Türkiye'nin en yakıcı sorunu
sanırım Kürt etnik terörü.
Bu sorun tartışılırken başlarda
konuya müdahil olan liberaller,
Balkanların elimizden çıkmasının sebebinin Türkçülük olduğunu iddia
ediyorlardı. Oysa Türkçülük tam da bunun aksine tepkisel bir duygu olarak
Balkan faciasından sonra ortaya çıkmıştı.
Yani Sırplar, Bulgarlar,
Yunanlılar Mehmetçik'e silâh çektiklerinde; henüz Türk olduğumuzu pek de
düşünmüyorduk.
Dinci ve etnik bölücülüğün
maşası liberaller, milliyetçiliğin bir
aşırılık olduğunu topluma büyük ölçüde kabul ettirdiler.
Milliyetçi duygularına rağmen sol
eğilimli "ulusalcılar" dahi "milliyetçi" sayılmamayı tercih ettiler.
Milliyetçilik, etnik Kürtçü
hainlerce faşizm, İhvancı AKPli çoğunluk
için ırkçılık ve kavmiyetçilik olarak duyuruldu. Hali hazırda sosyal paylaşımlarda, yerleşik ve neredeyse yıkılmaz
bir milliyetçilik karşıtı önyargı karşınıza derhal çıkıyor.
Milliyetçilik karşıtlarındaki milletin tabiatına dair yaygın bir cehalet bu önyargıyı besliyor.
Hangi insan beraberliklerinin bir "millet"
sayılabileceğine dair bir bilgileri yok.
Buna ek olarak "mensubiyet
duygularının" oluşma biçimiyle toplumsal gelişmişlik arasındaki ilgiden de
habersizler.
Burada bu
"hümanistlerin" solun
"halklar" söyleminden etkilendiğini
hemen görebiliyoruz.
Çünkü sol "pratik" için
bahsi geçen insan beraberliklerinin
hangi seviyede olduklarının bir önemi
yok.
Zamanın Bolşevik diktası için oluşturulmuş
bir terminoloji bugün insanlığın
evrensel ilkeleri gibi sunulup duruyor.
Bu terminolojinin içeriği ayrı
bir tartışma konusu ama düşünme şeklindeki sakatlık daha ilk bakışta ortaya
çıkıyor.
Bu aynen sağlıklı gözlerin
görüşünü gözlükle bulandırmaya benziyor.
Çünkü "sol sözde
hümanizm" insanları, gökten
öylece inivermiş, sebep sonuç
ilişkilerinden bağımsız "halk yığınları" olarak görüyor.
Bunun sonucunda da bütün
"halklara eşit bakmak iddiasını" ortaya atıyor.
Burada sorun, sosyalizmin
"halklara" nasıl baktığı değil; "halkların" birbirlerine
nasıl baktıkları.
İş bu seviyeye indiğinde
sosyalizmin söyleyecek hiç bir sözü kalmıyor. Çünkü o zaten "halklar"
dediği beraberliklerin oluşumundaki rızayı ve kültürel biçimlenmeyi hiç
bilmiyor.
Bu neye sebep oluyor? Bu bilgisizlik,
Pigmelerle, Fransızlar, Hotantolularla İngilizler, Ermenilerle Türkler
arasındaki toplumsal gelişmişlik farkının yarattığı davranışsal sonuçları
idrak edememeye sebep oluyor.
Dünyayı ancak yaşadığı sınırlı
coğrafyadan ayrılmamakla anlayabilen ulusa altı topluluklarla dünyaya yayılmayı amaç edinip yoğun kültürel
etkileşimlere girip zenginleşen ve kural altında beraberlik oluşturma becerisi kazanmış toplumlar (uluslar) arasındaki kavrayış farkını, "enternasyonalist hümanistler" olarak
sosyalistler ve liberaller maalesef anlayamıyor.
Her mensubiyet duygusu bir
dışlamayı da beraberinde getirir.
Mesele bu dışlama
davranışının ortaya çıkma şekli ve
çapıdır.
Milliyetçilik genel bir
mensubiyet şuuru olarak düşünüldüğünden, insanların mensubiyet şuurundan
kurtulduğunda, hiç kimseyi dışlamayacağı
sanısı gülünesi bir saflıkla düşünce
dünyamızı işgal ediyor.
Milliyetçilik yalnızca milletlere
özgü bir mensubiyet bilincidir. Uluslaşamamış/milletleşememiş toplulukların
"milliyetçiliği" yoktur.
Onların mensubiyet duyguları, aşiretçilik, kabilecilik veya kavmiyetçiliktir.
Milletleşememiş topluluklarda
mensubiyet bilinci ,doğrudan doğruya bir aileye üye olmakla ilgilidir. Bir
Kürt'ün Kürtlüğü aşiretinden gelir. Aşiretsiz Kürt yoktur. Aşiret duygusunu
aşabilmiş hiç bir Kürt de yoktur.
Ermeniler için Ermeni doğmak dışında bir şans yoktur.
Sırplar Balkanların vahşi Slav
kabilesi olarak vardır.
Bu "etnik topluluklar"
asla uluslaşamamış ve uluslaşamayacak "ara toplumlar" dır.(Ertürk)
Bahsedilen toplulukların bir kaç
özelliği ortaktır.
Bunlar sınırlı coğrafyalarda
yaşamış, bu yüzden asla büyük nüfuslara ulaşamamış topluluklardır.
Bu topluluklar bu yüzden de
rızayı gözeten ve adalete dayanan bir kural beraberliği de oluşturamamıştır ve
oluşturamayacaktır.
Peki bu ara ulusaltı "ara toplumların" dünyaya
bakışları nasıldır?
Bu topluluklar için dünya kendi
kabilelerinden ibarettir. Kabilelerinin varlığı, ancak genetik saflığı
korumakla mümkündür.
Bu bakıştan dolayı
beraberliklerinde aile üyeliği, kan bağı rızanın üstünde ve kesin emredici bir
ölçü olarak hayatlarına hükmeder.
Ulusaltı topluluklar, kültürel
etkileşim açısından fakir olduklarından
beraberlikleri yoğun bir yabancı korkusuna dayanır. Bu korku onları
şiddet uygulamaya iter. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürt nüfusunun
Ortadoğu'nun diğer ülkelerine göre bu denli fazla olması elbette doğum oranıyla
açıklanabilir ama diğer ve asıl açıklayıcı etken ise Kürt saldırganlığının, bölgede
"kuşatılmış" olarak yaşayan bazı Türkmen obalarında yarattığı
asimilasyondur.
Ulusaltı toplulukların
sınırlılığı bu toplulukların mensuplarında ciddi bir kompleks yaratır.
Karşılarında kendilerinin havsalasına sığmayan bir dünyanın farkına varan
kapalı toplumlar dünya ile ilişkilerini "kaç ya da öl" tepkisi düzeyinde
oluştururlar.
Bu yüzden de kurala dayalı bir beraberlik oluşturmak için
savaşmak ve bu uğurda büyüyüp devletleşmek idealinden yoksundurlar..
Bu da ulusaltı topluluklarda beraberliğin
başkasına düşmanlıkla şekillenmesine yol açar.
"Dünyanın geri kalanın"
topyekûn düşman sayılmasıyla var
olabilmek hâli , etkileşimi ortadan kaldırdığı gibi kural oluşturabilmek
yeteneğini de yok eder.
Şüphesiz uluslararası ilişkilerde
dar bir çerçeve dışında örtülü bir mücadele söz konusudur amma ve lâkin uluslar
kendilerini düşmanlarıyla tanımlamaz, tarihi birikimleriyle tanımlar. Milliyetçilik, milletleşmenin getirdiği bütün soyut değerler takımını sahiplenmek ve bu değerleri
geliştirmeyi millet mensubiyetinin şartı saymaktır
Bu yüzdendir ki uluslar/milletler
için düşmanlık belirleyici değildir.
Bu ne anlama gelir?
Bu, ulusaltı toplulukların
mensubiyet şuurunun insandan ziyade hayvan sürülerinin güdülerine benzediği
anlamına gelir. İşte asıl aşırılık
budur. Bu aşırılıkla hukuk birliğini sağlayan ulusal egemenlik bir arada
bulunamaz ve bulunmamalıdır.
Milletleşmenin
medenileşmeyle ilgisi anlaşılmaksızın milliyetçiliği doğru anlamak
mümkün değildir. İnsan topluluklarını belli bir kural idealinde birleştiren ve onlara ortak bir
kimlik kazandıran ulus/millet yapısının doğal
mensubiyet bilinci milliyetçiliktir. Bu bilinç bir aşırılık değildir. İnsanların milletlerini
inkâr etmeleri onları " daha insan" yapmaz; yalnızca onları
körleştirir, köksüzleştirir.
