27 Nisan 2017 Perşembe

Bilinçli Geri Evrim Ya da Kendi Ayağımıza Sıkmanın Bilimcesi


Bilişsel evrim diye bir şey olabilir mi?

Dün kızımla bu konuyu konuşuyorduk Birdenbire Lamarckçı bir yaklaşıma kapılıp kapılmadığımı düşünmeğe başladım.

Ama şu an bir şeyi fark ediyorum ki  evrime salt kalıtsal açıdan bakmak artık daha dar bir paradigma gibi görünüyor. Çünkü işin içine insan girdiğinde  bilinci göz önüne almaksızın yaşanan toplumsal çatışmaları açıklamak zorlaşıyor.

Peki ama buna mecbur muyuz? Evet mecburuz, çünkü artık insan nüfusu, gezegeni bir takım geri dönülmez eşiklere getirmek üzere veya getirdi bile.

Ayrıca ulusal devletlere yöneltilen dinci ve etnik saldırılar, Ortadoğu’yu kana bulamakla kalmayıp Orta Asya’yı bile tehdit eden etnik Kürt silahlanması gibi konuların hepsinin temelinde bu yaygın bozulma yatıyor.

Bilişsel evrim ne olabilir? Bilişsel evrim, bilimsel  eşikten sonra  insanın diğer canlılardan ayrılan kendine özgü evrimidir. İnsanın kalıtsal içeriği doğanın diğer unsurlarıyla beraber evriliyor olabilir ama beyni kesinlikle diğer canlılara emreden kanunlardan ayrılmıştır. Çünkü insan öğrenmek ister ve ne öğrenmek istediğini ve hatta öğrenmek istememeyi de seçebilir. Burada anahtar kelime, ortalıkta görünmeyen “irade”dir.

İrade insanın gerek düşüncelerinin gerekse eylemlerinin yönünü belirler. İnsan bir şeyi düşünmek istemediğinde, onunla ilgili imgeler ve sözcükler üretmeyi durdurur. “Düşünmemeyi tercih” etmek beyni durdurur. Beynin durması ne anlama gelir? Beynin durması insan evriminin hayvansal  kökenine geri dönmesi anlamına gelir. Beyni durdurduğumuzda insan, artık neyin iyi neyin kötü olduğunu  muhakeme edemiyor demektir. Böyle bir durumda insan hayatta kalmak ve üremek için asgari içgüdülere,  bir arada yaşayabilmek için de sürü psikolojisine ve güdülmeğe gereksiniyor demektir. Çünkü insan dışındaki canlıların üremek ve hayatta kalmak  dışında  bir gereksinimleri yoktur.

İnsan ihtiyaçlarını belirleyebilen tek canlı türü.

İradesinin ortaya çıkışıyla birlikte insan doğayı ve kendisini değiştirmeğe başladı. Üremek ve hayatta kalmak için gereken besin stoğunun dışında bir tüketim belirince  doğanın dengesi alt üst oldu.  Maymunların rönesansa ihtiyacı yoktu ama insan onun varlığına ihtiyaç duydu. İnsanlar roman yazmadan da üreyebiliyorlardı ama  hayatlarında bir anlam olmaksızın yaşamak, insanları en nihayetinde intihara sürüklüyordu.

İnsan bir ölçüde genlerin/kalıtımın kaprisinden kurtulmuştu. Fakat bu kez önünde daha tehlikeli bir yol vardı: İradenin yolu. İnsan bir kere ateşlediği düşünme eylemini  sürdürecek miydi, sürdürmeyecek miydi?

Birkaç zeki insanın icatlarıyla dünya çok değişti. Öyle ki artık en aptalımızın bile kullanabildiği akıllı telefonlara sahibiz. Artık düşünmek ve seçmek işini bizim için yapabilecek yapay zekâya neredeyse sahibiz. Arama motorları, son aradığınız şeyi göz önüne alarak size benzer şeylerin reklâmlarını sunup duruyor.

