14 Nisan 2015 Salı

Dinci Ahlâk Yargısının Çelişkisi

İnsan eylemi ile ilgili bütün akıl yürütmelerin belki de en önemli ölçütü ahlâk.


Çünkü “Başkalarını etkilemeyen eylem” diye bir şey yok.  Tamam da etkilemenin önemi ne?

 

Buradaki etki “ zarar erme potansiyeline” işaret ediyor.

 

Yaptığımız her işin bir başkasına zarar verebilmek ihtimali bulunuyor. Her işimizin her yönünü hesap edebilmemiz şüphesiz mümkün değil. Belki bir yerden birine zarar veriyordur ama en nihayetinde kendi denetimimizin elverdiği sınırların dışında kalan şeylerden daha az sorumluyuz.

 

Bunların ahlâkla ne ilgisi var?

 

Bunların ahlâkla  ilgisi, herhangi bir iş yaparken  işimizin zarar verme potansiyelini hesaba katmamızdan kaynaklanıyor. Yani “Başkalarına zarar verecek işler yapmamak” konusunda  bir irade göstermemize dayanıyor. Dolayısıyla ahlâk için “ Zarar vermemek iradesidir.” diyebiliriz. Kaldı ki bu irade kendi varlığımıza  yönelik zararlardan da  kaçınmayı  kapsar. Hani içki ve zina gibi işlerden niye kaçınmamız gerektiği düşünülecek olursa bunlarla hem başkalarına doğrudan doğruya zarar vermek ihtimalimizin olduğunu hem de bu eylemlerle vücudumuzu doğrudan doğruya bazı tehlikelere açık hale getirdiğimizi hatırlamamız yeterli olur.

 

O halde ahlâk, özü itibariyle bireysel denetimle ilgili bir iştir. Bütün bireysel denetimi bir yana bırakarak doğrudan doğruya zararlı sonuçlar doğuracağını bilerek yapılan işler de ahlâkın ötesinde hak ihlâlleri olarak hukukî yaptırımların konusu olurlar.

 

“Zarar” kavramına bakmak gerekir belki. “Zarar” başkalarının meşru fayda beklentilerini ve fayda dizgelerini kabul edilemez bir  yolla engellemektir.  O halde “kabul edilemez” olmanın ölçüsü nedir? O ölçü, “Yaygınlaştıkları takdirde toplumsal beraberliğin bozulmasına yol açacak davranış tarzlarıdır”.

 

Buraya kadara ki ahlâk tanımlarımızda dine hiç yer vermedik. “Ahlâk  tanımında dine yer vermemek” ne demektir?

 

Bu şu demektir: “ Allah adına konuşan bazı  okur yazarların hiyerarşik üstünlüğüne dayalı yorumlar silsilesinin emrediciliğine  müracaat etmemek “ demektir. Çünkü “Din” ancak  bir takım profesyonel  okur yazarların, Allah adına  düşünüp konuşmasıyla meydana getirilmiş bir “kurumdur”. Bu profesyonellerin ortadan kalkması halinde, din, varlığını bir kurum olarak sürdüremez.

 

Bunların ülkemiz için önemi nedir? Eğer bütün bu akıl yürütmelerin günlük yaşantımızda bazı düzeltici etkileri olmayacaksa bunları düşünmemizin bir yararı olabilir mi?

 

Veya şöyle düşünelim: Günlük hayatımız din adına düzenlenmeye çalışılırken bunun doğru veya haklı olup olmadığını düşünmemiz, yargılamamız gerekir mi gerekmez mi? Şüphesiz böyle bir yargılamaya gitmemiz gerekir.

 

O halde dinci ahlâk anlayışına da bir bakmakta fayda var.

 

Dinci ahlâk anlayışı, ahlâkın, İslâm tarafından Kur’an emirler bütünüyle indirildiğini ve Müslüman bireyin de bunlar dışında herhangi bir ahlâkî prensibini benimsemesinin imana aykırı olduğu şeklinde özetlenebilir.

 

Böyle midir? Esasen “dinin getirdiği” söylenen bütün ahlâkî  iyilikler insani ilişkilerin deneme yanılma süreçlerinde ortaya çıkarılmıştır.

 

Buna bir başka açıdan bakacak olursak;  dincilere göre din ahlâkın kaynağı olduğuna göre dinin doğrudan emredici olduğu toplumsal düzenler insanların en fazla tatmin oldukları düzenler olmalıdır.

 

Oysa yaşananlar bunun aksini gösteriyor.  Dünyanın en zorba  yönetimleri, şeriatla yönetilen ülkelerde  görülüyor. Din adına insanların eylemlerine müdahale edilen ülkelerde, ahlâkî davranışlarda herhangi bir gelişme görülmüyor. Yalnızca insanlara müdahale etmek ayrıcalığına sahip bir din profesyonelleri sınıfıyla sıradan halk ayrışması gerçekleşiyor, o kadar.

 

Ayrıca  sıradan insanlar arasında din sahibi olmanın, her şeye yeteceğine dair bir  yanılsamanın yayılmasına sebep olunuyor. Oysa aynı dini paylaşmak en fazla psikolojik bir  dayanışma vesilesi olabilir. Ahlâkın dinle geldiğini düşünmek, dindar bireylerde,  din sahibi olmak dışında zararsızlığı gözetmek konusunda,  bir sorumluluk gerekmediği algısını yaratır.

 

Böylece ne olur? “Din”i va’z eden profesyonellerin din adına verdikleri emirler, hiçbir zararsızlık  denetimine sokulmadan  doğrudan yerine getirilir. Böylece  “Şeriat devleti  hedefine yardım edeceği düşünülen herkse” her şekilde yardım edilmesi ile karakterize edilebilecek siyasal İslâmcı popülizm ortaya çıkar.  Türk siyasetinde sağı yıllardır ahlâksız bir fırsatçılık haline getiren zihniyetin temeli ahlâka dair bu çarpık anlayıştır.

 

 

 

 

 

6 yorum:

Ergun T. dedi ki...

Çünkü “Din” ancak bir takım profesyonel okur yazarların, Allah adına düşünüp konuşmasıyla meydana getirilmiş bir “kurumdur”. Bu profesyonellerin ortadan kalkması halinde, din, varlığını bir kurum olarak sürdüremez. A.ÇELİK....
“Din” ancak bir takım profesyonel okur yazarların, [kendileriyle çıkar ilişkisi içinde olan egemen güçlerin, onlara Allah adına söz söyleme ve çıkar gruplarının nef'slerine hitap ettiği biçimde ruhani fetvalar verme yetkisini verdiği manevi örgütlenme dernekleridir.] Kendilerine Allah adına söz söyleme yetkisi verilenler yada kendileri böyle bir kurum oluşturan (şeyh, şıh, pir, mir, hacı, hoca ) Allah dostları ve/veya iyilik satıcıları (din) meşruiyetlerini sadece ''dua'' argümanı ile devam ettirebilirler. Dini kurum'u vaazlarıyla devam ettirenlerin, Allah'ın kulları adına iradelerini ezelden ebede çizdiği ''kader'' lerini ''dua'' ile değiştirebilme olanağı vermeyen hiç bir din ilelebet başarı kazanamaz...İnananların manevi ihtiyaçlarını ancak ''dua'' karşılayabilir. Oysa dua ''çalışmak''tır... Aksi ''beddua''....Saygılar sayın ÇELİK...

Afşar Çelik dedi ki...

"Dini kurum'u vaazlarıyla devam ettirenlerin, Allah'ın kulları adına iradelerini ezelden ebede çizdiği ''kader'' lerini ''dua'' ile değiştirebilme olanağı vermeyen hiç bir din ilelebet başarı kazanamaz...İnananların manevi ihtiyaçlarını ancak ''dua'' karşılayabilir. Oysa dua ''çalışmak''tır."

"Din"in, bizatihi inancın yozlaştırılmasından ibaret olduğunu düşünüyorum. Son derece özlü tespitinize sadece bu küçük noktada katılamıyorum ama bunun ötesinde "Dua çalışmaktır!" tespitiniz kafama mıh gibi çakıldı! Çok yaşayın, bin yaşayın. Saygılar bizden Sayın Ergun...

Ergün Tutuş dedi ki...

Ahlak ''olan'' Erdem ise ''olması gerekendir''...Erdem; ''ahlak''ı eleştirebilmektir. Eğer toplum kendi ''ahlak''ını eleştirmiyorsa, o toplum Erdemsiz ve ahlaksızdır. Velev ki, o toplum aksini söylüyorsa, Atatürk'ün dediği gibi...NAMUSSUZ'dur...
Saygılar...Sayın Çelik...

Afşar Çelik dedi ki...

İlginç ve akılcı bir yorum.

Teorik/pratik demagojilerine açıklık getiren bir bakış açısı.

Bizi aydınlattınız teşekkürler Ergun Bey.

Lüfen bizi izlemeye devam edin. Saygılar...

Orhun dedi ki...

Hocam
Sorum şu: Sözde ahlak için inancı manivela yapan bir kurum nasıl olur da düşünceyi böylesine kilitler? Öylesine kilitleme ki varılmak istenen amaçtan fersah fersah uzaklaşıldığı halde daha da uzaklaştırır? Dahası milim iyi niyet varsa kendini hiç mi eleştirmez, tavrını değiştirmez?

Üç soru oldu :) Ama bireysel denetim bir yana, kurumsal denetim ve durup düşünme nasıl olmaz, toplumların yüzyılları nasıl boşa gider, aklım almıyor.

Geriden geriden geliyorum bugünü yakalayacağım.
Saygılar....

Afşar Çelik dedi ki...

"Ahlak için inancı manivela yapmak" tabiri zaten cevabın kendisi. Bu inancı kişinin elinden alıp otoritenin emrine vermek demek...

Kişinin vicdanının ve aklının yerini otoritenin emrinin aldığı yerde din hiç bir akılcı ve ahlâkî kavram üretemez.

Geriden geriden de olsa yorum blogun kanıdır. Çok çok teşekkür ediyorum. Her zaman beklerim.