4 yorum:
Çerçeveletip duvarima asasım geldi Afşar Abi, ellerine sağlık. İnsanoglunun varoluşundan bu yana birlikte yaşama serüveninden başlayip millet bilincine ve bugun bizzat ortasında olduğumuz etnik terörün yapı taşlarını, sebebiyle sonucuyla anlayabilmek için harika bir rehber olmuş.
Çok ciddiyim şimdi tüm televizyonlarda yayını durdursak senin bu yazıyı versek, herkes bir okusa. Belki bir şeyler değişir.
Yelizciğim teşekkürler ediyorum, eksik olma. Zaman ayırıyorsun, kafa yoruyorsun! Blogu besleyen,okurun gayretidir.
Umarım faydalı oluyordur. Biraz uzun olduğuna dair eleştiriler aldım. Mümkün mertebe kısa tutmaya çalıştım ama olmadı.
Akla dayandırılamayan hiç bir önermenin önemi yoktur. Önemli olan insanlık adına söylediklerimizin öncelikle akla ve sonra vicdana dayandırılarak açıklanabilmesidir. Ama maalesef iknanın yerini tapınma ve iktidar ilişkisi almış durumda. Böyle bir ortamda akılcı davranmak gerçekten tehlikeli ve güç.
Dükkânı boş bırakmadığın için teşekkürler. Her zaman bekliyorum. Sevgiler.
Sondan geriye devam edeyim.
Başlık çok çarpıcı: Milliyetçilik aşırılık mıdır? Benim çevremdeki ana akım "sol" kitleye göre öyledir! Milliyetçilik deyince akıllarına otomatik olarak 80 öncesi çatışmaları, "şiddet düşkünü" ülkücüler, dincilik, mafya ve silah gelir.
Garip bir biçimde "sol"un şiddet eğilimi, "devrim" hayalleri hiç sorgulanmaz ve sorumluluk hiç alınmaz. Deniz Gezmiş ve diğer "kahraman"larına enine boyun sorgulanmadan, yarı tanrı Che kıvamında bir ikon gibi, bir din gibi tapılır.
Hasılı, milliyetçilik "çağdaş yaşamın düşmanı olduğu" için bir başka tür aşırılıktır. O kadar ki bugün hala ülkücüleri/ yahut askerleri pkk'dan daha tehlikeli gören 20-40 yaş arası bir eğitimli kitle vardır.
İşte bu kitle rahat yaşamının neyin üzerine inşa edildiğini anlamak istememekte, ısrarla kendine ait olmayan bir romantizmle milliyetçilik düşmanlığı yapmaktadır. Kendi benliklerine düşmanlık yapmamakla kalmayıp bir de kürtçülükle ittifak haline geçme eğilimi sergilemektedir ki acilen engellenmemesi halinde etnikçiler tüm solu, belki de, yutacaktır!
Milliyetçiliği anlamadan papaza kızıp oruç bozmak böyle neticeler yaratacaktır maalesef.
Güzel bir soru üzerinden kurgulamışsınız yazıyı.
Elinize, aklınıza sağlık.
Solun yok ediciliği sadece şiddet eğiliminden gelmiyor.
Solun yok ediciliği çarpık düşünüşünden geliyor. Çünkü sol, mantığın "sebep sonuç" ilişkileri" yolunu izlemiyor. Sol, elindeki "diyalektik" denen saçmalıkla bir yandan hiç bir akılcı yargıya varmamakta ısrar etmeyi hümanizm sayıyor; diğer yandan kendi iman şablonuna göre herkesi en acımazsız biçimde yargılıyor.
Bu şekilde bir yandan insanların sağlıklı düşünmesini engelliyor, diğer yandan vicdanlarımızı akıl yürütmenin imkânlarından mahrum bırakıyor.
Ortaya iyiliği isteyen ama iyiliği nasıl ortaya çıkaracağından bir türlü emin olamayan ama öbür yandan vurup kırdığı zaman, yıkıntıların arasından saklı bir iyilik hazinesi çıkacağını sanan şiddet eğilimine âşık bir kitle çıkıyor. Buna da "devrim" deniyor. Yorum aydınlatıcıydı, teşekkürler.
Yorum Gönder