24 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Toplumsal DüzenManifestosu Denemesi II


Tartışmaları kilitleyen en önemli argüman toplumlar için genel geçer doğru algılarının bulunamayacağı argümanıdır.
Bu görecelik argümanına göre, bir toplum için “doğru” olan diğerleri için olmayabilir.
Bu argümana göre meselâ kültürel kodlarının temelinde “yağma” yatan bir toplumun, endüstri toplumu olarak mutlu yaşayamayacağı neredeyse kesindir. Veya mutlaka endüstri toplumunun gereklerini kendine göre eğip bükecektir.
Elbette her toplumun endüstri toplumu olmasının gerekip gerekmediği sorulabilir. Endüstri toplumları gerçekten “en doğrusunu” bulmuş toplumlar mıdır?
Pigmeler veya bizim için ciddi bir sorun teşkil eden “mülkiyeti” hiç tanımadan mutlu yaşayan toplumlar yok mudur ve onların “medeniyeti” yok mudur?
Bu soruları aslında birinci bölümde cevaplamaya başlamıştık.
“Batılı” standartları doğal kabul eden toplumlar için doğal olan sorunlar gerçekten başka toplumlar için “doğal” değildir.
Toplumların nispeten çok daha ayrı veya izole yaşadıkları dönemler için bu soruyu cevaplamak kolaydı. Kültürel etkileşimin ve değişimin az olduğu dönemlerde Toplumların nispeten çok daha ayrı veya izole yaşadıkları dönemler için bu soruyu cevaplamak kolaydı. Kültürel etkileşimin ve değişimin az olduğu dönemlerde toplumların değer yargılarının kendi kendilerine yeterliği bizi tatmin edebilirdi.
Günümüzde de izole yaşayan, kültürel etkileşimden uzak kalmış toplumlar için gelişmiş toplumların standartlarından masun olmak doğal karşılanabilir.
Önümüzde büyük sorun çözülmeyi beklemektedir.
Kültürel etkileşimden kaçamayan toplumlar için değer yargılarının değişmemesi mümkün olabilecek midir?
Bu, dünyanın kahir ekseriyeti için geçerli bir sorundur artık.
Çünkü ne kadar uzak kalmak istersek isteyelim “farklı” kültürel kodlarla maddî ve manevî alış verişe çoktan girmişizdir.
Bir “alış veriş” âni bir eylem değildir. Kimse bir alışverişin sonuçlarından kaçmaya muktedir değildir. Bu ister gönüllü bir mübadele ile ister bir savaşla olsun, toplumların birbirleriyle her teması karşılıklı değişmeleri doğurur.
Bu değişmelerin en önemli sonucu toplumların “sorunsallarının” birbirine açılmasıdır.
Bu açılma genellikle doğrudan olmaz. Çatışma zeminini oluşturan kültürel kodların tanınması ile yani “cevapların” tanınması yoluyla olur.
Coğrafyaların toplumlar arasında ciddi bir engel teşkil ettiği dönemlerde nispeten düşük nüfuslu ve kapalı toplumlarda hayatta kalmaya yönelik gene nispeten çok daha somut kuralların varlığı topluluğun “farklılığının” bir işareti olarak önemseniyordu.
Sebebi ne olursa olsun, bazı toplumların keşif ve fetih yoluya dünyaya açılmaları “izolasyon” eşitliğinin bozulmasına yol açmıştır.
Rızaya dayalı mübadelenin insanlıkla beraber varolduğunu bilmemize rağmen, yağmanın da insanın dürtülerinden biri olması , bu yolla da olsa kültürler arası ilişkilerin, “dönüştürücü” bir sonuç doğurduğu gerçeğini değiştirmez.
Nitekim 18.yy’ın ikinci yarısında yağmaya dayalı ilişkilerin gerçek bir refah yaratamayacağı basiretinin “Milletlerin Zenginliği” ile ortaya konmasıyla İngiltere’de ciddi bir dönüşüm gerçekleşmiştir. 20.yy’ın ortasına kadar süren sömürgecilik anlayışına rağmen refahın kaynağının üretim ve mübadele olduğunun kabülü, modern iktisadın doğmasını sağlamıştır.
En başa dönecek olursak, insan eyleminin kökeninde değişmeyen bir değiştirme arzusunun var olduğu gerçeği bizi insanın bir otomat veya hayvan olmadığı sonucuna ulaştıracaktır. Hiç değişmediklerini sandığımız ilkel kabilelerin av araç gereçlerini nasıl geliştirdiklerini düşünecek olursak, insanın amacının, hayatta kalmayı sağlayacak içgüdülerin otomatizminin yokluğunu sürekli bir gelişme ile doldurmak olduğunu da görebiliriz.
Tekerleğin bulunuşu insanlık tarihinde, gelişme arzusunun ilk radikal ifadesidir. Tekerleği hiç bulmamış toplulukların varlığı bu kuralı değiştirmez. İnsanlık tarihinde hiçbir teknoloji geliştirmemiş, hiçbir topluluk yoktur.
Bu durumda, her toplum kendinde var olan “dünyayı değiştirmek” arzusu ve ihtiyacına yönelik farklı cevaplar geliştirmiştir.
Devam edecek…



Hiç yorum yok: