Siyasette dinin kullanılmasıyla
bunun ne ilgisi var, değil mi?
Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin en
önemli günlerinden biriydi. Peki Türk
vatandaşları bunu anlayabildiler mi? Maalesef hayır.
Dün bütün ülke karanlığa gömüldü.
İyi de bu nasıl oldu? Nasıl olduğunu hükümet
olduğunu iddia edenler dahi bilmiyor. Aynı saatlerde cumhurbaşkanı Türkiye’yi
diktatörlüğe sürükleyecek saçmalıkları savunmakla meşguldü çünkü.
Hiç kimse bir şey bilmiyordu, çünkü bilmeden
yaşayabileceğini sanan bir cahiller sürüsünün
katıksız iktidarını yaşıyorduk.
Hiç kimse bir şey bilmiyordu,
çünkü cahil seçmen kitleleri eline
verilmiş bütün gücü , teknik birikimi berbat etmişti.
Birinci Ordu Karargâhı Selimiye
Kışlası yanıyordu, kimse duymadı. Zaten duysa da umursayacak durumda değildi bu
kitle. Çünkü haysiyet cellâdı, iftiracı ve vatan haini bir tuvalet kâğıdı üreticileri birliği olmuş
sözde basının yıllarca zulmettiği ve sonra masumiyetleri itiraf edilen kahraman
Türk askerlerini düşman bilen , ruhunu
satmış bir kitleydi bu.
Dün, Berkin Elvan’ın hakkı için
mücadele ettiğini söyleyen geri zekâlı, satılmış, hain taşeron solcu köpekler,
Berkin Elvan’ın hakkını, kamu adına savunan bir avukatı şehit ettiler! “Çağdaş
Hukukçular” denen sol habis kitleden herhangi bir tepki geldi mi? Hayır! Neden?
Çünkü solun teröristini korumak hümanizmin gereği idi!
İşin bir garip tarafı da şu: Öbür yandan yargının gücünün dinciliğin
emrine girdiğine dair sayısız delil ortaya çıkıyordu. Sahte oldukları yıllardan
beri defalarca gösterilen delilleri kullananlar da aynı savcılardı. Askerlerimize
düşman muamelesi yapan, masumiyet karinesini çiğnemekte beis görmeyen ulusal
güvenlik sırlarımızın düşman eline geçmesine sebep olan, açık delillere rağmen
hükümet üyelerinin yolsuzluklarını izlemekten vazgeçenler de onlardı.
Ülke yürütmenin diktatörlüğüne tabi kılınmış yasama ve yargısıyla, bütün
yasal ve uygar korunma mekanizmalarından mahrum edilmişti.
Dün savcımızın başına dayanan
namlu, aslında “sınırsız demokrasinin” sonuçlarından sadece biriydi. Ve
cehaletin tahrikleriyle yoğrulan , şekilsiz ve sınırsız demokrasimiz en nihayet
enerji nakil hatlarının emniyetini dahi sağlayamayacak kadar sakatlandı.
Hiç kimse düşünmeye çalışmıyor
ama işin içinde bu kritik mevkilerde yer
alan etnik bölücü örgüt yandaşlarının bir sabotajı olup olmadığı araştırılmıyor
bile. En kritik askeri birliklerimizin içinde PKK işbirlikçisi hainlerin
fotoğrafları her gün sosyal medyada
paylaşılırken devletin önemli yerlerinin
kimlere bırakıldığı hiç merak edilmiyor.
Dün vatan haini ve işbirlikçi
dinciliğin memlekete heyula gibi çöken
kara salısıydı.
Tek tesellimiz Balyoz kumpasının kat’i çöküşü oldu. Kahraman
komutanlarımızı ve ulusumuzu kutluyorum.
Tarihi bir tesadüf olarak
kahraman ordumuz bir kez daha dinci ihaneti 31 Mart’ta yendi. Harekât Ordusu’nun
kahraman askerlerini bir kez daha
rahmetle yâd edelim ve Atatürk’ün dediği gibi “Ne mutlu Türküm diyene!”
diyelim.
2 yorum:
Karmakarışık bir gündemin devamı idi 31 Mart... Yazıya yansımış ister istemez bambaşka ve birbiriyle de bir o kadar gelişmeler.
Ben bir noktasından tutacağım ve yazının o kısmına katılamayacağım maalesef: Ordunun dinciliği yendiği kısmına.
Baba tarafından iki büyük akrabası asker olan orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak yorumlarımı üzülerek yaptığımı da bilin.
Cumhuriyetin sahibi ve "nigahbanı" gördüğümüz ordu aslında dinciliği yenemedi. Dincilik birbirine düştüğünden sadece nefes alabildi. Neden biliyor musunuz? Çünkü ordu pusulasını uzundur kaybetmişti. Çağdaşlaşma ve Cumhuriyet ideallerini Türklük bilincine yeterince dayanamadan statik yorumladı ve demokrasi ile Batıya entegrasyonun (ki Türk Cumhuriyetinin temelinde hiç bir zaman mevcut değildi Batıyla birleşme) Türkiye'deki her şeyi kendiliğinden düzelteceğini sandı. Mücadelenin her şey olduğu bir insan dünyasında temel değerlerini savunmayı onu ezberden tekrar etmek olarak aldı. Yerli yersiz tahakküm gösterileriyle göz korkutacağını sandı. En nihayetinde de hasımlarını küçük ve ahlaki kurallara bağlı kalacak kadar gafil zannetti.
Türk Ordusu, Cumhuriyeti korumada kararlı davranamadı.
Bireylerin basit menfaatleri, yüzyıllardır genlerine işlemiş Osmanlı bürokratik atıllığı, çayhane/ kahvehane ve para hesapları da işin içine girince başına bu felaketler geldi.
Üzüntülüyüm. Çünkü Türkleri sadece Ordu korumuş ve koruyabilmiştir bu coğrafyada. Ama kendini bile koruyamadı son olaylarda.
Bu bana bir şey öğretti: Silahlar ve elbiseler size ciddiyet ve güç vermez. Güç kararlılıktan gelir.
Zaman geldiğinde hepimizin bu kararlılığa daha çok ihtiyacı olacak. O yüzden bilmekte fayda var.
Takipçinizim, boğmayayım diye üst üste yorum yapmıyorum. Yazılarınız usumuzun temeline kararlılık tuğlaları bırakıyor.
Elinize sağlık
Saygılar, selamlar...
Son derece aydınlatıcı, doyurucu bir yorum.
Aslında başlı başına bir yazı. İşin felsefesine ve tarihine dair derinlikli bir yorum.
Aklınıza ve eliniz sağlık. İstatistiklerde göreceğiniz gibi öyle çok okunan bir blog falan değil. Az sayıdaki meraklısınan başka kimsenin ilgilendiği falan yok. Dolayısıyla "yoruma boğulmak" gibi bir tehlike e söz konusu değil.
Her zaman bekliyorum.
Yorum Gönder