19 Şubat 2010 Cuma

Bize Irkçı Diyenler


Türkiye’de ırkçılık var mı?
Sosyalistlere bakarsanız var! Kendilerini hümanist sanıp da etnik ırkçıları destekleyen bir kısım liberal de aynı görüşte…

Yani? Türkiye’de bir ırkın diğerine göre üstün olduğunu savunan insanlar var! Irkçılığın bilmediğimiz başka bir anlamı varsa tanımımın düzeltilmesini istirham ederim.

Her şeyden evvel bir tanımın geçerli olabilmesi için sınırlarının belli olması lâzım. Birine “ırkçı” dediğinizde onun ırk üstünlüğüne atıfla hareket ettiğini söylemiş olursunuz.
Eğer bu tanımı genişletmeye kalkarsanız o zaman işin bütün mantığını ve dolayısıyla meşruiyetini de bozarsınız.

Irkçılıkla ilgili bu tanım genişletmesinin veya halk ağzıyla sündürmesinin şekli nedir?

Şudur:

Sosyalistler, nevzuhur ve vatansız bir takım liberaller ve etnik ırkçılar ırkçılığı “ayrımcılıkla” bir tutmaktalar.

Ama işin garibi ayrımcılığı da kendi anlamında kullanmayarak “sündürmekteler”…
Bunların karşı olduğu şey, toplumdaki fertlerin müşterek kabullerine göre bir “toplumsal öncelikler endeksi” oluşmasıdır.

Nedir toplumdaki fertlerin müşterek kabulleri? Aile, dil, müşterek cevap verme tarzı ( kültür), müşterek coğrafya ( vatan), müşterek sembol ( bayrak) vs…

Yukarıda adı geçen kamplar, bu değerlerin toplumdaki fertlerin kahir ekseriyetince benimsenerek, “diğer milletlerle” ilişkilerde “öncelenmesine ” ve kollanmasına “ırkçılık” diyor.
Buna göre meselâ “vatan”, aslında devletin zorbalığına giydirilen bir kılıf, bayrak anlamsız bir bez parçası, dil resmî otoritenin bir dayatması, kültür ise herkesçe kullanılan renksiz bir bardak…
Dolayısıyla bunların korunması demek, bunların ait olduğu “ırkı”, diğerlerinden üstün görmek anlamına geliyor.

Bu sahte hümanistlerin içine düştükleri açmaz şu ki birilerini durmaksızın ırkçı diye itham ederlerken ırkın bir mutlak hakikat olduğunu kabul etmeleri…

Yani üzerinde üstünlük iddiasının yürütülebileceği ırkların var olduğun kabul ettikten sonra bunların eşitliği hakkında konuştuklarını fark edemiyorlar. Ama zaten bu marksizmin bir hurafe olmasının diğer bütün sebeplerinden biridir de…

Kendilerinde hakaret ve itham imtiyazının var olduğunu sanan sosyalistlerin hiç biri bu güne kadar doğrudan “milliyetçi” sıfatıyla siyaset yapan bir partinin dahi hiçbir beyanında ırka atıf yapıldığını gösterememiştir.

Çünkü mezkur kampların hiç biri “millet” denen kendiliğinden doğmuş toplumsal yapıyı idrak edememiştir.

Burada liberallerin durumu daha içler acısıdır. Çünkü millet gibi “hukuk altında kendiliğinden benzeşmeyle” meydana gelmiş bir yapıyı anlayamamaları, Hayek’in evrimci rasyonalizmini de Nozick’in “ kendiliğinden oluşmuş emniyet sağlayıcı tekel” fikrini de hiç anlamadıklarının bir delilidir.

Türkiye’de siyasî tarih yazarlarının kahir ekseriyeti, tarihin kendisini anlamak yerine Marx’a tapınmayı şiar edindiklerinden olsa gerek “milletleşmeyi” anlayamamış, Türkiye’de gelişen siyasî milliyetçiliğin muhafazakâr özelliklerini görememiştir.

Türkiye’de doğrudan ırkçı olarak suçlanan Nihal Atsız dahil olmak üzere hiçbir Türk milliyetçisi, bizim yabancılaşmış okumuşların zannettiği gibi Alman tarzı bir genetik üstünlük fikrini savunmamıştır. Irkçılık, bir kalıtsallık üzerine inşa edilen üstünlük fikridir.

Milletleşmeyi anlamamış ve anlamamakta da ısrar eden yukarıdaki kamplar milletin oluşumunda “ırkın” bağlayıcılığının kalmadığını ve hiçbir Türk milliyetçisinin de bu yüzden ırkı esas almadığını görememektedir.

Bu hem toplumsal olarak ırkî bağları geride bırakan milletleşmiş bir toplum olmamızdan hem de sahip olduğumuz manevi değerlerin getirdiği sınırlamadan dolayıdır.

Fertlerin bir takım değerleri “öncelemesi” de ayrımcılık değildir. Çünkü insanlar zaten öncelik endekslerini kendileri belirleyebilmek için özgür olmak ister.

Bu açıdan Anadolu’yu kendi vatanı haline getirmiş, buraya kendi adını vermiş, mezarlarıyla, ibadethaneleriyle, edebiyatıyla, müziğiyle bu topraklara damgasını silinmez şekilde vurmuş Türk milletinin de kendi varlık belirtilerini öncelemek, kendi hakkıdır.


Türkiye’de Türk Milleti, kendi dininden dahi olmayan ama aynı vatanı paylaşan herkesi kendinden bilmiştir. Bu kabul cumhuriyetle birlikte daha da pekişmiştir. Zaten bu yüzden Ermeni, Rum ve Kürt isyanları milletimizin hatıralarında fevkalâde üzücü ve kırıcı yer almıştır.
Eğer Türkiye’de yabancılaşmış okumuşların bahsettiği gibi ırkçılık var olsaydı bu gün Türkiye’de hiç kimse “yabancılaşmak”, kendini ayırmak iddiasını güdemezdi. Çünkü o tip bir ırkçılık sadece sözle ifade edilmez. Öyle bir ırkçılık kendisini resmî şiddetle ortaya koyar ve hiçbir muhalif sese hayat hakkı vermez.

Bu açıdan, Türkiye’de zannedildiği gibi bir ırkçılık yoktur ne devlet katında ne de toplumsal hayatta.

Ama bu, Türkiye’de başka bir ırkçılığın var olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
O da etnik terörle kendisini var etmeye çalışan etnik ırkçılıktır.

Ne yazık ki yukarıda adı geçen kamplar etnik ırkçılığın varlığına dair bilinçli şekilde kördürler.
Etnikçi politikalar Türkiye’de açıkça ırk farklılığı üzerinden yürütülmektedir. Bu politikaların özü, etnik bir grubun ırkî ve lisanî farklılığından dolayı kendisini toplumun genel isminden ayırabilmesini , bundan sonra da siyasî olarak ayrılabilmesi inisiyatifini ele geçirebilmesini sağlamaktır.

Sosyalistlerin “hak” kavramını bilmemelerini normal karşılıyorum. Onların ideolojisinde, herkes için ve her zaman geçerli olan değerler gibi “mutlaklar” kategorisi olmadığından bunu anlayamazlar. Ama liberallerin hak kavramının “ırk ve lisan farklılığına dayandıran etnik ırkçılara itiraz etmemesi tam bir faciadır!

Etnik ırkçılar neden gerçekten ırkçıdır? Çünkü hak kavramını ırkî farklılığa dayandırmaktadırlar. Bu durumda ırkı bir saf kategori olarak düşünmekte, biyolojik bir özelliğe siyasî anlam yüklemekte ve bunu milletleşmiş bir egemene karşı terör uygulamakta meşru gerekçe olarak kabul etmektedirler.

Türkiye’de toplumun yapısında ırkî üstünlük veya aynilik fikrinin olmayışı etnikçi siyasetin ırkçılığını iyice ortaya çıkarmaktadır.


Dediğimiz gibi etnik ırkçılara kendi kabulleriyle ve yöntemleriyle cevap verilecek olsa bu gün Türkiye’de hiç birinin yaşamasına imkân kalmazdı. Büyük şehirlerin en mutena yerlerinde ev alan, mülk edinen, devlet dairelerinde istihdamda hemşehricilik yapabilen, ırkları sorulmaksızın seçip seçilebilen, siyaset yapabilen, ne sağlık ne eğitim-öğretim hizmetlerinde ayrımcılık gören insanların, sözde farklı ırktan oldukları için millî egemenliğimize karşı çıkmaları ve üstelik bunu silâhlı kalkışmalarla ortaya koymaları, evet bu gerçek bir ırkçılıktır.

Türkiye’de hak kavramının ırki farklılık gibi aşağılık bir ölçütle sömürülmesinin yanında bir de bu farklılığın resmî kimliklerle belgelenmesini istemenin ne anlama geldiğinin hâlâ görülememesi cidden dehşetengizdir.

Türkiye millî bütünlüğüne yönelik bu bayağı ve alçakça ayrımcılığı şimdilik toplumsal yapısıyla soğurabilmektedir. Ama etnik ırkçılığın şiddet desteği ve hak sömürüsü kendisini hümanist sayanlarımızca da kınanmadıkça bu durumun daha ne kadar sürdürülebileceği tahmin edilemez.






2 yorum:

Yaren dedi ki...

Afşar Bey, elinize sağlık. Malum çevrelere hücumlarınız oldukça etkili. Tabii yazılarınızı anlayabilmenin normalin üstünde bir entellektüel seviye gerektirdiğini belirtmeliyim. Yazınızda atıf yaptığınız liberal düşünürleri bilmek, en azından o kişilerin liberal okulun kurucuları ya da fikir babaları olduğunu bilmek lazım, yazılarınızı okumaya başlarken.

Afşar Çelik dedi ki...

Yaren Bey hoşgelmişsiniz. Estağfurullah efendim, teveccühünüz.

Bu düşünürlerin fikirlerini ayrıntısıyla aktarmak mümkün olmasa da en azından fikirlerinin özünü sık sık telaffuz ediyoruz...

Etki konusuna gelince; okuyan ve düşünmeyi seven insanlarda bir ışık yakabiliyorsak ne mutlu... Fikrin kitlelere ulaşması için sloganlaşması gerekiyor, o zaman da muhteviyatı zayıflıyor.

Bizimkisi boşa kürek çekmek gibi ama en azından vicdanımız rahat, gene beklerim, sağolun