O halde belki de gelecekte düşünmeğe gerek kalmayacak. Acaba öyle mi? İnsanlar düşünmekten vazgeçtiklerinde yapay zekâlar onlar için kitaplar yazmağa, resimler, besteler yapmağa devam edecek mi? Peki ama insanların bilişsel ürünleri eskisi gibi devam edebilecek mi? Yapay zekâ bize belki sayısız eğlence  ve beslenme imkânı sunacak ama biz artık resim yapabilecek kadar zeki olabilecek miyiz?

Kalıtsal evrim,  genlerimizin sürekliliğine dayanırken bilişsel evrim bizim seçimlerimize bağlı olacak. Düşünmeyi isteyip istememek, evrimimizin yönünü belirleyecek.

Bu evrimin tehlikeli yönü şu: Genlerin varlığının sürdürülmesi, hayatta kalmamızı sağlıyordu.  Bu  rastlantısaldı.

Oysa düşünmekten vazgeçtiğimizde ve daha kötüsü bunu bir alışkanlık haline getirdiğimizde, elimizdeki bütün imkânlarla düşünmekten kaçınıyoruz. Bu alışkanlığı kuşaktan kuşağa, elimizde git gide  artan teknolojik eğlence imkânlarıyla aktarabiliyoruz.  Artık insanın zevk alacağı şeyleri kendisinin üretmesi gerekmiyor. Artık  bir çocuğun güzel bir resim yaparak övünmesi gerekmiyor. Artık güzel şeyler yazarak övülmek bir çocuğu ilgilendirmiyor. Artık güzel piyano çalmaktan zevk alanların sayısı günden güne azalıyor. Oysa teknoloji bize, akıllı telefonlarda bile kullanılabilen  yazı programları sunuyor, el kadar tabletlerde resim yapabiliyoruz . Peki bunları kullanıyor muyuz? Ne kadar kullanıyoruz? Sanal ağ bize herkesle paylaşabileceğimiz  bedava günlük alanları sunuyor. Ne yapıyoruz?

Einstein, “İnsan zekâsı zorlanmadıkça gelişmez.” Demiş. Bunun tam tersi de ne yazık ki gerçekleşiyor. Yani “Kullanılmayan zekâ köreliyor…” Peki ama zekânın körelmesinin organik bir etkisi ya da kökeni yok mu? Muhtemelen var. Çünkü insan zekâsının üstünde işlediği donanım, insan beyni. Biz zekâmızı ne kadar az kullanırsak beynimize o kadar az uyaran yolluyoruz. Bu durum beyindeki kıvrımların artmamasına yol açtığı gibi  daha kötüsü o kıvrımların azalmasına yol açıyor olabilir.

Biz düşünmek işini yapay zekâya terk ettiğimizde veya eğlence dışında üretken bir iş yapmaktan  gönüllü vazgeçtiğimizde, aslında  beynimizin   durmasını veya gerilemesini seçmiş oluyoruz. Bunu kuşaktan kuşağa   aktarılan bir alışkanlık haline getirdiğimizde, kuşaktan kuşağa aktarılan bir beyin gerilemesini yaratıyoruz. Belki bir sonraki kuşak daha fazla şey biliyor gibi görünüyor ama  fikir ve yaratıcılık  kapasitesi ciddi anlamda düşebiliyor. Bu, gelişmiş ülkeler için  çok ciddi bir sorun olmayabilir ama bizim gibi gelişmiş ülkelerin ürünlerine  muhtaç  geri kalmış ülkeler için hele de ortalama zekâ açısından yaşanan gerilik düşünüldüğünde, çok ciddi bir sorun.

Peki beyin kıvrımlarımız azalırsa ne olur?

Evrim biyologları insanın beyin katmanlarına baktıklarında onun sürüngen, memli/fare ve primat /insan beyni olarak üç tabakaya ayrılabileceğini görmüşler. Omurga düzeyindeki hayatımız sürüngen beynimizle yaşarken içgüdülere  ve hormonlara dayanan hipocampus düzeyinde bir memeli/

fare gibi yaşıyoruz. Gri maddenin oluşturduğu kitlenin kabuğunda ise romanları yazan insan yaşıyor. Bu üç düzeyin de  kıvrımsal açıdan gelişmişlikleri farklı.

Biz düşünmekten vazgeçtiğimizde  aslında fareye veya sürüngenlere daha çok yaklaşıyoruz. Bu tercih beynimize muhtemelen “ Çok çalışmana gerek yok, fareler kadar zeki olsak yeter!” mesajını veriyor. Peki ama bunun günlük hayatta ne gibi sonuçları oluyor? Aslında günden güne artan cinayetler, tecavüzler, öfke nöbetleri, kitlesel şiddetin artışı, etnik terörün yükselmesi gibi olayların Einstein’ın yaşadığı dünyada meydana gelebilmesi bu yüzden olamaz mı?

Meselâ Kürtler etnisitelerine bakılmaksızın Türkiye’de  uluslaşmaya dahil edilip egemenliği ayrımsız kullanırken onları Türk adından körce nefret etmeğe iten,  düşünmekten bu gönüllü vazgeçiştir. Doğuşundan bu yana bütün kaynakları ulaşılabilir hale gelmişken İslâm dinin mensuplarının yaşadıkları her yerde şekilci ve vahşi bir şeriattan yana olmalarının sebebi de bu vazgeçiştir.

Düşünmekten vazgeçmek geçici bir  durum değil. Bu, sebep sonuç ilişkilerini kurabilmek yeteneğinin  tamamen kaybedilmesine yol açabilir. Bu durumda meselâ  Barzani’nin kravat takan silahlı etnik  sürüsünün, karıncayı incitmekten sakınan, okuyan, yazan ve bunların ancak ulusal egemenliğe dayalı bir hukuk devletinde var edilebileceğini anlamış çağdaş Türk insanıyla aynı coğrafyada yan yana yaşayabilmesi mümkün olabilecek midir? Kürt etnikçiliği “ikna edebilmek veya ikna olabilmek” yeteneğine sahip  olabilecek midir? Bugün yaşadığımız sorun, beynini kullanmak yerine yalnızca isteyen,  yalnızca talep eden ve  herkesi, kendi hayatına hizmet etmek için borçlu sayan, buna karşılık ona bu hayatı verenlerin düşünce dünyalarına da hükmetmek isteyen geri evrim militanlarının  hayvansal korku egemenliğidir.

Onlar  daha az kıvrımla da hayatta kalınabileceğini sezen ama bu imkânı onlara verenin modern Homo sapiens olduğunu anlamamakta da ısrar eden Homo simplexlerdir. Aslına bakılırsa gönüllü bir geri evrimle meydana gelen bu türün bir Homo türü bile olup olmadığı yakın gelecekte araştırılmalıdır.

Demokrasiyi, salt kitlesel bir tercih oyunu olarak gördüğümüzde, ülkelerin kaderlerini, yani modern H. sapienslerin “zararsızlık” idealiyle kurdukları bütün kural inşaalarını, ulusal bilişsel inşaaları,  ikna edilmesi mümkün olmayan, düşünmekten kör inançlar uğruna vazgeçmiş çeşitli geri evrimsel kitlelere teslim ediyoruz.

Böylece  beyinleri kendi istekleriyle  fareleşmiş veya yılanlaşmış  bir başka türün, sırf  “konuşabildiği” için artan nüfusuyla bizi nerelere sürükleyebileceğini ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor.






2 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Kutlarım, hem de çok. Kıvrımları azalmış beyinlerle her gün bir şekilde iletişim kurmak zorunda kalınca, sayın yazar sizin gibi entelektüellerin cam faunuslar da özenle saklanması zorunluluğu doğuyor.
Çağdaş dünya da düşünmeyi terk etmiş h. Spiensler olmasaydı, tiranlar nasıl ortaya çıkacaktı? Dünya siyaseti, beyini tatile göndermiş islam teröristleri eliyle nasıl diyazn edilecekti?
Halklısınız, demokrasi safsatası altında (Pavlov'un deneyindeki gibi) ortak kader tayin etmek, durumunda kalıyoruz, az kıvrımlılarla.

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli yazımız, eksik olmayın.

Bu son derece mültefit yorumunuz için çok teşekkür ederim.

Durum iyiye gidiyor gibi görünmüyor...

H. simplex'in kendi aymazlığını norm diye kabul ettirmesi, için siyasal boyutunu oluşturuyor gibime geliyor.

Tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.