Çünkü “Başkalarını etkilemeyen
eylem” diye bir şey yok. Tamam da
etkilemenin önemi ne?
Buradaki etki “ zarar erme
potansiyeline” işaret ediyor.
Yaptığımız her işin bir başkasına
zarar verebilmek ihtimali bulunuyor. Her işimizin her yönünü hesap edebilmemiz
şüphesiz mümkün değil. Belki bir yerden birine zarar veriyordur ama en
nihayetinde kendi denetimimizin elverdiği sınırların dışında kalan şeylerden
daha az sorumluyuz.
Bunların ahlâkla ne ilgisi var?
Bunların ahlâkla ilgisi, herhangi bir iş yaparken işimizin zarar verme potansiyelini hesaba
katmamızdan kaynaklanıyor. Yani “Başkalarına zarar verecek işler yapmamak”
konusunda bir irade göstermemize
dayanıyor. Dolayısıyla ahlâk için “ Zarar
vermemek iradesidir.” diyebiliriz. Kaldı ki bu irade kendi varlığımıza yönelik zararlardan da kaçınmayı
kapsar. Hani içki ve zina gibi işlerden niye kaçınmamız gerektiği
düşünülecek olursa bunlarla hem başkalarına doğrudan doğruya zarar vermek
ihtimalimizin olduğunu hem de bu eylemlerle vücudumuzu doğrudan doğruya bazı
tehlikelere açık hale getirdiğimizi hatırlamamız yeterli olur.
O halde ahlâk, özü itibariyle
bireysel denetimle ilgili bir iştir. Bütün bireysel denetimi bir yana bırakarak
doğrudan doğruya zararlı sonuçlar doğuracağını bilerek yapılan işler de ahlâkın
ötesinde hak ihlâlleri olarak hukukî yaptırımların konusu olurlar.
“Zarar” kavramına bakmak gerekir
belki. “Zarar” başkalarının meşru fayda beklentilerini ve fayda dizgelerini
kabul edilemez bir yolla engellemektir. O halde “kabul edilemez” olmanın ölçüsü nedir?
O ölçü, “Yaygınlaştıkları takdirde
toplumsal beraberliğin bozulmasına yol açacak davranış tarzlarıdır”.
Buraya kadara ki ahlâk
tanımlarımızda dine hiç yer vermedik. “Ahlâk
tanımında dine yer vermemek” ne demektir?
Bu şu demektir: “ Allah adına konuşan bazı okur yazarların hiyerarşik üstünlüğüne dayalı
yorumlar silsilesinin emrediciliğine
müracaat etmemek “ demektir. Çünkü “Din” ancak bir takım profesyonel okur yazarların, Allah adına düşünüp konuşmasıyla meydana getirilmiş bir “kurumdur”.
Bu profesyonellerin ortadan kalkması halinde, din, varlığını bir kurum olarak
sürdüremez.
Bunların ülkemiz için önemi
nedir? Eğer bütün bu akıl yürütmelerin günlük yaşantımızda bazı düzeltici
etkileri olmayacaksa bunları düşünmemizin bir yararı olabilir mi?
Veya şöyle düşünelim: Günlük
hayatımız din adına düzenlenmeye çalışılırken bunun doğru veya haklı olup
olmadığını düşünmemiz, yargılamamız gerekir mi gerekmez mi? Şüphesiz böyle bir
yargılamaya gitmemiz gerekir.
O halde dinci ahlâk anlayışına da
bir bakmakta fayda var.
Dinci ahlâk anlayışı, ahlâkın, İslâm tarafından Kur’an emirler
bütünüyle indirildiğini ve Müslüman bireyin de bunlar dışında herhangi bir
ahlâkî prensibini benimsemesinin imana aykırı olduğu şeklinde özetlenebilir.
Böyle midir? Esasen “dinin
getirdiği” söylenen bütün ahlâkî iyilikler insani ilişkilerin deneme yanılma
süreçlerinde ortaya çıkarılmıştır.
Buna bir başka açıdan bakacak
olursak; dincilere göre din ahlâkın
kaynağı olduğuna göre dinin doğrudan emredici olduğu toplumsal düzenler
insanların en fazla tatmin oldukları düzenler olmalıdır.
Oysa yaşananlar bunun aksini
gösteriyor. Dünyanın en zorba yönetimleri, şeriatla yönetilen
ülkelerde görülüyor. Din adına
insanların eylemlerine müdahale edilen ülkelerde, ahlâkî davranışlarda herhangi
bir gelişme görülmüyor. Yalnızca insanlara müdahale etmek ayrıcalığına sahip
bir din profesyonelleri sınıfıyla sıradan halk ayrışması gerçekleşiyor, o
kadar.
Ayrıca sıradan insanlar arasında din sahibi olmanın,
her şeye yeteceğine dair bir
yanılsamanın yayılmasına sebep olunuyor. Oysa aynı dini paylaşmak en
fazla psikolojik bir dayanışma vesilesi
olabilir. Ahlâkın dinle geldiğini düşünmek, dindar bireylerde, din sahibi olmak dışında zararsızlığı
gözetmek konusunda, bir sorumluluk
gerekmediği algısını yaratır.
Böylece ne olur? “Din”i va’z eden
profesyonellerin din adına verdikleri emirler, hiçbir zararsızlık denetimine sokulmadan doğrudan yerine getirilir. Böylece “Şeriat devleti hedefine yardım edeceği düşünülen herkse” her
şekilde yardım edilmesi ile karakterize edilebilecek siyasal İslâmcı popülizm
ortaya çıkar. Türk siyasetinde sağı
yıllardır ahlâksız bir fırsatçılık haline getiren zihniyetin temeli ahlâka dair
bu çarpık anlayıştır.
6 yorum:
Çünkü “Din” ancak bir takım profesyonel okur yazarların, Allah adına düşünüp konuşmasıyla meydana getirilmiş bir “kurumdur”. Bu profesyonellerin ortadan kalkması halinde, din, varlığını bir kurum olarak sürdüremez. A.ÇELİK....
“Din” ancak bir takım profesyonel okur yazarların, [kendileriyle çıkar ilişkisi içinde olan egemen güçlerin, onlara Allah adına söz söyleme ve çıkar gruplarının nef'slerine hitap ettiği biçimde ruhani fetvalar verme yetkisini verdiği manevi örgütlenme dernekleridir.] Kendilerine Allah adına söz söyleme yetkisi verilenler yada kendileri böyle bir kurum oluşturan (şeyh, şıh, pir, mir, hacı, hoca ) Allah dostları ve/veya iyilik satıcıları (din) meşruiyetlerini sadece ''dua'' argümanı ile devam ettirebilirler. Dini kurum'u vaazlarıyla devam ettirenlerin, Allah'ın kulları adına iradelerini ezelden ebede çizdiği ''kader'' lerini ''dua'' ile değiştirebilme olanağı vermeyen hiç bir din ilelebet başarı kazanamaz...İnananların manevi ihtiyaçlarını ancak ''dua'' karşılayabilir. Oysa dua ''çalışmak''tır... Aksi ''beddua''....Saygılar sayın ÇELİK...
"Dini kurum'u vaazlarıyla devam ettirenlerin, Allah'ın kulları adına iradelerini ezelden ebede çizdiği ''kader'' lerini ''dua'' ile değiştirebilme olanağı vermeyen hiç bir din ilelebet başarı kazanamaz...İnananların manevi ihtiyaçlarını ancak ''dua'' karşılayabilir. Oysa dua ''çalışmak''tır."
"Din"in, bizatihi inancın yozlaştırılmasından ibaret olduğunu düşünüyorum. Son derece özlü tespitinize sadece bu küçük noktada katılamıyorum ama bunun ötesinde "Dua çalışmaktır!" tespitiniz kafama mıh gibi çakıldı! Çok yaşayın, bin yaşayın. Saygılar bizden Sayın Ergun...
Ahlak ''olan'' Erdem ise ''olması gerekendir''...Erdem; ''ahlak''ı eleştirebilmektir. Eğer toplum kendi ''ahlak''ını eleştirmiyorsa, o toplum Erdemsiz ve ahlaksızdır. Velev ki, o toplum aksini söylüyorsa, Atatürk'ün dediği gibi...NAMUSSUZ'dur...
Saygılar...Sayın Çelik...
İlginç ve akılcı bir yorum.
Teorik/pratik demagojilerine açıklık getiren bir bakış açısı.
Bizi aydınlattınız teşekkürler Ergun Bey.
Lüfen bizi izlemeye devam edin. Saygılar...
Hocam
Sorum şu: Sözde ahlak için inancı manivela yapan bir kurum nasıl olur da düşünceyi böylesine kilitler? Öylesine kilitleme ki varılmak istenen amaçtan fersah fersah uzaklaşıldığı halde daha da uzaklaştırır? Dahası milim iyi niyet varsa kendini hiç mi eleştirmez, tavrını değiştirmez?
Üç soru oldu :) Ama bireysel denetim bir yana, kurumsal denetim ve durup düşünme nasıl olmaz, toplumların yüzyılları nasıl boşa gider, aklım almıyor.
Geriden geriden geliyorum bugünü yakalayacağım.
Saygılar....
"Ahlak için inancı manivela yapmak" tabiri zaten cevabın kendisi. Bu inancı kişinin elinden alıp otoritenin emrine vermek demek...
Kişinin vicdanının ve aklının yerini otoritenin emrinin aldığı yerde din hiç bir akılcı ve ahlâkî kavram üretemez.
Geriden geriden de olsa yorum blogun kanıdır. Çok çok teşekkür ediyorum. Her zaman beklerim.
Yorum Gönder