27 Ocak 2023 Cuma

Solu Milliyetçilikle Barıştırabilir Miyiz?

 


Buna hemencecik “Evet” diyebilmek pek mümkün değil. Hatta Attila İlhan’a rağmen bu soruya evet diye cevap vermek zor.

“Hangi Atatürk” kitabında Merhum İlhan, herkesi

Işıklarda uyu Kaptan!

n gözü kapalı imzalayacağı bir milliyetçilik tanımı yapıyor.

 

Yapmasına yapıyor da o çok övdüğü, insanlığın artık ölçüsü haline geldiğini söylediği sosyalist demokrasi hiç de onun hayalindekine benzemiyor.

 

Bunun iki tür sebebi var:

 

Birincisi sosyalizmin kuramı, yapısı, özü itibariyle “yanlış” olması. Sosyalizm hayatla bağdaşmıyor. Çünkü hayatı açıklama biçimi daha en baştan tutarsız. Toplumun “sınıf” denen tabakalara bölünerek anlaşılabileceğini düşünüyor ama varsaydığı sınıfların kalıcı kategoriler olmadığını dahası, o çok sevilen diyalektikle hiç mi hiç bağdaşmadığını görüyoruz. Nasıl, derseniz şöyle: Mises’in dediği gibi hepimiz hem üretici hem de tüketiciysek eğer, “emeği sömürüp de hiçbir şey yapmadan kazanabilen burjuva sınıfı” diye bir şey yoktur. Bir başka sebep de işçilerin tasarruf yoluyla sermaye oluşturabilme yetenekleridir.

 

Dahası sınıf gibi hayali bir olgu yegâne irade sahibi özne kabul edildiğinde, bireyin varlığı ve değeri kendiliğinden ortadan kalkıyor. Oysa dünya, sınıfı kutsayan kolektivist sözde demokrasiler yerine liberal demokrasilere geçmiş bulunuyor. Neden? Çünkü insanlar varlıklarının, değer ölçeklerinin, tercihlerinin korunmadığı sistemlere güvenmiyor ve bu sistemlerde herhangi bir şey üretmiyor. Demek ki sosyalizm milletin refahıyla, özgürlüğüyle  hukukla bağdaşmıyor. Milletin varlığına, refahına, özgürlüğüne aykırı bu tür bir fikrin de milliyetçilikle bağdaşması mümkün görünmüyor.

 

Sınıf düşüncesinin zehirli yanı, millet, milliyet, milli egemenlik kavramlarını reddetmesi. Bunun güncel sonucu, yakın tarihimizde kanlı bir leke halinde duran Kürtçü etnik teröre, imkân ve ortam sağlanması.

 

Fakat daha güncel ve gözlenebilir bir olay var ki o da solun “güdümlülüğü”, “dış merkezliliği”

 

Esenboğa’yı kana bulayan Ermeni teröristi Levon EKMEKÇİYAN’ı savunan solcularımız, zamanında olayı SSCB yetkililerine bildiriyor ve onlardan yardım istiyor (Bkz: Erlik*). Hiçbiri, "Yahu bu herifler bizim babamızın oğlu mu? Neden kendi devletimizi bunlara şikâyet ediyoruz ki?” diye düşünmüyor. Solun bu eğilimi bugün de devam ediyor. Rusların önüne gelen her yere saldırmasını, Çinlilerin Doğu Türkistan’ı kana bulamasını, bir ASALA teröristini savundukları vicdanla savunmaya devam ediyorlar. Yani solun sadakati hiç de Türk Milletine, Türk devletine değil gibi görünüyor. Bunu da “evrensel değerlere” göre Türk Milleti’ni yargılayabilecekleri düşüncesiyle yapıyorlar. Öyle ki Atatürk dahi onlar için ancak solla bağdaşabildiği ölçüde bir değer ifade ediyor.

 

Solu nihai hedefinin silahla ya da silahsız bir devrimle kutsadıkları sınıfın iktidarını gerçekleştirmek olduğu düşünülürse solun içinde Türk’e dair pek az bir şey bulunduğu anlaşılıyor.

 

Türk’ü ancak kendi sınıf telâkkisiyle bağdaştırabildiği kadar kabul eden, sadakatini ideolojisine göre başkasına bağlayabilen bu ideolojik kampla uzlaşmak da bu yüzden neredeyse imkânsız görünüyor. 

 

https://www.youtube.com/watch?v=Rm_QRPwsBoE&list=UULFtcbW4FISitBM4uZOH5lqFg&index=46 *

 

Hiç yorum yok: