14 Ağustos 2012 Salı

Türk Milliyetçileri MHP’ye Mahkûm Mu?


Milliyetçi yayın organlarında yaygın kanaat, MHP’nin ve liderinin tartışılmaz ve vazgeçilmez olduğu…
Bu kanaatin sebebi  “öğrenilmiş çaresizlikten” başka bir şey değil.
’80 öncesi komünizm işgaline karşı   destansı mücadelesi, milliyetçi camiayı  en azından başlarda lâik, bir ölçüde medeniyetçi ve akılcı ölçülerde derleyip toplamış olması MHP’yi bir efsane yapmıştı. Bu gerçeği kimse inkâr edemez… Öyle ki sanki MHP olmazsa Türk Milliyetçileri çobansız kalmış koyunlar gibi dağılıp gidecekmiş korkusu milliyetçi camiada hemen yayıldı…

MHP maalesef ’80 sonrası siyasî popülizmi  ve geçmiş günlerin zaferlerinin sarhoşluğuyla anlamsız bir dinci tutum benimseyerek “ülkücülüğü” Türk tarihinden, medeniyetinden ve devletçiliğinden ayrı, Arap özentisi tuhaf bir dindarlık haline getirdi.

Bugünkü öğrenilmiş çaresizliğin altında yatan güdülerden biri de bu dinci/ Arapçı özentinin getirdiği lidere tapınma psikolojisi.
Bunlar acımasız tespitler gibi gelebilir ama yapılmaları, ortaya konmaları, milliyetçiliğin istikbali için elzem…
Bunu nasıl bu kadar rahat iddia edebiliyoruz?
Türk milliyetçilerinin unuttuğu  fazilet şu: Hiçbir örgüt insan rızasının üstünde ve ondan daha değerli değildir! Buna devlet de dahildir.

Türk milliyetçileri Arap özentisi dincilikleriyle neticeyi sebepten ayrı tapınılası bir şey gibi görmeye başladıklarından, bir defa kurulan herhangi bir şeyin ilelebet değişmeden kalması gerektiği kanaatini kafalarında kemikleştirmişlerdir. Bunu nereden anlıyoruz? Şu anda kendisini “ülkücü” kabul edenlerin hemen tamamı, dinin Arapçı yorumuna karşı eleştirilere büyük bir kinle ve hınçla yaklaşmakta… Dini, Arapların öğrettikleri, öğütledikleri gibi Arap örfüne göre yaşanan ve yoruma kapalı, değişmeden kalması  gereken bir tür  kutsal ideoloji olarak kabul etmektedirler.

Bu neyi  getirir? Bu kurulan teşkilâtlara, seçilen liderlere değişmez tek varlık olan Tanrı’ın özelliklerini izafe ederek onları bir nevi Tanrılaştırmak bağnazlığını… Bunu yaptığınız takdirde kurumları inşa eden insanların, kurumların tuğlaları arasında kullandıkları rıza harcını görmezden geliyorsunuz demektir.

Fertlerin rıza meşruiyetini göz ardı ettiğinizde;  bir sonraki kaçınılmaz durak, cemaat  durağı olacaktır ki bugün bilhassa ülkücülüğün cemaatçi/tarikatçi bir dinci renk arz etmesinin sebebi budur. Bu durum “lider, doktrin, teşkilat”   gibi iç son derece boş ve fakat bir o kadar zararlı bir sloganla kafalarda betonlaştırılmıştır.

Böylece ülkücüler karılarını eve tıkıp kafalarına türban taktıran, ağızlarından Arapça deyimler eksik olmayan, cemaatlere ve tarikatlere kolaylıkla kapılan ve hatta Merhum Muhsin YAZICIOĞLU’nun ‘90ların başında söylediği gibi artık Bozkurt’u kabul etmeyen tuhaf  Filistin/ İran melezi  militanlar imajına bürünmüşlerdir. MHP içindeki ülkücülerle bu açıdan  dinci BBP tabanı “alperenlerinin”   hiçbir farkları yoktur. Türk Ocakları’nın  belini doğrultmaya çalıştığı seksenlerin sonu ve doksanların başında, hemen her faaliyetini sabote eden, basan “ülkücüler” bu dinci tipolojinin örneğiydiler…

Dinciliğin ferdin rızasını fitne kabul eden ve lidere tapınmayı kutsayan çarpık bilincini benimseyen MHP, geçmiş günlerin mirası ve milliyetçilerin vefa duygusundan dolayı hâlâ oy alabilmektedir.
Yoksa kendisi ne oyların rıza özüne ulaşmaya çalışmakta ne de kendini eleştiriye açarak gelişmeye çalışmaktadır.

MHP bugün, siyasi bilincine sızmış Arapçı dinci popülizminin yarattığı oy bağımlılığından dolayı  kendini sorgulayamıyor, tahlil edemiyor. MHP bugün, üyelerinin, sevenlerinin sesine kulak vermek yerine, onların çaresizliklerinin üstüne yatmakla yetiniyor.
MHP, kafasındaki dinci şartlanmadan sıyrıldığı takdirde Türk’ün,  liyakat ve eleştiri örfüne   dönecek ve o zaman budunun iyiliği için vazgeçilemeyecek hiç kimsenin olmadığının farkına varacaktır. Budunun iyiliğini düşünürken rızayı gözetmekte gafil olmayacaktır.  Birine “başbuğ” dendiğinde, bu, onun töreye bağlı kaldığı müddetçe “baş” olacağı ve aldığı “kut’u” koruyacağı anlamına gelirdi. Türk Milleti “kut’u”, meşruiyet ve ahlâk sınamasına kesin bir dürüstlükle bağlı kılmıştır.

Oysa dincilikle ifsat edilmiş  milliyetçi hareket, ferdi rızasını  ezmeyi kendine görev bilirken “kul hakkının” bireysel ve aşılamaz bir şart olduğunu unutmuştur.
Bu yüzdendir ki eğer  MHP, Türk milliyetçiliğinin fikri gelişimini,  tepkisel yeterliliğinin siyasi mülahazalarla engellemekte beis görmüyorsa yıkılıp yerine daha akılcı, daha rızaya ve liyakate dayalı başka bir milliyetçi teşkilâtların her zaman kurulabileceği  akılda tutulmalıdır. (Aynı şey Türk Ocakları için de geçerlidir. “Bilge” diye tanıtılan vazgeçilmez “ağabeyler” Türk Ocakları gibi bir yüce kurumu kahve muhabbeti kıvamında sığ siyasî mülâhazaların ve beklentilerin batağına itmiştir, itmektedir.)

MHP yönetimi şunu bilmelidir ki Türk milliyetçiliği bir takım “başbuğların” insanüstülüğünden dolayı değil, mensuplarının gönüllü iştirakinden dolayı vardır ve olacaktır. “Başbuğun” kutu, onun tanrı katından geldiği farz edilen seçilmişliğine gösterilen rıza ile vardır; onun insanları ezen ve sorgulanmayan herhangi bir otoritesinden dolayı değil…

Liderin, buduna liyakatine ve rızaya bağlılığına bakmayarak ona tapınan herkes zelil olmaya mahkûmdur. Liderin liyakatini sorgulamak da    bütün Türk’lerin hakkı ve görevidir!
Bu açıdan ne MHP ve ne de onun liderleri vazgeçilmezdir.

Türk milliyetçileri artık her Türk’ün bir bayrak olduğunu bilerek okumalı, yazmalı ve eleştirmelidir. Türk milliyetçileri, Türk’ün, sürüleşmeye muhtaç olmadan yaşayabilen devlet kurabilen bir insan adı olduğunu artık idrak etmelidir. Türk milliyetçileri, Türk teşkilatlanmasının tapınıcı değil, akılcı ve ahlâkçı olduğunu artık idrak etmelidir.

Granit kaplı gökdelenlerde yazmadan, okumadan duran ve fakat üreten, akleden, eleştiren  herkesi hikmetinden sual olunmayan “reislerin” otoritesiyle susturan bir   teşkilâta hiç kimsenin ihtiyacı yok!

Hiç yorum yok: