18 Haziran 2015 Perşembe

Milliyetçilik Aşırılık Mıdır?


Türkiye'nin en yakıcı  sorunu  sanırım Kürt etnik terörü.
Bu sorun tartışılırken başlarda konuya müdahil olan liberaller,  Balkanların elimizden çıkmasının sebebinin Türkçülük olduğunu iddia ediyorlardı. Oysa Türkçülük tam da bunun aksine tepkisel bir duygu olarak Balkan faciasından sonra ortaya çıkmıştı.

Yani Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar Mehmetçik'e silâh çektiklerinde; henüz Türk olduğumuzu pek de düşünmüyorduk.
Dinci ve etnik bölücülüğün maşası  liberaller, milliyetçiliğin bir aşırılık olduğunu topluma büyük ölçüde kabul ettirdiler.

Milliyetçi duygularına rağmen sol eğilimli "ulusalcılar" dahi "milliyetçi"  sayılmamayı tercih ettiler.
Milliyetçilik, etnik Kürtçü hainlerce faşizm, İhvancı  AKPli çoğunluk için ırkçılık ve kavmiyetçilik olarak duyuruldu. Hali hazırda sosyal  paylaşımlarda, yerleşik ve neredeyse yıkılmaz bir milliyetçilik karşıtı önyargı karşınıza derhal çıkıyor.

Milliyetçilik karşıtlarındaki  milletin tabiatına dair  yaygın bir cehalet bu önyargıyı besliyor.
Hangi insan  beraberliklerinin bir "millet" sayılabileceğine dair bir  bilgileri yok.  Buna ek olarak "mensubiyet duygularının" oluşma biçimiyle toplumsal gelişmişlik arasındaki ilgiden de habersizler.
Burada bu "hümanistlerin"  solun "halklar" söyleminden etkilendiğini  hemen görebiliyoruz.
Çünkü sol "pratik" için bahsi geçen  insan beraberliklerinin hangi seviyede  olduklarının bir önemi yok.
Zamanın Bolşevik diktası için oluşturulmuş bir  terminoloji bugün insanlığın evrensel ilkeleri gibi sunulup duruyor.
Bu terminolojinin içeriği ayrı bir tartışma konusu ama düşünme şeklindeki sakatlık daha ilk bakışta ortaya çıkıyor.
Bu aynen sağlıklı gözlerin görüşünü gözlükle bulandırmaya benziyor.
Çünkü "sol sözde hümanizm"  insanları, gökten öylece  inivermiş, sebep sonuç ilişkilerinden bağımsız "halk yığınları" olarak görüyor.

Bunun sonucunda da bütün "halklara eşit bakmak iddiasını" ortaya atıyor.
Burada sorun, sosyalizmin "halklara" nasıl baktığı değil; "halkların" birbirlerine nasıl baktıkları.
İş bu seviyeye indiğinde sosyalizmin söyleyecek hiç bir sözü kalmıyor. Çünkü o zaten "halklar" dediği beraberliklerin oluşumundaki rızayı ve kültürel biçimlenmeyi hiç bilmiyor.
Bu neye sebep oluyor? Bu bilgisizlik, Pigmelerle, Fransızlar, Hotantolularla İngilizler, Ermenilerle Türkler arasındaki  toplumsal gelişmişlik  farkının yarattığı davranışsal sonuçları idrak edememeye sebep oluyor.

Dünyayı ancak yaşadığı sınırlı coğrafyadan ayrılmamakla anlayabilen ulusa altı topluluklarla  dünyaya yayılmayı amaç edinip yoğun kültürel etkileşimlere girip zenginleşen ve kural altında beraberlik oluşturma  becerisi kazanmış  toplumlar (uluslar) arasındaki  kavrayış farkını,  "enternasyonalist hümanistler" olarak sosyalistler ve liberaller maalesef anlayamıyor.
Her mensubiyet duygusu bir dışlamayı da beraberinde getirir.
Mesele bu dışlama davranışının  ortaya çıkma şekli ve çapıdır.
Milliyetçilik genel bir mensubiyet şuuru olarak düşünüldüğünden, insanların mensubiyet şuurundan kurtulduğunda, hiç kimseyi dışlamayacağı  sanısı gülünesi bir saflıkla  düşünce dünyamızı işgal ediyor.
Milliyetçilik yalnızca milletlere özgü bir mensubiyet bilincidir. Uluslaşamamış/milletleşememiş toplulukların "milliyetçiliği"  yoktur. Onların mensubiyet duyguları, aşiretçilik, kabilecilik veya kavmiyetçiliktir.
Milletleşememiş topluluklarda mensubiyet bilinci ,doğrudan doğruya bir aileye üye olmakla ilgilidir. Bir Kürt'ün Kürtlüğü aşiretinden gelir. Aşiretsiz Kürt yoktur. Aşiret duygusunu aşabilmiş hiç bir Kürt de yoktur.

