4 Şubat 2009 Çarşamba

Bir Sosyalist Tabu Olarak Gelir Dağılımı



“Gelir”, dağıtılan veya kapışılan bir şey değildir. Yani gelirler ortada dağıtılmayı bekleyen bir havuz meydana getirmezler.
Piyasada gelir ancak müşterinin tatmini karşılığında elde edilebilen paradır. Yani karşılıklı gönüllülüğün bir ürünüdür. Dolayısıyla birileri tarafından topluma dağıtılmaz.
Gelir dağılımı, diğer bütün istatistiksel “dağılımlar” gibi bir terimdir. Dolayısıyla bu, gelirlerin o an için toplumda hangi sektörlerde ne kadar elde edildiğini gösterir.
Gelir dağılımını, bir şeylerin “dağıtılmış”/ paylaştırılmış hali olarak düşünmek veya bu şekilde telaffuz etmek de sosyalist entelijansiya diktasının bir başka ekabirliğidir. Öyle ki bu terim sanki “dağıtımcı devlet” varsayımı dışında anlaşılamazmış, aksini iddia etmek kanunsuzlulukmuş gibi herkesin vicdanı cendereye alınarak kabul ettirilmiş bir düzmece terimdir.
Somut bir örnek verelim. Bir milyar ile işe başlayıp bir milyar kâr eden bir esnafın geliri ile yani müşteri memnuniyeti bildirimi ile belediye işçisinin “gelir dağılımındaki” yerlerini “adalet” açısından yorumlamaya çalışmak iktisadın tabiatını bilmemek demektir.
Belediye işçisi ( ki ülkemizde aslında pek çok esnaftan daha şanslı ve risksizdirler) için bütün mesele sarf edebildiği en az emekle, amirlerine en iyi şekilde muamele ederek birim zamanın maliyetini azaltmaktır. İşçi için iş yapmadan geçirilebilen zaman katlamalı “kâr” anlamındadır. Çünkü mesai saatinde emeğine biçilen parayı, mesai saatinde çok daha az emekle alabilmiştir. İşçinin yaptığı süte su katmakla aynıdır… İşçilerin aslında ahlâklı olduğunu savunarak onları bühtan altında bıraktığımızı iddia edeceklere, insan için “işin” daima bir yük olduğun hatırlatmak isterim. İş, mümkün olsa asla taşınmayacak bir yüktür. Eğer sonucunda amacımıza ulaşmamıza ve sonrasına yetecek bir “kâr” beklentisi olmasa asla çalışmazdık. Durumun iyileştirilmesi, insan için “kârdır”.
Esnaf ise, birim zamanda nerdeyse katlamalı şekilde kendisinden bağımsız olarak artan maliyetleri karşılamak için her şeyden önce memnun edilecek müşterilere muhtaçtır. Onun için geçen zaman ise zarar hanesine yazılmaktadır.
İşçi için üretim faktörü sadece ikame edilebilir, niteliği tartışılabilir emek ve zamanken esnaf için sermaye, sermaye malları, personel ve enerjidir. Bu faktörler kesintisiz bir gider iken, gelirler tamamen tesadüfidir.
Bu durumda bu iki kişinin gelirleri arasında nasıl bir adalet sağlayabiliriz? Esnaf yaptığı yatırımla daha fazla para kazanırken işçiye karşı ne gibi bir adaletsizlikte bulunmaktadır?
Sosyalistler burada Marx’ın meşhur bulanık/ iki anlamlı anlatımını alabildiğine sömürerek adaletsizlik konusunda hem kapitalistleri hem devleti suçlarlar. Böylece bir taşla iki kuş vurur, sınıfsız toplumun düşmanı olarak kapitalistleri damgalar ve devletin devrimle ele geçirilmesini de kendilerince meşrulaştırırlar.
İşçi, emek arzcısıdır ve esnaftan çok daha avantajlıdır. Çünkü bilhassa kamu işçileri emeklerinin piyasa mukayesesinden uzak tutulması ve sun’i iş güvencesi ile arzlarını garanti altına almış satıcılardır. Eğer faiz mantığıyla hareket edecek olursak, beklenen faydanın, kârın kestirebilirliği ve riskin düşüklüğü emeğe yapılan yatırımın faizinin düşüklüğünün sebebidir. Dolayısıyla işçinin buradaki kârı, kârının teminat altına alınmasıdır.
Bu arada aslında mukayesenin kamu ve özel sektör işçileri arasında yapılması gerektiğini söyleyeceklere, cevabımızın, özünde özel sektör emek arzcılarının durumunu da kapsadığını hatırlatmak isterim. Çünkü özel sektör emek arzcıları için performans her şeydir ve bu yüzden zaman faktörü, kamu işçilerinin aksine onların zarar hanesine yazılır. Bunun sebebi de özel sektörde üretimin bütün faktörleriyle sürekli hesap edilmesi mecburiyetidir. Eğer üretim faktörü olarak emekte verimsizlik hesaplanırsa derhal, daha hesaplı bir emek arzcısı aranır ve o istihdam edilir.
Üretim denen şeyin gerçek anlamda sadece özel sektörde gerçekleştirilmesinin sebebi budur. Kamu işletmelerinde emek bir üretim faktörü değildir, bir gelir(ücret) dağıtım kalemidir. Özel sektörde ise her dakikası kıymetli bir üretim faktörüdür.
Dolayısıyla özel sektör emek arzcısı ile esnafın riskleri ve çalışma mantıkları hemen hemen aynıdır.
Esnaf emeğini ve bunun yanı sıra yatırımını müşteri tatminine sunarken gelecek ile ilgili olarak piyasadaki fiyat verilerinin kendisine sunduğundan fazlasını bilemez. Sattığı şeyler ne kadar güzel veya yararlı olursa olsun, akşam evine ekmek götürmesi gerektiğini düşünecek, insaflı müşteriler bulmak garantisi yoktur. Hiç kimse esnafa acıdığı için, çanta, ayakkabı, terlik, gözlük veya ekmek almaz.
Oysa bugün sosyalistler, sosyal demokratlar bize sadece acıdığımız için emeğe para vermemiz gerektiğini dikte etmektedirler. Burada “emekten” kast ettiklerinin beden gücü olduğu aşikârdır. Onlar için tek “değer” budur… Kafalarında, elinde anahtarla vida sıkıp, çekiç sallayan işçi imajı dışında hiçbir gerçek emek tasavvuru yoktur.
Çünkü maalesef sosyalistlerin “nitelikli” emeğin piyasadan başka değerlendirileceği bir mukayese ortamı önerisi yoktur. Nitelikli emeği, niteliksiz emeğin bir türevi olarak görmenin cehaleti artık ayan beyan ortaya çıktığı için bu konuda susarlar ama bu suskunluklarını gene “gelir dağılımı” sloganı ile örterler.
Sosyalistlerin gelir dağılımında sürekli en fakir kesimi, esas almasının sebebi, emeği beden gücünden öteye anlayamamaları ve nitelikli emeğin hesaplanmasıyla ilgili cehaletlerini gizlemeye çalışmalarıdır.
Bugün ücretli olarak çalışan, yani sosyalistlere göre patronlarının “ücretli kölesi” olan beyaz yakalıların hemen hemen hiç beden gücü harcamadan ve hatta çok basit görünen bazı işlemleri yaparak ciddi paralar kazanmaları bu açıdan sosyalistlerin anlayabilecekleri bir şey değildir.
Gelir dağılımı adına, çok kazanan kesimlerin gelirlerine el koymak demek bu kesimlerin beklentilerini, hayallerini ve emeklerini çalmak demektir. Bu, iyi hizmet sunduğu için müşteri çeken esnafı cezalandırmak, onu soymak demektir. Müşteri memnuniyetinden gayrı ekmek kapısı olmayan insanların aldıkları riskleri ve maliyetleri görmezden gelerek sadece “gelirlerine” bakmak, bir soyguncunun bakışıdır.
Dolayısıyla “gelir dağılımına” bakarken, çok gelir elde edenlerin ekonomiye katkılarının, risklerinin de dökümü yapılırsa, bu açıdan, kendilerine gelir transferi yapılarak eşitlenmeye çalışılan kesimlerin çok daha kârlı oldukları görülecektir. Bu kâr, beklendiği gibi çalışmayan şansızlarda değil, bilhassa kamu kesimi çalışanlarında daha fazla olacaktır. Çünkü gelir dağılımını tadil etme girişimleri ancak ücretler üzerindeki oynamalarla mümkündür. Bundan doğrudan ve en hızlı yararlananlar da kamu çalışanları olacaktır. Oysa devletin toplumun en şanssız kesimine doğrudan hiçbir sürekli yardımı veya katkısı yoktur.
Gelir dağılımın düzeltilmesinden bahsedenler, gelirlerin eşitlenmesini zımnen ifade ederler. Oysa bahsettiğimiz gibi gelirlerin elde ediliş biçimleri onları gerek miktar gerekse güvence açılarından birbirinden ayırır. Bu farklılıkları yok saymak , bir şeyleri düzeltmek değil aksine ifsat etmek,i bozmak, özünden ayırmak demektir.
Gelir dağılımı teriminin gerçek anlamı bir an önce ortaya konarak artık “sosyal devlet” niyetiyle yapılan emek ve sermaye sömürüsünün önüne geçilmelidir. Eğer gelirler devlet tarafından dağıtılabilecek olsalardı kimse risk almaya, kâr etmeye, iş kurmaya çalışmazdı.
Bu terimi bir hurafe olmaktan çıkarıp basit bir istatistik olarak ekonometri akademisyenlerinin duvarlarına asmadıkça krizlerin önünü almamız mümkün olmayacaktır.

Hiç yorum yok: