25 Ocak 2023 Çarşamba

Hangi Türklük?



Sanalağda Youtube videolarını tararken İlber Hoca’ya sık sık “Türk kimdir?” sorusunun sorulduğunu gördüm.

 

O da başlıyor antik çağlardan anlatmaya, ayrıntıların arasında, Türk’ün ne olduğunu unutuyoruz.

 

Buradaki asıl hata, bir akademisyene popüler sorular sorulması.  İlber Hoca  sazı eline alınca konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Öyle bir noktaya geliyoruz ki ortada Türk falan kalmamış. Çünkü hoca akademik bir tez savunma mantığıyla konuşuyor.

 

Fakat burada başka bir noktaya bakmak lazım.

 

Meselâ Fatih Altaylı ona “Hocam Türk kimdir?” diye sorduğunda, hoca, Türk diye adlandırılan toplulukların antropolojisine dalıveriyor. Hal böyle olunca bir bakıyoruz ki Türk denen topluluklar belki de çok farklı kalıtsal kökenlerden gelen karman çorman bir yığın gibi görülmeye başlıyor.

 

Oysa soru bunların açıklanması için sorulmuyor. “Biz neden kendimizi Türk diye biliriz?”  Asıl sorulması gereken soru bu.

 

Çünkü insan topluluklarının antropolojileri ile kimliklenmeleri apayrı olgular. Kimlik, hem toplulukların kendi bilinçleriyle hem de diğer topluluklarla ilişkileriyle ilgili bir olgu. Oysa antropoloji, salt biyolojik bir etiketleme işi.  Kendilerini Türk diye bilen toplulukların kafataslarının birbirine benzemesi, onların Türklüğünden dolayı değil. Biz önce bu insanların dünyaya bıraktıklarını görüyor, eserlerine göre kimliklenmelerini anlıyor sonra da bu insanların “parmak izi” sayılabilecek biyolojilerini inceliyoruz.

 

Dünyanın bir yerinde hiçbir eser bırakmamış bir insan topluluğunun salt antropolojisine baksak böyle bir topluluğun kimliği hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz.

 

Demek ki insan toplulukları “söyledikleri”, “anlattıkları” sayesinde tanınabiliyor.

 

O halde  kimliklenme de insanların kendilerini nasıl anlattıklarına bakılarak ortaya konuyor.

 

Yani antropolojiye bakılarak köken tayini yapmak aslında ancak arkeolojik veya yazılı eserlerle desteklendiğinde bir anlam ifade ediyor.

 

Dolayısıyla “falancalar aslında Mongoldur, falancalar aslında Tunguzdur” gibi hükümler  antropolojik kimliklemedir ve açıkçası tarihi süreci, siyaset oluşturma süreçlerini, mensubiyet şuurunu vs açıklamakta kesinlikle yetersizdir.

 

Çünkü kimliklenme, yani insanın kendisini dünyaya tanıtma biçimi tamamen iradidir. Hiçbir topluluk dünyaya adı konmuş bir hayvan sürüsü olarak gelmez. Kimliklenme bir eylemdir. İnsanların nasıl olması gerektiğini kendileri belirlediği bir etkin/aktif yürütülen süreçtir.

 

Bütün bunlardan dolayı “Türk”, dünyaya siyasi, askeri, kültürel bir etki yapmış, böyle bir etki yapmayı seçmiş bir topluluğun “siyasi kimliklenmesidir.” Siyasi bir kimliklenme de antropolojik/ırksal verilerle açıklanamaz.

 

Demek ki Türklükten bahsederken üzerinde asıl konuştuğumuz kimlik,  tarih, devlet, ordu oluşturmuş bir siyasi kimliktir ki bu da tarih içinde kesintisiz devam eden gerçek kimliğimizdir.

 

“Türk kimdir?” sorusunun cevabı, haplotiperde, soy ilişkilerinde sınırlı bir ölçüde bulunabilir. Oysa bu sorunun cevabı, benzer şekilde teşkilatlanmış, benzer şekilde savaşmış, benzer değerleri savunmuş, sahiplenmiş bunları ortak bir siyaset çatısında birleştirebilmiş topluluklara bakılarak verilmelidir.

 

 

 

 

Hiç yorum yok: