Fikirlerin seyri, fikirlerin sahibi ve Allah dışında kimse tarafından bilinemez. Böyle olduğundandır ki zahir… Bir gün bir de bakmışız ki sevdiklerimizle ayrı düşmüşüz…
Bir gün bir bakarız ki doğrunun mihenkleri ayırmış yollarımızı… Ama doğrular mı çeşitli yoksa vicdanı kandırmanın yolları mı, soran olmaz.
Bana saplantılıymışım, takıntılıymışım gibi bakan arkadaşlarıma sormak isterdim: Neden hayatınızı daima tek bir ilkeye göre yaşayıp birden fazla doğru olduğunu söyleyip duruyorsunuz?
Herkesin doğrusu ayrıysa siz nasıl olup da kendinize arkadaşlar buluyorsunuz?
Arkadaşlarınızı ahlâkın terazisinde tartmadan mı seçiyorsunuz? Bir sürü doğru varsa sizin ahlâkınızın ne önemi kaldığını hiç düşündüğünüz oluyor mu?
Yoksa her “doğruya”, her gerekçeye, her mazerete göre kendinizi eğip büküyor musunuz? Hırsızla hırsız, katille katil mi oluyorsunuz? Yoksa hırsızla konuşurken ona doğrunun deniz feneri gibi bir yol mu gösteriyorsunuz?
Ama omurgaların eriyip hamurlaştığı… Tebessümlerin yılanlaştığı… İmanların sulanıp bulandırıldığı… Pazarlıkların iman üzerinden yapıldığı bir esnek doğrular cehenneminde…
Bir tepenin üzerinde dikilip tek mi tek başına göğsünün gerip rüzgârın en hırçınına göğün buluttan duvarlarını sarı ışıklarıyla delmeye uğraşan, ışığı doğru, duruşu doğru bir fener olmak çok mu zor? Fenerler fırtınaların içinde yaşayıp da eğilmeyen, ümidimizin nirengileri, bağırları taştan örülmüş ak çivileridir şol yer kürenin…
Belki kopmak lâzım… Gerçekten kopmak lâzım… Her fener nasıl yalnız başına dikiliyorsa kayaların en yalçın yerinde, komşusuz, kapısız, yanaşıksız…
Kalabalıklarda ışıksız, kükreyen kasırgaların kara bağrında aydınlık dikilmek lâzım…
Öylece lâzım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder