1 Ekim 2010 Cuma

Çözümü Türk Milleti Belirler


Türkiye Cumhuriyeti’nin, üzerine inşa edildiği “milletleşme” felsefesi ve mantığı bu günlerde “şiddetle” sorgulanıyor ve kafaları, millet kavramını almayan bir takım kabilecilerin hırçınlıkları, milletimize dayatılmaya çalışılıyor.


Özetle söyleyecek olursak: Kürt, bir kabileler koalisyonunun en fazla bir kavmin adıdır. Kürt toplumsal yapısı, milletleşememiş, ırkî tekdüzeliğe, akrabalık ilişkilerine dayanan, gördüğünü, tanıdığını yaşatmak dışında insanların geri kalanına herhangi bir soyut değer atfetmeyen fert tipine dayalı bir yapıdır.


Türk Milletleşme sürecinde, tarihleri, meşru egemen karşı sayısız isyanla dolu, birbirlerini dahi düşman kabul eden ve kurallı yaşamaya yabancı bu kabileler koalisyonuna hukuk biriliğine dahil olmaları ve vatandaşlık haklarından yararlanmaları için ortak kimlikte buluşmak imkânı tanınmıştır. Bu kimlik Türk kimliğidir.


Nitekim milletleşmiş bütün toplumlarda da aynı mekanizma hemen hemen yürümüştür. Kuzey Afrika’da katliamlar yapan Fransa’da bugün Arap kökenli pek çok Fransız vardır. Fransız devleti, bunları Fransız sayar ve hukuk önünde de öyle muamele görürler. Keza Almanya’da artık arkaik ve geri kavmiyetçi, kabileci gerilimleri yaşatmaya imkân yoktur. ABD gibi bir federasyonda dahi millî bütünlük bütün eyaletlerin üzerinde tartışmasız mutabık kaldığı ve bedeli kanlı bir iç savaşla ödenmiş bir “değerdir”.


Bir tarafta kendi ailesi dışındaki her varlığı düşman gören aşiret bağlılığı ve gerilimi, diğer tarafta tanımadığı, görmediği ama ortak değerlere ve kurallara bağlılıktan dolayı “benzerlik” hissedilen insanları korumaya değer bulan millet ferdinin kurala dayalı varlığı varken bu ikisini “demokrasi” terazisinde tartmak mantıksızlıktan öte ahlâksızlıktır.


Bu, algıları dünyaya uyum sağlamaya yetmeyen, aklı, sınırlı sayıdaki somut ailevî kuralların dışındaki kuralları değerlendiremeyen insanlara, kurallı insanların kaderini peşkeş çekmek demektir.


Kürt toplumunun bu özelliğini belirtmek onu tahkir etmek midir? Asla! Ama hayatının büyük çoğunluğu sınırlı bir coğrafyanın çetin maddî şartlarında geçmiş ve bütün “kurumları” da ancak bu şartlara uymakla şekillenmiş bir toplumun yapısı açıkça ortaya konmazsa, bu gün yaşadığımız uyumsuzluğu izah edemeyiz.


Toplumsal şartları ne olursa olsun, algıları ne seviyede kalmış olursa olsun, Kürt topluluğuna “Türk milleti adına karar veren” hakimlerin hakemliğini kabul etmeleri anlamında Türk oldukları için aşiret, kabile mensubiyetlerini fersah fersah aşan bir medeni haklar takımı, ayrımsız verilmiştir.


“Kürt sorunu” diye sunulan sorunun aslı, Kürt topluluğundan, etnik ırkçılıktan daha medeni, soyut donanımlı bir hareketin, bir algılamanın çıkamamış olmasıdır. Ailesinden gayrsını düşman bilmekle tebarüz eden bir mensubiyet şuuru, maalesef “kurala dayanmak”,”soyut değerler etrafında bütünleşmek/benzeşmek” durumunu idrak edememiştir.



Bundan dolayıdır ki Kürtleri bir “sorun” haline getirmeye yönelik Kürt etnik ırkçılığının kışkırtmalarına karşı sunulan çözümler cevapsız kalmaktadır.
Kürt etnik ırkçılığı bu gün, kurala dayanan koskoca bir kültüre ve medeniyete, kendi aile/aşiret veya kabile kurallarını dayatmaya kalkmaktadır.


Kürt toplumsal yapısının, hayat şartlarından dolayı dayandığı olgular arası basit neden sonuç ilişkisi algısı, “toplumun” oluşumundaki soyut ilişkileri kavramaya yetmemektedir. Bundan dolayıdır ki Kürt etnik ırkçıları,“herkes için ve her zaman geçerli olması” düşünülen kural birliğinin hangi şartlarda mevcut olabileceğini algılayamamaktadır.


“Herkes için ve her zaman” geçerli olmak demek, yargı mekanizmasının “tek ve bütün ” bir sosyolojik yapının içinden çıkmasıyla mümkündür. Bu teklik de benimsenmiş ortak kurallar takımına bağlılık ve o kurallar takımını hayata geçiren egemenle yani milletleşmiş toplumla bütünleşmekle mümkündür. Keza evrensel olarak kabul edilen temel haklar kavramına rağmen her milletleşmiş toplum, ayrıca kendi örfüne dayanan kurallar bütününe göre kendi toprağında mahkemeler kurar, egemenlik zaten bundan başka bir şey değildir.

Toplumu etnik aidiyetlere göre, kan bağı ilişkilerine göre parçalayarak bu hukuk temelini ve bütünlüğünü koruyamazsınız. Bu mekanizma o şartlarda işleyemez. Bu, saatin belli bir düzenle bir araya gelmiş dişlilerini, dağıtıp ondan sonra gene eskisi gibi çalışmasını ummaya benzer.
Bütün bunlardan dolayıdır ki Kürt etnik ırkçılığının ahlâk ve hukuk dışı söylemleri birer “çözüm” olarak kabul edilemez.


Çünkü “çözüm” diye sunulan şeyler, muhatabın kabul edip etmeyeceği düşünülmeksizin, onun ikna olmasını gerekli bulmaksızın sunulan taleplerden ibarettir ve bütün dayanakları da saf şiddet tehdidi yani terördür.


Türk Milleti bu açıdan, kendi toplumsal algısının çok gerisinde, neredeyse hayvani düzeyde, sürüleşme psikolojisine yakın bir histeriyi “çözüm” adı altında aklın terazisine koymaya zorlanamaz. Çünkü çözüm diye sunulan şeylerin içinde akıl, ahlâk ve mantık yoktur.


Yıllarca Türk vatanında, kendimizden zerrece ayırmadığımız, kardeş bilerek okullarımızda okuttuğumuz, milletin kalbi olan mecliste en mahrem sırlara, Türk kimliğini taşıdıklarını düşündüğümüz için ortak ettiğimiz insanlar bu güm bu hüsnü kabulün, kayıtsız şartsız güvenin karşısına “Kürtler ayrı bir halktır!” diye çıkarlarsa yaptıklarına ihanetten başka bir şey denemez. Türk milleti bunu, Kürt etnik ırkçılığından korktuğu için yapmamıştır, etnik ırkçılıkları çok aşan yüksek toplumsal şuuruna duyduğu özgüvenden dolayı yapmıştır.


“Çözüm” diye sunulan modellerde göz ardı edilen şeylerden biri de budur. İngiltere’de İngilizler İrlandalıları hiçbir zaman “kardeş” olarak görmemiş ve onları yasama organlarının mahremiyetine dahil etmemişlerdir. Dahil edilenlerin de İngiliz egemenliğine kayıtsız şartsız bağlılığı kesinlikle gözetilmiştir. Fransa’da hiçbir mağripli, Fransız mahkemelerinin tekliğini sorgulayamaz. Almanya’da hiçbir eyalet Alman anayasasının bütünleştiriciliğine itiraz edemez. Sürekli aynı örnekleri vermemizin sebebi bunların liberal demokrasinin nispeten çok daha olgun yaşandığı ülkeler olmalarındandır.


