29 Ekim 2010 Cuma

Türkiye'de İktidarın Toplum Mühendisliği Politikası I


-İslamcıysa ne olmuş?
- Eee? Biz kimiz ki yargılayalım?
- Kendi kültürümüzün üstün olduğunu düşünmek kibirlilik değil mi?
- Ve onun dini inançlarını eleştirmek yobazlık, değil mi?
- Ona gözünü dikme evlât! Onu küstürebilirsin!
Dinamitlerin üstündeki yazı :"Çok Kültürcülük"
"Gerçek İntihar Bombacısı"
İktidar, bir yeterlilik ifadesi. Gerçekleştirebilmek kudretini anlatıyor. Siyaset bilimi açısından ise yönetmek yetkisini elinde bulundurmak demek.
Zaten sorun burada başlıyor.
Çünkü “yönetmek” kelimesinin anlamının, sınırları iyi çizilmezse, bu kelime “gütmek” kelimesinin anlam sahasına tecavüz ediyor.


Gütmek, iradesiz canlıları sevk etmek, yönlendirmek demek. Çobanlar, koyunlara sormaksızın, onları kendi bildikleri yerlere sürükler.
Genellikle sosyalist propagandanın etkisiyle nefretle anılsa da liberal ilkelere göre şekillenen modern demokrasilerin en önemli özellikleri “yönetmenin” asıl anlamına sadık kalınması yönünde, sürekli gösterilen özen ve dikkattir.
Yönetmek işinin, hürriyetleri zedelememesi için dikkatli olmak batı demokrasilerinin ayırıcı özelliğidir.


Peki ama “yönetmek” kelimesine neden bu kadar dikkat edilmektedir, edilmelidir?
Bunu Türkiye’de demokrasiye bakışla anlatmak belki daha akılcı olur.
Türkiye’de demokrasi, sadece genel kuralları keşfetmek ve yazılı hale getirmekle görevli bir yasama meclisini, seçimler vasıtasıyla belirlemek anlamına gelmemektedir.
Türkiye’de demokrasi, seçimler vasıtasıyla yetkilendirilmiş yasama meclisinin menfaat gruplarının meşruiyet testi yapılmamış her türlü taleplerine ilişkin “kanun” sanılan talimatnameler çıkarabilmesi, bu meclis çoğunluğunu ele geçirmiş partinin de fillî menfaat dağıtıcısı olarak çalışması demektir.
Bu menfaat dağıtımı, devlet kurumlarında partizanların istihdamı, ahaliye aynî yardımlar, büyük iş adamlarına vergi kolaylıkları, devlet bankalarından krediler dağıtmak, vs.dir.


Buraya kadarki anlamıyla “yönetim”, devlet imkânlarını meşru vasıtalarla dağıtmaktır.
Oysa liberal demokrasilerde yönetimin bu şekli en azından ilkesel anlamda ciddi şekilde sınırlandırılmıştır.
Zamanımızın en büyük problemi, devletin işlevlerini, alabildiğine genişleterek bundan menfaat sağlayan iktidarların, bürokrasiyle ve kendi partizanlarıyla kurdukları menfaat ilişkilerinin önünü alamamaktır.
Türkiye’de “yönetim” sorunu ise özellikle son üç yıldır iyice farklı bir mana kazanmıştır.


Burada alıştığımız anlamdaki yüzeysel “gütmek” şeklinde yürütülen yönetmek işi, yürütmenin ciddi toplumsal mühendislik projesine dönüşmüştür.


Sorun, “çoğunluk oyunun” devlet imkânlarının dağıtılmasını meşrulaştırmaya yetmediği aslında herkesçe bilinirken iktidarın bir de sırf bu çoğunluğu elde ettiği için toplumu şekillendirmeye yetkisinin olup olmadığıdır.
Bildiğimiz demokrasilerde, çeşitli ideolojilere, dünya görüşlerine mensup topluluklar, bu anlayışlarının yönetimde etkin olması için seçimlerde kendi partilerine oy verir. Şüphesiz demokrasinin yozlaşmış yaygın uygulamalarında menfaat dağıtımı, seçimleri oldukça etkilemektedir.

Ama buna rağmen toplum, farklı toplulukları/cemaatleri veya camiaları barındırır.
Demokrasinin Türkiye’deki yürütülüşünde, “her kesimi” memnun etmek gibi tuhaf bir anlayış güden ve bütün kolektivist uygulamalarına rağmen kendilerini merkez sağ olarak adlandıran partiler, Türk siyasetinin hâkim rengini oluşturmaktadırlar.
Bilhassa son üç yıldır, mevcut iktidar partisinin toplumsal dinamiklere yönelik aşırı bir ilgisinin olduğu dikkat çekicidir.
İktidar partisi, siyaset pazarının müşterilerinin kanaatlerini, müşterisi oldukları partiler üzerinden yargılamaktadır.

Burada kendini “standart” “normal” bir liberal demokrat parti gibi sunmakta ve bütün siyaseti de bu norma göre şekillendirmeye çalışmaktadır. İşin kötüsü bu tip kolaycılıkları en önce yargılaması gereken liberaller, liberalizmin bu korporatist ve fırsatçı istismarına çanak tutmaktadırlar.
İktidar partisi kendisini norm olarak kabul ettirmekte çoğunluk oyunu delil olarak kullanmaktadır. Öyle ya, madem bir milletin çoğunluğu kendi partisini desteklemektedir, öyleyse onun yaptıklarının normal olması gerekmektedir.
Bu anlayış, “hukuk idealinden” habersizliğin, yönetim ilkesinin adalete bağlılığını umursamamanın sonucudur.

İktidar partisi, bununla da yetinmeyip “kanaatler” üzerinde ciddi bir tasallutta bulunmaktadır.
Aslında bu şaşılacak bir durum değildir. Çünkü, iktidar partisi, tabanıyla, yönetimiyle, modern demokrasiyi yaşatan toplumların normlarından uzak olmanın kompleksini yaşamaktadır.

Emevî siyasal islâm’ının norm olarak kabul edildiği günümüz İslam dünyasındaki taklitçi ve nakilci anlayışın, “çoğunluk oyuyla” iktidara gelmesi, iktidar partisinde “doğal bir haklılık” güveninin doğmasına yol açmıştır.
“Yıllardır dışlanan Müslümanlar” gibi söylemler iktidarı elde etmenin verdiği sarhoşluğun neticesidir.

Yıllardır dışlanan Müslüman’lardan kasıt, sıradan Müslüman’lar değildir.
Sıradan Müslümanların çoğu beş vakit namaz hususunda o kadar hassas değildir. Çoğu, cumaları camileri dolduran, bayram namazına giden, arada bir içki içen, giyinme şekillerinde devrin normlarını gözeten, Türk geleneklerine uymayı doğal kabul eden, Türk bayrağını, Atatürk’ü, Türk adını, Türk vatanını, ordusunu benimseyen, bunları kutsayan insanlardır.
Oysa iktidar partisinin “dışlandığını” iddia ettiği kitlede, bahsedilen unsurların hiç biri bir “değer” değildir.

Bu kitle, toplumsal olarak dışlanmış değildir. Yıllardır içimizde yaşamış ve fakat sahip oldukları normlar ve değerler ile toplumun geri kalanından uzak kalmaya özen göstermiş, bilhassa şehir yaşantısından aşırı korkan, kenar mahallenin melez kültüründen beslenen bir kitledir. Bu tavrın en önemli örneklerini iktidar partisinin liderinin hal ve tavırlarında görmek mümkündür. Dünyayı karşısına alan, sürekli kendisine karşı husumet beslendiğinden yakınan ve bununla baş etmeye çalışan savunmacı bir yaklaşım, “merkez sağın” kenar mahalleliğe doğru kaydığının bir göstergesidir.

İktidar partisi, çeşitli partilerin geçmişlerini sürekli bir suç delili gibi göstererek, kendi müşterileri dışındaki vatandaşların oylarının meşruiyetine gölge düşürmeye bunun için çalışmaktadır. Çünkü sahip olduğu dünya görüşünün kendi tutarlılığı ve meşruiyetini ispatlayacak ahlâkî ve mantıkî araçlardan mahrumdur.
Bundan dolayı haklılığını, başkalarının haksızlığına dayandırmaya çalışmaktadır. Millet ve milliyet düşmanlığını onunla paylaşan liberallerin enternasyonalist ve bununla beraber etnik ırkçı yaklaşımları da iktidar partisinin “liberal” olduğuna dair çirkin ve çarpık bir görüntü oluşturmaktadır.
İktidar partisinin ifade hürriyeti, mülkiyet ve yaşamak hakkı ile ilgili hiçbir belirgin görüşü yoktur oysa…
(Devam edecek...)

Hiç yorum yok: