Türk Ocakları, tarihî filmlerde
ve dizilerde, kurgu, gerçek ilişkisinden
bahseden bir panel düzenlemiş.
Adı da ilginç: “Film Dizi ve
Tarih: Kurgu ve Gerçek”
Türk Ocakları aslında ilginç
sayılabilecek bir konuda panel
düzenleyerek iyi bir iş yapmış.
Panelistleri de milliyetçi
camiada tanınan isimlerden seçerek kendince bir cazibe yakalamış.
Buna karşılık panel haberindeki özete
şöyle bir göz atınca bazı şeyleri
eleştirmemek ne yazık ki mümkün değil.
Dört konuşmacının ilki, dizilerde ve filmlerde “Tarihî gerçeklerin değiştirilemeyeceği,
değiştirilmemesi gerektiği” konusunu
dile getirmiş. Yani? O kadar… Panel başkanı değerli hocamızın “Tarih, dizlerden
öğrenilecek bir şey değildir.” uyarısı da
bu şekilde güme gitmiş. İlk konuşmacının
sinemaya ya da görsel sanatlara
ilgisi nedir bilemiyorum. Meselâ “Cennetin Krallığı” adlı filmde Selâhattin Eyyubi’nin
Kudüs’ü geri alışı “tarihi bir gerçek” olarak ortaya konur ama orada ancak “mert denebilecek bir düşman” olarak gösterilir.
Neden? Çünkü “Cennetin Krallığı’ında”
Üçüncü Haçlı Seferi’ni anlatanlar Hristiyanlardır. Bu da bizi şunu
göstermiyor mu? “Tarih, gerçeğin algılanışlarından yalnızca biridir…” Burada
asıl vurgulanması gereken nokta “Gerçeklere bağlı kalınmasından” da öte
gerçeklere “Türk olarak nasıl bakmamız” gerektiği olmalıydı belki de.
İkinci konuşmacı, dizilerde
milliyetçilerin kaba insanlar olarak gösterildiklerinden şikâyet etmiş. Bu
pilav aslında epey su kaldırır ama… Dizilerde gösterilen “ülkücü gençlik” profilinin toplumsal tabanı,
kültürel kaynakları ve özellikle ideolojik yönlendirilmesi milliyetçiler tarafından bugüne kadar dürüstçe
ve korkusuzca ele alınmış ve eleştirilmiş midir? Hiç sanmıyorum. Ülkücülüğün,
lâikliğin daha güçlü olduğu, toplumun nispete çok daha uygarca yaşadığı ’80 öncesi
dönemi ile toplumun “merkez sağ” tarafından dincileştirildiği, dinciliğin
devlete bilhassa egemen kılındığı ANAP dönemdeki değişimi bugüne kadar mukayese edilmiş midir ki
dizlerde “milliyetçilerin kaba” insanlar olarak gösterilmesinden şikâyet edilmektedir. Daha da önemlisi
milliyetçi olarak nitelenebilecek “film zanaatkârları” yetiştirmek konusu, milliyetçiliğin
bir derdi olmuş mudur ki bu gün film endüstrisinin milliyetçiliğe bakışından şikâyet ediliyor?
Kimse kızmasın ama milliyetçilerin çoğu, cahil ve kaba olmayı “halk çocuğu”
olmanın gereği olarak addetmiştir.
Üçüncü konuşmacı dizi sektöründe dünya
ikincisi olduğumuzdan bahsetmiş. Bununla nereye vardığını şahsen ben anlayamadım, dinleyicilerin de bir
şey anladığını şahsen sanmıyorum.
Konuşmacılardan şahsen de
tanıdığım değerli hocamız Tufan Gündüz,
filmlerdeki “çatışma unsurundan” bahsetmiş. Dört konuşmacı içinde, bahsedilen
konuya kuramsal olarak en yakın düşen de o olmuş zaten. Senaryonun ancak bir
çatışma/çelişki ile ortaya çıkabileceğini söyleyerek panelin en kuramsal bildirisini sunmuş. Onun bildirisinin zayıf
yanı ise bunun ticari beklentiyle ilişkisini kurmak olmuş. İş seyirci ilgisine vs geldiğinde
“Seyirci çatışma sever” gibi bir
izah, bana göre titrleri hepimizi
titreten bilim insanlarından beklenenden
çok daha sıradan bir izah olmuş.
Sorun, panelistlerin uzman
oldukları konunun felsefesinden hiç bahsetmemeleri, muhtemelen tarih felsefesini
hiç umursamamaları. Bana göre temel eksiklik bu.
İkinci eksiklik, konuşmalardan edindiğim izlenim ve yıllara dayanan şahsi gözlemlerimden
öğrendiğim kadarıyla konuşmacıların hiç
birinin, ciddi ( hadi “akademik” deyip de işi iyice ağırlaştırmayalım)bir sinema alışkanlığının, merakının olmaması. Halbuki
böyle bir panelde en az bir konuşmacının çeşitli tarihi filmlerden bahsetmesini
arzu ederdim. Tufan Hoca’nın “Kara Murat” filmlerinden bahsetmesi, artık “kahve muhabbeti” seviyesindeki her sohbetin
sıradan örneği olduğu için Burdurluca söyleyecek olursak “saylanmaz”.
Panel haberini okuduğumda, Sakarya’da Kara Fuatla herhangi bir çayevinde oturduğumuzda
konuştuklarımızdan fazlasını maalesef göremedim. Tarihî filmlere hele tarihçi akademisyenlerin
bakışının bu denli sıradan oluşunu görünce “Milliyetçiler neden kaba insanlar
olarak görülüyor, gösteriliyor!” şikâyetine de gülmedim değil. Elbette panelist
hocalarımızın beyefendiliklerinden hiçbir şüphemiz yok.
Seyrettiği son film hakkında, iki satır
karalama alışkanlığını hâlâ edinmemiş milliyetçi camianın, tarihin anlatımında
bir yerinin olmaması, şaşılacak bir iş değil.
7 yorum:
İlginç bir konuya temas etmişsiniz. Konuyla dolaylı ilgili okuduğum bir haber aklıma geldi: Türkiye'de Muhteşem Yüzyıl alaka çekerken Rusya'daki akademisyenler bir toplantı yaparak kendi ülkelerinde "nasıl tarihi ilgi çekecek hale getirecek yayın yapılır" diye tartışmışlardı.
Beğensek beğenmesek de algıyı popüler kültür şekillendirir. Her şey de, dönüp dolaşıp bir yerde algıyı şekillendirmeye gelirse, bu konu boş geçilemez, önemsiz düşünülemez.
Zayıf kalmışız anlaşılan.
İş arasında bu kadar yazabildim.
Saygılar, selamlar...
Nefis yorum! Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Popüler kültür toplumu mu belirler, toplum mu popüler kültürü? Meselâ güçlü bir yayın ağının nitelikli işleri popüler kültürü bir üst seviyeye, daha uygar bir seviyeye taşıyabilir mi?
Rusya dediğimizde, ayakta dikilen herkesin elinde, okunacak bir şeylerin olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Elli yaşındakilerin de ortaokuldakilerin de Puşkin okuyabildikleri bir ülkeden bahsediyoruz.
Her zaman bekliyorum.
Saygılar.
Sinema sektörünün kalbi Hollywood yani Amerika.. Klasik olacak ama Büyük devlet büyük politikalar. Amerikalının ya da bir Avrupalının dizi ya da filmden tarih öğrenmek-öğretmek gibi bir sorunsalı mı gerçekten? Kaldı ki tarihi dizilerden öğretmeye çalışmak veya öğrenmek hedefleyen ve hedeflenen açısından ne kadar zavallıca.
Biraz daha açayım; Hollywood'un hedefindeki mesaj iletilecek zavallılarsanız da vahim, TV dizileri ile tarih öğretilmeye çalışılan TRT ya da yerli dizi yapımcısıysanızda vahim.. Her durumda hedefe konan üzerinde mühendislik çalışması yapılmaya hazır eğitimsiz kitleyi oluşturuyorsunuz demektir. Kendi tarihlerini en çok eleştiren diziler yapan İngilizlerin yazı da sözü edilen panel benzeri çalışmaları oluyor mu bilmem.. Sanırım en nihayetinde para kazanmak amaçlı bir sektöre ilkokul işlevi yüklemek hatalıdır, fikrindeyim.
Derya Hanım şanına yakışır bir giriş yapmış. Hatta karın boşluğumuza öyle bir yumruk atmış ki nefesimiz cidden kesildi..
İş sanırım doğrudan doğruya tarih anlatmak değil de "Bir tarihimiz var!" bilincini uyandırmak ve canlı tutmak. ( Bkz: Atalarımızın Bayrakları, İwojima'dan Mektuplar, Kwai Köprüsü, Kavanoz Kafa, Glory vs...)
Yani asıl mesele her ulusun "Bizim tarihimiz" algısını oluşturmaya çalışması. Vietnam Savaşı zihinlerimizde " Apoclyps Now" ve " Müfreze" ile kalmışsa iş kotarılmıştır. Ve en nihayetinde özel yetenekli askerler "Rambo" namıyla anılmaya başlar.
Ve galiba bu da başka bir tür "öğrenme" oluyor. Belki de asıl arzulanan öğrenme biçimi budur?
Yorumun kendi entelektüel deseni ve dokusu bile bence yeterli. Umarım yazarımız dükkânı boş bırakmaz? Elinize aklınıza sağlık sevgili yazarımız...
"Seyrettiği son film hakkında, iki satır karalama alışkanlığını hâlâ edinmemiş milliyetçi camianın, tarihin anlatımında bir yerinin olmaması, şaşılacak bir iş değil"
Demişsiniz de kim sinemaya gidiyor da gördüğü filmi eleştirecek.TV de ne varsa film olarak,seç seyret devri bu.
Selcen Hanım, güzel bir durum tespiti yapmış, teşekkür ediyoruz.
İşimiz teşvik etmek, ilgilendirmek, elimizden geldiğince de bilgilendirmek.
Gerisi insanımıza kalıyor artık, ne edelim?
Her zaman bekliyoruz. Arayı soğutmayalım lütfen!
Saygılar.
Yorum Gönder