terimi üzerindeki kolektivist/ sosyalist egemenlik, tartışmaları en başından tam da bir ahlâkî baskınlıkla engelliyor.

Emperyalizm daha ziyade ekonomi politik bir terim olarak sömürgeciliği anlatmak üzere kullanılıyor.

Bir kısım büyük ülkelerin yayılmacılığını ve sömürücülüğünü ifade ediyor.

Aynı zamanda bu ülkelerin dünyanın gidişatına dair eğilimlerini yansıtıyor.

Emperyalizm teriminin ontolojisinde bu açılardan bakıldığında, “eşitsizlik”, “ sömürü”, “egemenlik/baskı” ve hatta “küçümseme”den bahsetmemiz mümkün.

Emperyalist ülkeler denildiğinde, bu ülkelerin ezelden beri öyle olduğu düşüncesi de zımnen ifade ediliyor.

Büyük keşiflerin müşevviklerinden olan zenginleşme arzusu, emperyalizmin kökeni olarak kabul ediliyor.

Sondan başlayacak olursak; Zenginleşme arzusu, sadece “emperyalist” denen toplumların veya devletlerin değil, devlet bürokrasisi oluşturmuş bütün toplumların arzusudur. Kabileler arası takas ekonomisinden, paraya dayalı mübadele ekonomisine geçmiş her toplum, ilişkilerinin artışının yarattığı “hukuk” ihtiyacını “devlet” ile gidermeye çalışmıştır.

Bu ihtiyaç, kabile avcısının sabahtan akşama avladığı tavşanla geçinme tarzından, kendi ihtiyacını, başkalarının ihtiyacını gidererek sağlayan dolaylı mübadeleci avcının tarzına geçişle hasıl olmuştur.

Dolayısıyla devletlerin gerek nüfusları,gerek kendilerini oluşturan toplumların güvenlik ihtiyacına yönelik oluşturdukları orduları, karşılaştıkları kültürel değişimler ile “barışçı” kabile toplumlarının takasa düzenini karşılaştırmak hele ikinciyi birinciye emsal göstermek affedilemez bir hatadır.

Şüphesiz modern devletlerin arasındaki güç, iktidar ve servet mücadelelerini bu argümanla aklîleştirmek veya haklılaştırmak saçma olur.

Burada sadece modern devletin oluşumu ile birlikte bu gün “ekonomi” dediğimiz kavramın doğduğuna dikkat çekilmek istenmiştir. Yoksa elbette en ilkel toplumda dahi, takas faydalar önceliğine göre, insan yaratılışının praksiyolojik esaslarına göre yürütülür.

Devletin oluşumu kendiliğinden servetin yaratılması ile ilgili “doğru” anlayışı getirmemiştir. Bunun sebebi de insanın ilkel takas ekonomisinden dolaylı mübadele ekonomisine geçmesine rağmen icra ettiği ekonominin tabiatına dair o vakitler henüz düşünmemiş olmasıdır.

Bu anlayış, işbölümünün gelişmediği, savaşçı toplumların güç ilişkilerinin geç 18.yy’a kadar süren anlayışlarıdır. Haçlı Seferleri’ni düzenleyen batının zenginleşmenin “zafere” dayandığına duyduğu inanç, zihnî alışkanlık Adam Smith’e kadar hemen hemen hiç tartışılmamıştır.

Dolayısıyla sömürgecilik yalnızca kötülük olsun diye yapılan bir “yağma” değildir. Zira eğer insanlarda dolaylı mübadelenin, maliyet hesabının bir sezgisi oluşmuş olsaydı belki de sömürgecilik için harcadıkları zaman ve enerjiyle çok daha önceden teknolojik gelişmeler başlatılabilirdi.

Emperyalist olarak nitelenen ülkelere yönelik en yaygın eleştiri, bu ülkelerdeki hukuk düzeninin sadece bu ülkelerde uygulanması, dünyanın geri kalanına karşı adaletsizce davranılması…

Bu eleştiri aslında bir tür aşağılık kompleksinin itirafı gibi…

Bu, bazı ülkelerden diğerlerine karşı âdil davranmasını istemek anlamına geliyor, yani onlardan “adalet dağıtıcılık” beklemek… Ama bu diğerlerine karşı adalet davranışı mesela geri kalmış ülkelerin yönetimlerinden beklenmiyor.

Mesela Afrika’nın sosyalist diktatörlüklerinin giriştikleri soykırımlarda da fatura hep “emperyalistlerin” sömürge tarihine kesiliyor. Şuanda bu yönetimlerin liberal bir demokrasiyi neden tercih etmedikleri nedense hiç sorulmuyor.

“Emperyalizm” söylemi aslında kötülenen ülkelerin zımnen “üstün” kabul edilmesini gerektiriyor.

Bu söylem kalıcı üstünler ve ezilmişler/geriler kategorileri oluşturarak sosyalizmin katı dünya tasavvuru açısından oldukça kullanışlı bir avadanlık oluşturuyor.

Hiç akla gelmeyen hakikatse şu: Emperyal seviyede devletler meydana getirmiş her toplum,dünyaya kendine göre bir nizam vermek istemiştir. Osmanlı batı tipi bir sömürgecilik göstermese de dünyanın geri kanlını asla kendine denk görmemiştir.

Emperyal devletler için “barış “ancak kurallarını kendilerinin koyabildiği bir savaşsızlık halidir ki bunun modern sömürgecilikle ilgisi yoktur.Bu, emperyal olmanın gereğidir.

İşbu sebepten de şahsen “emperyalizm” terimini hem mantıksız hem de hayattan uzak buluyorum. Askerleri, eskiden olduğu gibi Afganistan’da, Bosna’da, Hint Okyanusu’nda barışı korumak için gezinen, Filistin’de neredeyse vesayeti arzulanan bir milletin sanki hiç emperyal bir tecrübe yaşamamış gibi davranmasını beklemek de çok tuhafıma gidiyor.

Hiç yorum yok: