19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ne İstiyorsunuz Hemşerim?

Bir açılım histerisidir sürüp gidiyor…

Açılım isteyenler hümanist, istemeyenler veya onu sorgulayanlar doğrudan “faşist”!
Açılımdan murat ne? Hiçkimse bilmiyor. Bununla anlatılmak istenen herhalde etnik bir grubun daha aktif siyaset yapması, hatta adı Türk olan millî egemenden bağımsız şekilde karar alabilmesini sağlamak?

Burada göz ardı edilen, hatta görmezden gelinen, telaffuz edilmediğinde de yok olacağı sanılan iki husus var:

Birincisi dünyanın geri kalanında olduğu gibi devletimizin de belirleyci bir millî iradeye dayandığı ve o iradenin adının “Türk” olduğu.

İkincisi temel hakların kullanımında dönem dönem sıkıntı yaşansa da ayrımsızlığın var olması.

İster silâh kullanın ister kullanmayın, bir ülkeyi kuran büyük kültüre ve nüfusa karşı çıkarak zorla veya demokratik yolla o memleketin “şeklini” değiştiremezsiniz. Bir memleketin şeklini ancak o memleketin egemen toplumu belirler, bu hem bağımsızlığın hem demokrasinin gereğidir. Bu şekil hem siyasi egemenliğin coğrafî sınırlarını hem de idare şeklini ihtiva eder.
Bu, “temel haklara” müdahale etmek yetkisini ihtiva etmez! Yani çoğunluğun, azınlığın Tanrısı olduğunu göstermez.

Temel haklara riayet edilen bir memlekette de “egemenin” belirleyiciliği hiç kimseyi rahatsız etmez, etmemelidir.
Türk adını taşıyan egemenin nasıl adlandırılacağı da Merhum Mustafa Kemal tarafından gayet güzel belirlenmiş.

Peki etnik ırkçılık/ayrımcılığın temel rahatsızlığı nedir? İşte bu Türk adıdır, kimliğidir. Meselenin kökeninde bir kere Türk adının belirleyiciliğine karşı durmak vardır.
Peki bu karşı duruş meşru mudur?
Değildir.

Çünkü nasıl etnik kimliklerin sırf kendilerini bir kimlik olarak görmek hakları varsa, onları gerek kültürel gerekse ırki çeşitlilik açısından çok aşan millî kimliğin ifadesi de meşru bir haktır ve millî devlet, bu hakkın en kristalize halidir.

“Egemenlik” millet varlığının yeryüzüne duyurulması demektir.
Egemenlik bir şartla kısıtlanabilir. O da egemenin temel haklara riayetle kayıt altına alınamaması halidir. Bu durumda “egemen”, zorbadan başka bir şey değildir ve onun devleti de devletlik vasfını kaybetmiş demektir.

Türkiye’de durum böyle midir?

İşte ikinci şart burada karşımıza çıkmakta.
Türkiye’de dileyenin dilediği yere gitmesinin, yerleşmesinin, çalışmasının, mülk edinmesinin engellendiği bir ortam mı vardır? Türkiye’de insanlaırn temel haklarının kullanımının etnik sebepten dolayı engellenmesi söz konusu mudur?

Türkiye’nin temel problem, bürokrasinin sadece etnik gruplara değil, kendi emrine uymayan herkese uyguladığı ifade hürriyeti kısıtlamasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına ve hukuk birliğine uyarak bu tip bir kısıtlamaya karşı mücadele etmek ayrı şeydir, bunu bahane ederek ayrı bir yasama erki istemek bambaşka bir şey…

Etnik ırkçı/ayrılıkçıların, çözüm için öne sürdükleri bütün “taleplerin” temelinde kendilerini birşekilde “Türk’ten” ayırabilmek imkânı yatıyor.

Bir yandan bunun sosyolojik imkânsızlığını görüyorlar ama bunun aynı zamanda hukuken ve siyaseten de ayrışmayı imkânsızlaştırdığını fark ettikleri için durmadan Türkiye Cumhuriyetinin silâhlı düşmanlarının sözcülüğünden vazgeçmek istemiyorlar. Amaçları sosyolojik gerçekliği, “Türk” coğrafyasının tabiatını silâh tehdidiyle değiştirmek.

Artık “Türk” kimliği içinde istediği gibi seyahat edip iş kurabilen, Anadolu’nun batısında servet edinmiş hemşehrileri varken bir yandan ayrı durmayı bir yandan da “vatandaşlığın” nimetlerinden yararlanmayı istemeleri yüzünden vatandaşın nefret odağı haline geliyorlar.
Siyasetlerini Türkiye Cumhuriyetini “hasım” kabul ederek yapmaları Marksist faydacılık ve rölativizmlerinden dolayı kesinlikle vicdanlarını rahatasız etmiyor.

Eğer bu devleti düşman kabul ediyorsanız, onun organları içinde yer almaz, onun “hukuk sağlayıcılığını” tanımaz, onun onayladığı tapuları kullanmazsınız.
Eğer fiilen mal mülk edinebiliyor, iş kurabiliyor, canınızın ve malınızın emniyetinden Türkiye Cumhuriyeti’ni sorumlu tutuyorsanız, bu devleti kuran Türk milletinin egemenliğini tartışamazsınız. Hele onun egemenlik hakkını bölemezsiniz.

Nüfusunun yarısı batıda yaşayıp da Türk egemenliğinin hukuki teminatından sonuna kadar faydalanan bir etnik grubun, memleketin bir kısmı hakkında Türk egemenine danışmadan söz söyleme, irade uygulama hakkı yoktur, olamaz.

Hukukun, bütün vatan sathında bazen aksayarak da olsa uygulandığı bir memlekette, yerel ağız farkını ayrılık sebebi haline getirmeye kalkarsanız, memleketin, her köyüne kadar paramparça olmasının yolunu açarsınız.

Şimdilerde Emre Aköz’ün bir türlü anlayamadığı ve “Türk bölücülüğü” dediği şeyin özü budur. Hem idarî/siyasî bağımsızlığın hem de vatandaşlık konforunun bir arada olamayacağını ve bunun hangi sosyolojik kırılmaya yol açacağını idrak etmek istemeyen başta liberaller olmak üzere Türkiye’nin ez cümle hümaniterleri bu yüzden ne gibi bir vebal taşıdıklarını da bir türlü anlayamıyorlar.

Yarın, adı “Türk” olan bir vatandaşın, düne kadar kendi memleketi bildiği nir vilayetin sınrında, poşulu, sakallı, kalaşnikoflu adamlarca kimlik kontrolüne uğraması, memleketinin bir yerinin artık ancak “özerk yönetimin” iznine taabi olduğunu öğrendiğinde, “etnik” komşusu hakkında ne düşünmesini bekliyorlar?

Şu saatten sonra eğer, istanbul’daki bir Kürt iş adamına “İşini kapat, defol git!” diyemiyorsak ki demememiz de gerekir, bu tamamen etnik ırkçıların düşman olduğu hukuk birliğimiz sayesindedir. Eğer iş hayatımız kendiliğinden ve etnik farklılıkları umursamadan yürüyebiliyor ise “açılımcılar” bilmelidirler ki artık açılım sonucunda meydana getirilecek “federe”, “özerk” veya adı her ne ise bir şekilde hukuken ayrılmış bölge ve o bölgeye mensubiyet gerçekten güven bunalımlarına yol açacaktır. Çünkü “açılımcıların” ısrarla göz ardı edip de çor çocuğun kanına giren adamlarla vicdanen aynı vebalin altına girmelerinin o menfur sebebi kim ne derse desin hep ortada kalacaktır.

Devletimize silâh çeken adamların ve onların destekçilerinin vatandaşlık hakları yoktur, olamaz. Dolayısıyla hem devleti silâhla tehdit edip hem de “siyaset”yapmak en başta “ahlâksızlıktır. Hem vatandaşlığın konforundan yararlanıp batıda servet edinip hem de Diyarbakır’da kimsenin karışamadığı bir devletin hayalini kuranlar bu açıdan iyi düşünmeli…

Zira iş sadece siyaset masasında olup bitmez, eli silâhlı köpeklerin devlete silâh çekmesini siyaset sananlar da yarın vatandaşın öfeksine maruz kalabileceklerini baştan kabul etmeli…

2 yorum:

selcen dedi ki...

Ha şöyle Afşar Bey,
Elinize kolunuza sağlık.Bunlar bu dilden anlarlar.Emre Aköz'ü adamdan sayıp zikretmenize hiç gerek yok.Birikimsiz,yeni yetme kürt hayranı,iktidar yalakalığından beslenen,kanaat önderi diye toplantılara çağrılan bu sözümona gazeteci bir kaç sene içinde unutulacaktır.Emin olun.Selamlar.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım,
Herkes "düşünüyor" doğru da... Düşüncenin nereye vardığı, varacağını düşünen yok gibi.

Felsefe eksikliği tutarlı ve sürekli düşünmeyi imkânsız kılıyor. Modaya uygun konuşmak geri toplumlarda kâfi görülüyor.

Seviye bundan daha yüksek olamıyorsa ortada ciddi problem var demektir. Epeydir yoktunuz,gene bekleriz.