Ermeniler  için Ermeni doğmak dışında bir şans yoktur.
Sırplar Balkanların vahşi Slav kabilesi olarak vardır.
Bu "etnik topluluklar" asla uluslaşamamış ve uluslaşamayacak "ara toplumlar" dır.(Ertürk)
Bahsedilen toplulukların bir kaç özelliği ortaktır.

Bunlar sınırlı coğrafyalarda yaşamış, bu yüzden asla büyük nüfuslara ulaşamamış topluluklardır.
Bu topluluklar bu yüzden de rızayı  gözeten ve adalete dayanan  bir kural beraberliği de oluşturamamıştır ve oluşturamayacaktır.
Peki bu ara  ulusaltı "ara toplumların" dünyaya bakışları nasıldır?
Bu topluluklar için dünya kendi kabilelerinden ibarettir. Kabilelerinin varlığı, ancak genetik saflığı korumakla mümkündür.
Bu bakıştan dolayı beraberliklerinde aile üyeliği, kan bağı rızanın üstünde ve kesin emredici bir ölçü olarak hayatlarına hükmeder.

Ulusaltı topluluklar, kültürel etkileşim açısından fakir olduklarından  beraberlikleri yoğun bir yabancı korkusuna dayanır. Bu korku onları şiddet uygulamaya iter. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürt nüfusunun Ortadoğu'nun diğer ülkelerine göre bu denli fazla olması elbette doğum oranıyla açıklanabilir ama diğer ve asıl açıklayıcı etken ise   Kürt saldırganlığının, bölgede "kuşatılmış" olarak yaşayan bazı Türkmen obalarında yarattığı asimilasyondur.
Ulusaltı toplulukların sınırlılığı bu toplulukların mensuplarında ciddi bir kompleks yaratır. Karşılarında kendilerinin havsalasına sığmayan bir dünyanın farkına varan kapalı toplumlar dünya ile ilişkilerini "kaç ya da öl" tepkisi düzeyinde oluştururlar.
Bu yüzden de kurala  dayalı bir beraberlik oluşturmak için savaşmak ve bu uğurda büyüyüp devletleşmek idealinden yoksundurlar..

Bu da ulusaltı topluluklarda beraberliğin başkasına düşmanlıkla şekillenmesine yol açar.
"Dünyanın geri kalanın" topyekûn düşman sayılmasıyla  var olabilmek hâli , etkileşimi ortadan kaldırdığı gibi kural oluşturabilmek yeteneğini de yok eder.
Şüphesiz uluslararası ilişkilerde dar bir çerçeve dışında örtülü bir mücadele söz konusudur amma ve lâkin uluslar kendilerini düşmanlarıyla tanımlamaz, tarihi birikimleriyle tanımlar. Milliyetçilik,  milletleşmenin getirdiği bütün soyut  değerler takımını sahiplenmek ve bu değerleri geliştirmeyi millet mensubiyetinin şartı saymaktır

Bu yüzdendir ki uluslar/milletler için düşmanlık belirleyici değildir.
Bu ne anlama gelir?
Bu, ulusaltı toplulukların mensubiyet şuurunun insandan ziyade hayvan sürülerinin güdülerine benzediği anlamına gelir.  İşte asıl aşırılık budur. Bu aşırılıkla hukuk birliğini sağlayan ulusal egemenlik bir arada bulunamaz ve bulunmamalıdır.
 Milletleşmenin  medenileşmeyle ilgisi anlaşılmaksızın milliyetçiliği doğru anlamak mümkün değildir. İnsan topluluklarını belli bir kural  idealinde birleştiren ve onlara ortak bir kimlik kazandıran ulus/millet yapısının doğal  mensubiyet bilinci milliyetçiliktir. Bu bilinç  bir aşırılık değildir. İnsanların milletlerini inkâr etmeleri onları " daha insan" yapmaz; yalnızca onları körleştirir, köksüzleştirir.





