7 Temmuz 2014 Pazartesi

BAAS'ı Yıkınca Huzur Bulduk Mu?


Yıllarca BAAS zulmünden bahsettik. Liberal demokrasi dururken  Arap ülkelerini ilkelliğe ve  diktatörlüğe mahkûm eden bir anlayış olarak gördük onu.

Bunda da  bir  ölçüde haklıydık; en azından görünüşte. Çünkü  meselâ Irak’ta Saddam rejimi Arap kavmiyetçiliğiyle Türkleri alabildiğine eziyordu. Suriye’de Hafız Esat Sovyet güdümünde bir çıbanbaşıydı. Kaddafi Libya’yı kendi keyfince yöneten bir “kaçıktı”.

Üçünün de ortak özelliği sosyalist olmalarıydı. Sosyolojiyi ve tarihi bir yana bırakarak baktığımızda o ülkelerde diktatörlüklerin, sosyalizmin bir sonucu olduğunu düşünmek normaldi.

Ama tarihi ve sosyolojiyi ihmal edebilmemiz ne kadar mümkündü?

Bunun cevabını Amerika’nın Irak işgali, Libya darbesi ve Suriye İç Savaşı’nda  aldık.

Peki ama cevap  neydi?

Şahsen ben cevabı biraz da Amerikan yapımı “Yeşil Bölge” filminde almıştım. Ama bunun yanısıra Nihat Genç’in tahlilleri de bir o kadar çarpıcı şekilde yıllardır gözümüzün önündeydi.

Arap sosyalizmi  keyfi veya tesadüfi bir seçim miydi? Devlet  düzeninin yıkıldığı ülkelerin mevcut hallerine bakıldığında   böyle olduğunu söylemek zor.

Arap sosyalizmi, anlaşıldığı kadarıyla Arap feodalizminin yarattığı parçalı yönetimi ve bu parçalanmanın  millî servetle ilgili sömürüyü engellemiş.

Suudi Arabistan dışında görüne o ki petrol üzerinde  tekel kurabilecek bir başka Arap aşireti yok. Hal böyle olunca petrol gelirlerini tekeline alarak ülkenin geri kalanını fakirliğe mahkûm edecek bir aşiretin varlığı tahammül dışıdır.

Libya’da diktatör olarak nitelenen Kaddafi petrolden sağlanan  geliri halkına dağıtıyordu. Ekonomik ilişkilerde ciddi bir  kurumsal otorite vardı. Oysa bugün Libya petrollerinin kimin eliyle kime pazarlandığı meçhul. Aynı şey Irak petrolleri için söz konusu. Kürtler Irak devletleşmesiyle elde edilmiş petrol gelirini kendi tekellerine almak istiyorlar. O petrollerin ne elde edilmesinde ne de refah sağlayıcı etkisinde hiçbir payları olmamasına rağmen sırf o bölgeyi silahla işgal edebildikleri için  bütün bir Irak’ın refahının üzerine yatabileceklerini düşünüyorlar.

Ama bütün bunların yanı sıra ortaya siyasal bir sonuç da çıkıyor. Sosyalist Arap rejimlerinde  ulusal bir temel ve lâik bir hukuk sistemi yerleşmek üzereyken bu ülkeler  etnik temelde ayrıştırıldı..  Görünen oydu ki Arap ülkelerinin çoğu demokrasiyi sağlıklı biçimde yürütecek bir ulusal devlet olgunluğuna sahip değildi. Arap toplumsal yapısı,  aşiret bağlılığından öteye gidemeyen, dini ancak siyasi bir hiyerarşi olarak yaşayabilen  cidden ilkel topluluklar yığınından başka bir şey değilmiş. BAAS rejimleri bu ilkel toplulukları ciddi bir devlet  güvencesine kavuşturan ve bu topluluklara bir ulusal bilinç kazandırabilecek yegâne seçenekmiş.

Ayrıca beşeri hukukun sağladığı “ kanun önünde eşitlik” imkânından ve ihtimalinden de uzaklaştılar. Şimdi bu ülkeler dinci ve etnik vahşetin arasındaki savaşların elinde acı çekiyor.


Konunun bizimle ilgisi ne? Bizdeki ilgisi şu: Köksüz, soysuz ve satılık liberaller, liberalizmi, etnik ve dinci vahşete vasıta ederek ülkenin Iraklaşması, Libyalaşması veya Suriyeleşmesi yolunu açmaya çalışıyorlar. Siyasi bilinçten, vicdandan ve normatif ahlâktan yoksun dinciler de  hiçbir şekilde anlamadıkları liberal demokrasinin ilkelerini liberal taşeronların şahitliğiyle  sömürüyorlar. Ülkemiz  satılık liberaller ve asalak dinciler eliyle bölünüyor. BAAS yıkılmış görünüyor ama onun yıkıntılarından, biraz da bizim liberallerin yardımıyla yepyeni  ve çok daha yıkıcı dinci bir vahşet rejimi yükseliyor.

2 yorum:

selcen dedi ki...

Kaddafiyi ve Saddamı mumla çırayla arıyorlar artık ama tarih tersine işlemez.

Afşar Çelik dedi ki...

Onlar gitti devlet bitti, ne tuhaf, değil mi?