Diğer ülkelerdeki “çözümlerin dayatılmasındaki bir başka tutarsızlık, bahsi geçen toplumlarda “vatan” denen kavrama bizdeki değerin atfedilip atfedilmediğidir. Dolayısıyla etnik ırkçılık bize “Senin vatan dediğin şeyin benim için önemi yoktur! Senin vatan bağlılığını tanımadığım için dediğimi yapmak zorundasın yoksa hayatını cehenneme çeviririm!” demektedir ve bunu da açık açık söylemektedir.


Ne yazık ki diğer ülkelerle vatan konusundaki bu farkımızı idrak edemeyen ezbere liberaller, bir takım kötü ırkçılı tecrübelerinden gayrısını bilmeyen batılı düşünürlerin söylemlerinden hareketle “vatan” kavramına saldırmakta onu yok etmeye çalışmaktadırlar ki onlara ”vatansız” dememizin sebebi budur.


“Çözüm” Türk Milleti’nin rızası dışında imkânsızdır! Etnik ırkçılar bunu böylece bilmelidir. “Çözüm” içinde terörü ve ırkçılığı barındıramaz! “Çözüm” işleyen saati parçalayarak meydana getirilemez. “Çözüm” başka şartlara göre oluşmuş yapıları, başka vücutları bize giydirmeye çalışarak gerçekleştirilmez. Kısacası etnik ırkçılıkla, ifade hürriyeti sorununa bir çözüm üretilemez.


Çözüm ancak “Türk vatandaşı” olduğunu kabul edip Türk mahkemelerinin adaletine sığınan, Türk Milleti’nin egemenliğini tartışmasız kabul ederek bu egemenlik içindeki hakları kullanmanın adının Türklük olduğunu kabul eden, bu birlik ve bütünlük içinde kendi iletişim vasıtalarıyla eser meydana getirmek dışında bir dava gütmeyen, “çözümü” Türk demokrasisi içinde arayan, milletleşmemize düşman olmayan ve bu milletleşmenin bir parçası olmak iradesi gösterenlerle beraber bulunabilir.


Aksini düşünmek Türk Milleti’ne ve devletine düşmanlık ilânıdır ki düşmanla herhangi bir tartışmaya girilmez ve çözüm araştırılmaz. Düşmanla ilişkilerde tek “çözüm”, düşmanın yok edilmesidir! Bu açıdan etnik ırkçılar, şimdilerde milli değerlerden habersiz bir siyasetin gafletinden beslenerek mecliste yer alabilmelerine rağmen bunun muvakkat bir durum olduğunu bilmeli ve durumlarını buna göre ayarlamalıdırlar. Çünkü “Türk” adının belirleyiciliğine açık düşmanlık ilanından sonra bir miktar “toprak” kazansalar bile, kendilerine mensup olduğu bilinen herkesin istisnasız şekilde ülkenin geri kalan bölgelerinden dışlanacağını ve ciddi maddi ve manevi kayba uğrayacağını bilmelidirler. Etnik ırkçı “çözümün” bedeli ancak bu olabilir.


Türk Milleti’nin çözümü ise bellidir: Türk adının tartışılmaz egemenliğinin kabulü, bu egemenliğin sağladığı hukuk birliği içinde “özel ve bireysel” şekilde yerel ifade vasıtalarının eserlerinin, serbest bir piyasada kendi talebini bulması. Bunun dışında ifade hürriyeti istismarıyla etnik ırkçı bir bürokratik otarşiye kapı aralayabileceğini sananlar, kendi açtıkları cehennem çukuruna Mehmetçik’in süngüsüyle atılacaklardır. Umulur ki etnik ırkçılar bu iki ihtimal dışında bir “çözüm” olamayacağını artık idrak etsinler…



2 yorum:

nevin çelik dedi ki...

Dünyada bulunduğu süre ne kadar uzun olursa oldun,devlet kuramamış,dolayısıyla devlet tecrübesi edinememiş,düzen nedir tanımamış bunun sonucu olarak düzen tesis eden devlet içinde yaşarken devamlı isyan eden bir aşiretler topluluğu şimdi kalkmış devlet olmak istiyor.Kargalar bile güler.

Afşar Çelik dedi ki...

Tam anlamıyla sapla samanı birbirine karıştırmak... Ülke bu cehalete mahkum mudur?