1 Nisan 2015 Çarşamba

Dinciliğin Kara Salısı 31 Mart ve Türk Ordusunun İkinci Zaferi


Siyasette dinin kullanılmasıyla bunun ne ilgisi var, değil mi?
Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli günlerinden  biriydi. Peki Türk vatandaşları bunu anlayabildiler mi? Maalesef hayır.

Dün bütün ülke karanlığa gömüldü. İyi de bu nasıl oldu? Nasıl olduğunu  hükümet olduğunu iddia edenler dahi bilmiyor. Aynı saatlerde cumhurbaşkanı Türkiye’yi diktatörlüğe sürükleyecek saçmalıkları savunmakla meşguldü çünkü.

Hiç kimse bir  şey bilmiyordu, çünkü bilmeden yaşayabileceğini sanan bir cahiller sürüsünün  katıksız iktidarını yaşıyorduk.

Hiç kimse bir şey bilmiyordu, çünkü  cahil seçmen kitleleri eline verilmiş bütün gücü , teknik birikimi berbat  etmişti.

Birinci Ordu Karargâhı Selimiye Kışlası yanıyordu, kimse duymadı. Zaten duysa da umursayacak durumda değildi bu kitle. Çünkü haysiyet cellâdı, iftiracı ve vatan haini bir  tuvalet kâğıdı üreticileri birliği olmuş sözde basının yıllarca  zulmettiği  ve sonra masumiyetleri itiraf edilen kahraman Türk askerlerini düşman bilen ,  ruhunu satmış bir kitleydi bu.

Dün, Berkin Elvan’ın hakkı için mücadele ettiğini söyleyen geri zekâlı, satılmış, hain taşeron solcu köpekler, Berkin Elvan’ın hakkını, kamu adına savunan bir avukatı şehit ettiler! “Çağdaş Hukukçular” denen sol habis kitleden herhangi bir tepki geldi mi? Hayır! Neden? Çünkü solun teröristini korumak hümanizmin gereği idi! 

İşin bir garip tarafı da şu:  Öbür yandan yargının gücünün dinciliğin emrine girdiğine dair sayısız delil ortaya çıkıyordu. Sahte oldukları yıllardan beri defalarca gösterilen delilleri kullananlar da aynı savcılardı. Askerlerimize düşman muamelesi yapan, masumiyet karinesini çiğnemekte beis görmeyen ulusal güvenlik sırlarımızın düşman eline geçmesine sebep olan, açık delillere rağmen hükümet üyelerinin yolsuzluklarını izlemekten vazgeçenler de onlardı.

Ülke  yürütmenin diktatörlüğüne tabi kılınmış  yasama ve yargısıyla,  bütün  yasal ve uygar korunma mekanizmalarından mahrum edilmişti.

Dün savcımızın başına dayanan namlu, aslında “sınırsız demokrasinin” sonuçlarından sadece biriydi. Ve cehaletin tahrikleriyle  yoğrulan ,  şekilsiz ve sınırsız demokrasimiz en nihayet enerji nakil hatlarının emniyetini dahi sağlayamayacak  kadar sakatlandı.

Hiç kimse düşünmeye çalışmıyor ama işin içinde bu kritik  mevkilerde yer alan  etnik bölücü örgüt yandaşlarının  bir sabotajı olup olmadığı araştırılmıyor bile. En kritik askeri birliklerimizin içinde PKK işbirlikçisi hainlerin fotoğrafları her gün  sosyal medyada paylaşılırken devletin  önemli yerlerinin kimlere bırakıldığı hiç merak edilmiyor.

Dün vatan haini ve işbirlikçi dinciliğin memlekete  heyula gibi çöken kara salısıydı.

Tek tesellimiz Balyoz  kumpasının kat’i çöküşü oldu. Kahraman komutanlarımızı ve ulusumuzu kutluyorum.

Tarihi bir tesadüf olarak kahraman ordumuz bir kez daha dinci ihaneti 31 Mart’ta yendi. Harekât Ordusu’nun kahraman askerlerini bir kez daha  rahmetle yâd edelim ve Atatürk’ün dediği gibi “Ne mutlu Türküm diyene!” diyelim.



2 yorum:

Orhun dedi ki...

Karmakarışık bir gündemin devamı idi 31 Mart... Yazıya yansımış ister istemez bambaşka ve birbiriyle de bir o kadar gelişmeler.
Ben bir noktasından tutacağım ve yazının o kısmına katılamayacağım maalesef: Ordunun dinciliği yendiği kısmına.
Baba tarafından iki büyük akrabası asker olan orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak yorumlarımı üzülerek yaptığımı da bilin.
Cumhuriyetin sahibi ve "nigahbanı" gördüğümüz ordu aslında dinciliği yenemedi. Dincilik birbirine düştüğünden sadece nefes alabildi. Neden biliyor musunuz? Çünkü ordu pusulasını uzundur kaybetmişti. Çağdaşlaşma ve Cumhuriyet ideallerini Türklük bilincine yeterince dayanamadan statik yorumladı ve demokrasi ile Batıya entegrasyonun (ki Türk Cumhuriyetinin temelinde hiç bir zaman mevcut değildi Batıyla birleşme) Türkiye'deki her şeyi kendiliğinden düzelteceğini sandı. Mücadelenin her şey olduğu bir insan dünyasında temel değerlerini savunmayı onu ezberden tekrar etmek olarak aldı. Yerli yersiz tahakküm gösterileriyle göz korkutacağını sandı. En nihayetinde de hasımlarını küçük ve ahlaki kurallara bağlı kalacak kadar gafil zannetti.
Türk Ordusu, Cumhuriyeti korumada kararlı davranamadı.
Bireylerin basit menfaatleri, yüzyıllardır genlerine işlemiş Osmanlı bürokratik atıllığı, çayhane/ kahvehane ve para hesapları da işin içine girince başına bu felaketler geldi.
Üzüntülüyüm. Çünkü Türkleri sadece Ordu korumuş ve koruyabilmiştir bu coğrafyada. Ama kendini bile koruyamadı son olaylarda.
Bu bana bir şey öğretti: Silahlar ve elbiseler size ciddiyet ve güç vermez. Güç kararlılıktan gelir.
Zaman geldiğinde hepimizin bu kararlılığa daha çok ihtiyacı olacak. O yüzden bilmekte fayda var.
Takipçinizim, boğmayayım diye üst üste yorum yapmıyorum. Yazılarınız usumuzun temeline kararlılık tuğlaları bırakıyor.
Elinize sağlık
Saygılar, selamlar...

Afşar Çelik dedi ki...

Son derece aydınlatıcı, doyurucu bir yorum.

Aslında başlı başına bir yazı. İşin felsefesine ve tarihine dair derinlikli bir yorum.

Aklınıza ve eliniz sağlık. İstatistiklerde göreceğiniz gibi öyle çok okunan bir blog falan değil. Az sayıdaki meraklısınan başka kimsenin ilgilendiği falan yok. Dolayısıyla "yoruma boğulmak" gibi bir tehlike e söz konusu değil.

Her zaman bekliyorum.