4 yorum:

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Çerçeveletip duvarima asasım geldi Afşar Abi, ellerine sağlık. İnsanoglunun varoluşundan bu yana birlikte yaşama serüveninden başlayip millet bilincine ve bugun bizzat ortasında olduğumuz etnik terörün yapı taşlarını, sebebiyle sonucuyla anlayabilmek için harika bir rehber olmuş.

Çok ciddiyim şimdi tüm televizyonlarda yayını durdursak senin bu yazıyı versek, herkes bir okusa. Belki bir şeyler değişir.

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim teşekkürler ediyorum, eksik olma. Zaman ayırıyorsun, kafa yoruyorsun! Blogu besleyen,okurun gayretidir.

Umarım faydalı oluyordur. Biraz uzun olduğuna dair eleştiriler aldım. Mümkün mertebe kısa tutmaya çalıştım ama olmadı.

Akla dayandırılamayan hiç bir önermenin önemi yoktur. Önemli olan insanlık adına söylediklerimizin öncelikle akla ve sonra vicdana dayandırılarak açıklanabilmesidir. Ama maalesef iknanın yerini tapınma ve iktidar ilişkisi almış durumda. Böyle bir ortamda akılcı davranmak gerçekten tehlikeli ve güç.

Dükkânı boş bırakmadığın için teşekkürler. Her zaman bekliyorum. Sevgiler.

Orhun dedi ki...

Sondan geriye devam edeyim.

Başlık çok çarpıcı: Milliyetçilik aşırılık mıdır? Benim çevremdeki ana akım "sol" kitleye göre öyledir! Milliyetçilik deyince akıllarına otomatik olarak 80 öncesi çatışmaları, "şiddet düşkünü" ülkücüler, dincilik, mafya ve silah gelir.

Garip bir biçimde "sol"un şiddet eğilimi, "devrim" hayalleri hiç sorgulanmaz ve sorumluluk hiç alınmaz. Deniz Gezmiş ve diğer "kahraman"larına enine boyun sorgulanmadan, yarı tanrı Che kıvamında bir ikon gibi, bir din gibi tapılır.

Hasılı, milliyetçilik "çağdaş yaşamın düşmanı olduğu" için bir başka tür aşırılıktır. O kadar ki bugün hala ülkücüleri/ yahut askerleri pkk'dan daha tehlikeli gören 20-40 yaş arası bir eğitimli kitle vardır.

İşte bu kitle rahat yaşamının neyin üzerine inşa edildiğini anlamak istememekte, ısrarla kendine ait olmayan bir romantizmle milliyetçilik düşmanlığı yapmaktadır. Kendi benliklerine düşmanlık yapmamakla kalmayıp bir de kürtçülükle ittifak haline geçme eğilimi sergilemektedir ki acilen engellenmemesi halinde etnikçiler tüm solu, belki de, yutacaktır!

Milliyetçiliği anlamadan papaza kızıp oruç bozmak böyle neticeler yaratacaktır maalesef.

Güzel bir soru üzerinden kurgulamışsınız yazıyı.
Elinize, aklınıza sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Solun yok ediciliği sadece şiddet eğiliminden gelmiyor.

Solun yok ediciliği çarpık düşünüşünden geliyor. Çünkü sol, mantığın "sebep sonuç" ilişkileri" yolunu izlemiyor. Sol, elindeki "diyalektik" denen saçmalıkla bir yandan hiç bir akılcı yargıya varmamakta ısrar etmeyi hümanizm sayıyor; diğer yandan kendi iman şablonuna göre herkesi en acımazsız biçimde yargılıyor.

Bu şekilde bir yandan insanların sağlıklı düşünmesini engelliyor, diğer yandan vicdanlarımızı akıl yürütmenin imkânlarından mahrum bırakıyor.

Ortaya iyiliği isteyen ama iyiliği nasıl ortaya çıkaracağından bir türlü emin olamayan ama öbür yandan vurup kırdığı zaman, yıkıntıların arasından saklı bir iyilik hazinesi çıkacağını sanan şiddet eğilimine âşık bir kitle çıkıyor. Buna da "devrim" deniyor. Yorum aydınlatıcıydı, teşekkürler.