Milliyetçi yayın organlarında
yaygın kanaat, MHP’nin ve liderinin tartışılmaz ve vazgeçilmez olduğu…
Bu kanaatin sebebi “öğrenilmiş çaresizlikten” başka bir şey
değil.
’80 öncesi komünizm işgaline
karşı destansı mücadelesi, milliyetçi
camiayı en azından başlarda lâik, bir
ölçüde medeniyetçi ve akılcı ölçülerde derleyip toplamış olması MHP’yi bir
efsane yapmıştı. Bu gerçeği kimse inkâr edemez… Öyle ki sanki MHP olmazsa Türk
Milliyetçileri çobansız kalmış koyunlar gibi dağılıp gidecekmiş korkusu
milliyetçi camiada hemen yayıldı…
MHP maalesef ’80 sonrası siyasî
popülizmi ve geçmiş günlerin
zaferlerinin sarhoşluğuyla anlamsız bir dinci tutum benimseyerek “ülkücülüğü”
Türk tarihinden, medeniyetinden ve devletçiliğinden ayrı, Arap özentisi tuhaf
bir dindarlık haline getirdi.
Bugünkü öğrenilmiş çaresizliğin
altında yatan güdülerden biri de bu dinci/ Arapçı özentinin getirdiği lidere
tapınma psikolojisi.
Bunlar acımasız tespitler gibi
gelebilir ama yapılmaları, ortaya konmaları, milliyetçiliğin istikbali için
elzem…
Bunu nasıl bu kadar rahat iddia
edebiliyoruz?
Türk milliyetçilerinin
unuttuğu fazilet şu: Hiçbir örgüt insan
rızasının üstünde ve ondan daha değerli değildir! Buna devlet de dahildir.
Türk milliyetçileri Arap özentisi
dincilikleriyle neticeyi sebepten ayrı tapınılası bir şey gibi görmeye
başladıklarından, bir defa kurulan herhangi bir şeyin ilelebet değişmeden
kalması gerektiği kanaatini kafalarında kemikleştirmişlerdir. Bunu nereden
anlıyoruz? Şu anda kendisini “ülkücü” kabul edenlerin hemen tamamı, dinin
Arapçı yorumuna karşı eleştirilere büyük bir kinle ve hınçla yaklaşmakta… Dini,
Arapların öğrettikleri, öğütledikleri gibi Arap örfüne göre yaşanan ve yoruma
kapalı, değişmeden kalması gereken bir
tür kutsal ideoloji olarak kabul
etmektedirler.
Bu neyi getirir? Bu kurulan teşkilâtlara, seçilen
liderlere değişmez tek varlık olan Tanrı’ın özelliklerini izafe ederek onları
bir nevi Tanrılaştırmak bağnazlığını… Bunu yaptığınız takdirde kurumları inşa
eden insanların, kurumların tuğlaları arasında kullandıkları rıza harcını
görmezden geliyorsunuz demektir.
Fertlerin rıza meşruiyetini göz
ardı ettiğinizde; bir sonraki kaçınılmaz
durak, cemaat durağı olacaktır ki bugün
bilhassa ülkücülüğün cemaatçi/tarikatçi bir dinci renk arz etmesinin sebebi
budur. Bu durum “lider, doktrin, teşkilat”
gibi iç son derece boş ve fakat bir o kadar zararlı bir sloganla
kafalarda betonlaştırılmıştır.
Böylece ülkücüler karılarını eve
tıkıp kafalarına türban taktıran, ağızlarından Arapça deyimler eksik olmayan,
cemaatlere ve tarikatlere kolaylıkla kapılan ve hatta Merhum Muhsin
YAZICIOĞLU’nun ‘90ların başında söylediği gibi artık Bozkurt’u kabul etmeyen
tuhaf Filistin/ İran melezi militanlar imajına bürünmüşlerdir. MHP
içindeki ülkücülerle bu açıdan dinci BBP
tabanı “alperenlerinin” hiçbir farkları
yoktur. Türk Ocakları’nın belini
doğrultmaya çalıştığı seksenlerin sonu ve doksanların başında, hemen her
faaliyetini sabote eden, basan “ülkücüler” bu dinci tipolojinin örneğiydiler…
Dinciliğin ferdin rızasını fitne
kabul eden ve lidere tapınmayı kutsayan çarpık bilincini benimseyen MHP, geçmiş
günlerin mirası ve milliyetçilerin vefa duygusundan dolayı hâlâ oy
alabilmektedir.
Yoksa kendisi ne oyların rıza
özüne ulaşmaya çalışmakta ne de kendini eleştiriye açarak gelişmeye
çalışmaktadır.
MHP bugün, siyasi bilincine
sızmış Arapçı dinci popülizminin yarattığı oy bağımlılığından dolayı kendini sorgulayamıyor, tahlil edemiyor. MHP
bugün, üyelerinin, sevenlerinin sesine kulak vermek yerine, onların
çaresizliklerinin üstüne yatmakla yetiniyor.
MHP, kafasındaki dinci
şartlanmadan sıyrıldığı takdirde Türk’ün,
liyakat ve eleştiri örfüne
dönecek ve o zaman budunun iyiliği için vazgeçilemeyecek hiç kimsenin
olmadığının farkına varacaktır. Budunun iyiliğini düşünürken rızayı gözetmekte
gafil olmayacaktır. Birine “başbuğ”
dendiğinde, bu, onun töreye bağlı kaldığı müddetçe “baş” olacağı ve aldığı “kut’u”
koruyacağı anlamına gelirdi. Türk Milleti “kut’u”, meşruiyet ve ahlâk
sınamasına kesin bir dürüstlükle bağlı kılmıştır.
Oysa dincilikle ifsat
edilmiş milliyetçi hareket, ferdi
rızasını ezmeyi kendine görev bilirken
“kul hakkının” bireysel ve aşılamaz bir şart olduğunu unutmuştur.
Bu yüzdendir ki eğer MHP, Türk milliyetçiliğinin fikri gelişimini,
tepkisel yeterliliğinin siyasi
mülahazalarla engellemekte beis görmüyorsa yıkılıp yerine daha akılcı, daha
rızaya ve liyakate dayalı başka bir milliyetçi teşkilâtların her zaman
kurulabileceği akılda tutulmalıdır.
(Aynı şey Türk Ocakları için de geçerlidir. “Bilge” diye tanıtılan vazgeçilmez
“ağabeyler” Türk Ocakları gibi bir yüce kurumu kahve muhabbeti kıvamında sığ
siyasî mülâhazaların ve beklentilerin batağına itmiştir, itmektedir.)
MHP yönetimi şunu bilmelidir ki
Türk milliyetçiliği bir takım “başbuğların” insanüstülüğünden dolayı değil,
mensuplarının gönüllü iştirakinden dolayı vardır ve olacaktır. “Başbuğun” kutu,
onun tanrı katından geldiği farz edilen seçilmişliğine gösterilen rıza ile
vardır; onun insanları ezen ve sorgulanmayan herhangi bir otoritesinden dolayı
değil…
Liderin, buduna liyakatine ve
rızaya bağlılığına bakmayarak ona tapınan herkes zelil olmaya mahkûmdur.
Liderin liyakatini sorgulamak da bütün
Türk’lerin hakkı ve görevidir!
Bu açıdan ne MHP ve ne de onun
liderleri vazgeçilmezdir.
Türk milliyetçileri artık her
Türk’ün bir bayrak olduğunu bilerek okumalı, yazmalı ve eleştirmelidir. Türk
milliyetçileri, Türk’ün, sürüleşmeye muhtaç olmadan yaşayabilen devlet
kurabilen bir insan adı olduğunu artık idrak etmelidir. Türk milliyetçileri, Türk
teşkilatlanmasının tapınıcı değil, akılcı ve ahlâkçı olduğunu artık idrak
etmelidir.
Granit kaplı gökdelenlerde
yazmadan, okumadan duran ve fakat üreten, akleden, eleştiren herkesi hikmetinden sual olunmayan
“reislerin” otoritesiyle susturan bir
teşkilâta hiç kimsenin ihtiyacı yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder