Yıllarca BAAS zulmünden
bahsettik. Liberal demokrasi dururken
Arap ülkelerini ilkelliğe ve
diktatörlüğe mahkûm eden bir anlayış olarak gördük onu.
Bunda da bir
ölçüde haklıydık; en azından görünüşte. Çünkü meselâ Irak’ta Saddam rejimi Arap
kavmiyetçiliğiyle Türkleri alabildiğine eziyordu. Suriye’de Hafız Esat Sovyet güdümünde
bir çıbanbaşıydı. Kaddafi Libya’yı kendi keyfince yöneten bir “kaçıktı”.
Üçünün de ortak özelliği
sosyalist olmalarıydı. Sosyolojiyi ve
tarihi bir yana bırakarak baktığımızda o ülkelerde diktatörlüklerin,
sosyalizmin bir sonucu olduğunu düşünmek normaldi.
Ama tarihi ve sosyolojiyi ihmal
edebilmemiz ne kadar mümkündü?
Bunun cevabını Amerika’nın Irak
işgali, Libya darbesi ve Suriye İç Savaşı’nda
aldık.
Peki ama cevap neydi?
Şahsen ben cevabı biraz da
Amerikan yapımı “Yeşil Bölge” filminde almıştım. Ama bunun yanısıra Nihat Genç’in
tahlilleri de bir o kadar çarpıcı şekilde yıllardır gözümüzün önündeydi.
Arap sosyalizmi keyfi veya tesadüfi bir seçim miydi?
Devlet düzeninin yıkıldığı ülkelerin
mevcut hallerine bakıldığında böyle
olduğunu söylemek zor.
Arap sosyalizmi, anlaşıldığı
kadarıyla Arap feodalizminin yarattığı parçalı yönetimi ve bu parçalanmanın millî servetle ilgili sömürüyü engellemiş.
Suudi Arabistan dışında görüne o
ki petrol üzerinde tekel kurabilecek bir
başka Arap aşireti yok. Hal böyle olunca petrol gelirlerini tekeline alarak
ülkenin geri kalanını fakirliğe mahkûm edecek bir aşiretin varlığı tahammül
dışıdır.
Libya’da diktatör olarak
nitelenen Kaddafi petrolden sağlanan
geliri halkına dağıtıyordu. Ekonomik ilişkilerde ciddi bir kurumsal otorite vardı. Oysa bugün Libya
petrollerinin kimin eliyle kime pazarlandığı meçhul. Aynı şey Irak petrolleri
için söz konusu. Kürtler Irak devletleşmesiyle elde edilmiş petrol gelirini
kendi tekellerine almak istiyorlar. O petrollerin ne elde edilmesinde ne de
refah sağlayıcı etkisinde hiçbir payları olmamasına rağmen sırf o bölgeyi silahla
işgal edebildikleri için bütün bir Irak’ın
refahının üzerine yatabileceklerini düşünüyorlar.
Ama bütün bunların yanı sıra
ortaya siyasal bir sonuç da çıkıyor. Sosyalist Arap rejimlerinde ulusal bir temel ve lâik bir hukuk sistemi
yerleşmek üzereyken bu ülkeler etnik
temelde ayrıştırıldı. . Görünen oydu ki Arap ülkelerinin çoğu
demokrasiyi sağlıklı biçimde yürütecek bir ulusal devlet olgunluğuna sahip
değildi. Arap toplumsal yapısı, aşiret
bağlılığından öteye gidemeyen, dini ancak siyasi bir hiyerarşi olarak yaşayabilen cidden ilkel topluluklar yığınından başka bir
şey değilmiş. BAAS rejimleri bu ilkel toplulukları ciddi bir devlet güvencesine kavuşturan ve bu topluluklara bir
ulusal bilinç kazandırabilecek yegâne seçenekmiş.
Ayrıca beşeri hukukun sağladığı “
kanun önünde eşitlik” imkânından ve ihtimalinden de uzaklaştılar. Şimdi bu ülkeler
dinci ve etnik vahşetin arasındaki savaşların elinde acı çekiyor.
Konunun bizimle ilgisi ne?
Bizdeki ilgisi şu: Köksüz, soysuz ve satılık liberaller, liberalizmi, etnik ve
dinci vahşete vasıta ederek ülkenin Iraklaşması, Libyalaşması veya
Suriyeleşmesi yolunu açmaya çalışıyorlar. Siyasi bilinçten, vicdandan ve
normatif ahlâktan yoksun dinciler de hiçbir
şekilde anlamadıkları liberal demokrasinin ilkelerini liberal taşeronların şahitliğiyle sömürüyorlar. Ülkemiz satılık liberaller ve asalak dinciler eliyle
bölünüyor. BAAS yıkılmış görünüyor ama onun yıkıntılarından, biraz da bizim
liberallerin yardımıyla yepyeni ve çok
daha yıkıcı dinci bir vahşet rejimi yükseliyor.
2 yorum:
Kaddafiyi ve Saddamı mumla çırayla arıyorlar artık ama tarih tersine işlemez.
Onlar gitti devlet bitti, ne tuhaf, değil mi?
Yorum Gönder