1 Nisan 2017 Cumartesi

Bir Siyasi Sistem Olarak Din


Doğru Bir Şeriat Devleti Mümkün Müdür?

Dinci bir  partinin iktidara gelmesinden sonra Türkiye’de “Doğru din- yanlış din” tartışması başladı.

“Aslında İslâm bu değil! İslâm barış dinidir. Dinciler dinin ruhuna aykırı hareket ediyor!” tarzı  iyi niyetli itirazlar gün geçmiyor ki işitilmesin.

Bütün bu tartışmalarda gözden kaçırılan nokta dinin özü ya da doğası.

Dinin biri yapısal diğeri işlevsel olmak üzere ki temeli var.

Yapısal temeli de şu dört unsura dayanıyor:
1 – Kitap
2- Peygamber
3-  Şeriat
4- Kilise( İbadethane)/Ruhban

İşlevsel temeli ise kesin bir inanç. Kesin bir inancı kullanmaksızın hiçbir din ayakta kalamaz.

Herhangi bir inanç herhangi bir grup insan arasında paylaşılabilir. Bu inanç o insanlara ortak bir değer ve mensubiyet şuuru sağlayabilir ama onları bağlayıcı bir hareket tarzı sunamaz. Meselâ Budistler canlılara zarar vermemek konusunda ortak bir değeri paylaşırlar ama ne giyip ne giymemeleri gerektiği konusunda buyurgan bir kod paylaşmazlar.

Oysa dinler, insanların hareket tarzlarıyla ilgili olarak kaynağı ve  hikmeti tartışmasız birer emirler dizgesi olarak aramızda yaşatılırlar.

Dinler sadece yapılmaması gerekenlerin sınırlarınız çizmekle kalmaz, pozitif ve buyurgan  olarak yapılması gerekenleri de ayrıntılı şekilde emrederler. Bu açıdan dinler özlerinde kendi başlarına  buyurgan ve egemen kurumlardır. Bu yüzdendir ki siyasal olmayan bir din diye bir şey yoktur. İnsanlara gerek edilgen gerekse etken temelde  eylemler va’z eden dahası dayatan bir sistemin siyasi olmadığını söylemek saçmadır.
Dinin  yapısal  temellerinden kitap ve peygamber   eylemlerin genel ilkeleri hakkında emirler verirken şeriat ve kilise/ruhban  bölümleri ise emirlerin güncel ayrıntılarıyla ilgilenerek “her zaman ve her mümin için” gereken güncel  emirler dizgesini oluşturmağa çalışır.

Şunu da belirtmek gerekir ki dinin peygamber ve kitap bölümlerinin  tarihi, mantıksal, etik incelemeleri ve tahlilleri bunların dinin bize bahsettikleri gibi olmayabilecekleri yönünde ciddi şüpheler yaratmaktadır.

Çünkü “Hak din” denen dört dinin peygamberlerinin nedense  hep İbrani soyundan olması ki Hz. Muhammet  de Hz. İbrahim'le bağlandığından  en nihayetinde İbrani kültürel soyunun devamcısıdır, kutsal kitapların nedense hep İbrani krallarının iktidar mücadeleleriyle ilgili olması, Arap yaşantısının sorunlarının evrensel bir din için neden ölçü olması gerektiği gibi konular kitap ve peygamber unsurlarının “ilâhî”liğine gölge düşürüyor.

Dinin  şeriat ve kilise/ruhban bölümleri ise kitap ve peygamberin sahip olduğu  ilahilik sıfatına sahip olamadıkları halde onlar kadar dokunulmaz olmuş insan yapısı kurumlar. Bu kurumlardan şeriat iâhî olduğu düşünülen  “aksiyomatik söylemlerden”  aynı ölçüde dokunulmaz insani yorumlar üretmek işinden ibaret. Şeriatın bir mantığı var mı? Aslında şeriat, “Ben Allah olsam, uzmanın fikirleri hakkında şöyle şöyle derdim!” demekten ibaret.  Bununla ne demek istiyoruz? Ulema diye danıştığınız insanlar size herhangi bir konuda cevap verirken kuvvetle muhtemeldir ki din dışı uzmanların fayda/zarar ölçümlerine göre cevap vereceklerdir. “ Diş dolgusu, diş hekimince gerekli görülürse zarurettir!” demekle “Faydalıysa yap!” demek arasında fark yoktur. Oysa insanlara “Allah katından bir  onay” sunduğunuzda onların eylemleriyle ilgili ahlaki endişelerini büyük ölçüde  gidermiş olursunuz ki dinin ahlâkı ve idraki  uyuşturması işte insanlara verdiği “ ilâhi makam onayı” güvencesinden kaynaklanır.

Peki ama bunlar kendi başlarına işe yaramazlar. Onların işlevsel kılacak olan şey nedir? Onları işlevsel kılacak enerj kaynağı insanları kesin inançlarıdır. Peki ama insanlar neden kesin bir şekilde inanmak ihtiyacı duyarlar? Bir şey  kesinlikle inanmak onun hakkında sürekli akıl kullanımından vazgeçmek demektir. İnsanlar  bazı şeyler hakkında akıllarını kullanmaktan iki sebepten vazgeçerler.

Bu sebeplerden biri  tembellik, diğeri  kalıcı kötülükleridir.

Bir şey hakkında düşünmemek insanları rahatlatır.  Varlığı ve özü hakkında düşünmediğimiz şeylerin ya yok olduklarını ya da bize zarar vermeyeceklerini düşünmek eğilimindeyizdir.

İkinci sebep dinlerin tahripkârlığının ana sebebidir: Kalıcı kötülüğümüz. Buna yapısal kötülük de diyebiliriz.

İnsan olarak içimizde biraz kötülük de taşırız. Ve fakat kötülüğün sürekli ve yaygın bir hale gelmesinin soyumuzun sonunu getireceğini sezdiğimiz için kötülük yapmamak konusunda yaygın bir uzlaşma sergileriz. Bunu yaparken de eylemlerimizi sürekli vicdanımızın terazisinde tartarız. Bu tartma işi kişinin kendi aklının sorumluluğundadır.

Kişi, aklının sorumluluğunu ulemaya( şeriat) ve kiliseye( ruhbana) devrettiğinde vicdani ve akılcı sorumluluğundan, dolayısıyla yükünden de kurtulduğunu sanır.

İşe böylesi bir kurumun toplum hayatına resmi ve kanuni yollardan etki etmesine izin verdiğimizde devlet eliyle bir canavarlar ordusu yaratmış oluruz.

Bu bize şunu göstermektedir ki “doğru din” diye bir şey yoktur. Çünkü biz her ne kadar bir ahlâk kaynağı olarak görsek de din kurumunun ahlâk üretici bir motivasyonu ve amacı yoktur.

Din, insanların, Tanrı inancını bağlamından çıkararak ve istismar ederek oluşturdukları tamamen dünyevi bir siyasal sistemdir. Dolayısıyla ne ahlâkta ne de siyasette bir makbullük ölçüsü olabilir. Doğru bir şeriat devleti diye bir şey yoktur; çünkü “zararsız din” diye bir şey yoktur.






2 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

'Doğru bir din devleti olabilir mi' şeklinde sorgulamışsınız yazınızda..Din aslında kişisel bir olgudur,toplumsal düzenlemeleri de içinde barındırır, kabulüne karşın.Toplum bireylerden oluşur, tekrarını bir yana bırakırsak, kişisel mutluluklar ile toplumsal kuralların çizgilerini çizmek mümkün müdür? Belli ki mümkün olmamış ve evrensel normlara uygun yasalar ve özgürlükler gündeme gelmiş.Belki onun içindir ki tüm dinler ilk çıkış tarihlerindeki yaşam tarzlarını insanlara dikte ettirmeye çalışırlar. Ne kadar iptidai o kadar kolay yönet. Ne kadar gelişmiş o kadar sofistike..Sayın Çelik, ellerinize sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli Yazarımız,

Ufuk açan yorumlarınız için teşekkürler. Çok yaralanıyorum. Eksik olmayınız. Aklınıza, elinize sağlık.