2 Şubat 2009 Pazartesi

Bağımsızlık İkilemi

Doğruluğu neredeyse kesinlikle tartışma kabul etmeyen bir kavram bağımsızlık.Bağımsızlık, varlığı şarttan bağımsız olarak kabul edilen bir kavram. “Olması gerektiği için olduğu” kabul ediliyor.Gerçekte böyle mi?

Bağımsızlık kavramı baskın olarak siyasetle ilişkili düşünülen, devletle ve çeşitli kollektivitelerle ilgilendirilen bir kavram.

Daha dar anlamda , daha ziyade liberallerin “otoriteden ayrı olabilmek” olarak kullandıklarını görüyoruz “bağımsızlık” kavramını.
Bu kadar tartışmasız şekilde kabul görmesinin sebebi onun bir “hak” olarak algılanması.Bağımsızlığın “haklığı” temel haklar kadar mutlak mı peki?Bu soruyu sormamızın sebebi, kelimenin şarta bağlı olarak anlam ifade etmesi ve bu yüzden bir belirsizliği kendi içinde barındırması.

Bağımsızlığın en net ve kabul edilebilir anlamı veya kullanımı, liberalizmin “hürriyet” tanımında bulunuyor. Bu tanımda ferdin, diğerlerinin haklarına tecavüz etmeksizin, her türlü zordan “ayrı” olmasından bahsedilir. İşte bu noktada bağımsızlık taşıması gereken anlamda kullanılmıştır.Bu kullanımın dışında “bağımsızlık” anlamlı mıdır?

Veya daha doğrusu, “başkasının hakkıyla” sınırlanmış olmak durumu, başkalarıyla beraberliğin şartlarıyla bizi “bağımlı” kılmaz mı?Karşılıklı ilişkilerin olduğu her yerde bağımlık vardır. Hatta Robinson da tabiata bağımlıydı.Bir apartmanda yaşarken tamamen bize ait dairemizde dahi tamamen keyfi davranıp yüksek sesle müzik dinleyemememiz, çöplerimizi pencereden atamamamız acaba “bağımsızlığın” şarta bağlı varlığının bir delili değil midir?
Veya piyasada çalışan üretici ve tacirlerin müşteri takdiri ve talebiyle bağımlı olmaları?..Buraya kadar kavramın kullanımıyla ilgili akıl yürütmelerimiz metodolojik bireyciliğin bahçesindeki gezintilerimizdi.

Daha aktüel kullanımıyla siyasi anlamdaki bağımsızlığın bir talep olarak haklılığının şartlarını incelemekse işin gerçekten en ürkütücü yanı.Siyasi anlamda bağımsızlık ırken,dinen veya kültürel olarak belli bir ortaklık geliştirmiş toplulukların “kendilerine” ait ve ayrı kolektif değerler tanımlayabilmeleri ve bununla ilgili olarak ayrı siyasi örgütlenmeye gidebilmesi olarak tanımlanabilir. Buna belki topluluğun “ortak kaderi” hakkında diğer topluluklardan ayrı karar verebilmek gibi bir tanım da ilave edilebilir?Wilson prensipleri ile her toplumun kendi kaderini belirlemekte özgür olduğu kabulü genel bir kanaat halini aldı.
Burada göz ardı edilen iki sorun ise daha sonraları ortaya çıkan pek çok kanlı mücadelenin temeliydi.

Bunlardan birincisi, bağımsızlık talebinin kökeni olan “aynıların/benzerlerin” kendilerini, farklı olandan ayırması durumunda benzerliğin tanımının nasıl yapılacağı, benzerler içindeki ufak nüansların da ayrılma taleplerinin ortaya çıkmasının nasıl engelleneceği sorusu idi. Nitekim balkanlar ve Kafkasya’nın en temel sorunu budur mesela. Neredeyse her köyün ayrı bir dil konuştuğu Kafkaslar coğrafyasında her üç evin birer devlet olarak bağımsızlık talebi nasıl karşılanabilir? Veya ırken aynı kökten gelen, silerli bile neredeyse aynı olan sadece inançlarıyla ayrılan Hırvat,Sırp ve Boşnak topluluklarının bağımsızlık talepleri barış getirmiş, insanların adalet hislerini/arzularını tatmin etmiş midir?

Elbette milletlerin “kaderleriyle” ilgili kararları başka milletlerin vermemesi gerekir. Burada millet ve kader kelimelerini kullanırken dikkatli olmakta fayda vardır, çünkü millet “karar veren” bir dev birey değildir. Buradaki tamlama tamamen ortak değerleri paylaşan insanların demokratik karar verme mekanizmaları anlatılmak istenmiştir.Ama dediğimiz gibi “ortak değerlerin” ölçüsü nedir? Hiç ir farklılık barındırmayan, tamamen tecrit edilmiş bir toplum yaratmak mıdır bağımsızlık taleplerinin mesnedi?Bu konuya daha sonra dönmek üzere siyasi bağımsızlığın görünmeyen bir yan etkisine değinmek istiyorum.

Bu yan etki de “bağımsızlık” kavramının kullanımındaki ciddi belirsizliktir. Zira son zamanlarda “bağımsızlıktan” bahseden bürokrasi zümresi bunu daha ziyade kendi denetim dışılığını veya denetim üstülüğünü anlatmak için kullanmakta.Bağımsızlık bir toplumun yaşayan fertleri için anlamlıdır ancak. Yani bir toplumun ortak değerlerini paylaşan fertlerin bu değerler etrafında gönüllü beraberliğini, başka toplumların bireylerinin emri olmaksızın sürdürme gayretidir bağımsızlık…Yalnız burada gözden kaçan husus ferdin, “hürriyet” tanımı gereği aynı zamanda kendi ülkesinin zor kullanma mekanizmalarının da keyfi müdahalesinden ayrı olmasıdır. Ferdin diğer fertlerle ilişkisinde genel kendiliğinden oluşmuş adil davranış kuralları dışında, başka bir ferdin veya kurumun şekillendirici etkisinden ayrı kalabilmesidir.

Bunun da yanı sıra fiilen "egemen" bir bürokrasi sınıfının hiç bir üst kurumla denetlenemezliği ifade edilmek istenmekte sanki? Mesela sık sık AİHM davaları için "ülkesini şikâyet" etmek lafı sarf ediliyor. bundan kast edilen "Kolun kırılıp yen içinde kalması, yurt içinde her ne haksızlık yapılırsa yapılsın bunun hiç bir yabancıya aksettirilmemesi"...
Dünya ile alışverişi olan bir milletin hiç bir üst kurumla ilişkisinin olmaması mümkün mü?

Bağımsızlık, yapılan işlerin hiçbir genel geçer kurala göre yargılanmamsı demek midir? Anayasası'nda uluslararası hukuka uygunluğu kabul etmiş, uluslararası antlaşmaları ve sözleşmeleri "kanun" hükmünde sayan bir milletin bundan dolayı bağımsızlığını kaybettiğini söylemek anlamsızdır.

Burada perde arkasında siluetini gördüğümüz şu hakikatle karşılaşırız:Özgürlüğümüz korumak dışında bize müdahale eden her zor kullanıcı aslında birbirinin aynıdır. Çünkü bu durum bir hak ihlalidir ve suçun milliyeti olmaz.Farklılıklar barındırmayan, tamamen benzer fertlerin kendilerini neredeyse tamamen diğerlerinden ayırabildikleri bir toplum tasavvuru arzu edilebilir midir? Günümüzdeki bağımsızlık taleplerinin yanlış meşruiyet gerekçesi maalesef tam da budur. Sadece arzu etmek bütün bağımlılıklardan kurtulmaya yeter mi?Eğer bir toplum, hukuka değil de zora dayalı şekilde sürdürülüyorsa belki… Ama bunun dışında kesinlikle hayır.
Çünkü hukuka dayanan beraberliklerde toplum nitelik açısından aynileşmeye dayanılarak değil, hukuka herkesin bağlılığı, devletin hukuksal birliğini, hukuk sağlayıcı birliğini kabul esasına göre yaşıyor demektir.

Bu durumda insanlar hür demektir.Bağımsızlık talebinin benzerliğin otarşisi olarak ortaya çıktığı durumlarda ise genellikle hedeflenen yapı demokratik olmaktan ziyade otoriterdir. Çünkü ayrılma sebebi farklılık olan bir topluluğun var oluş sebebi de aynılaşmadır. Bu durumda hedef, bağımsız birim içinde fertlerin temel haklarının teminatı değil, benzerliğin korunması olacaktır. İşte bu noktada siyasi bağımsızlık taleplerinin yan etkisi bize böyle kötü bir sürpriz yapmaktadır.Bağımsızlığın fert temelinde tanımlanması gerekir. Bu bize hem hukuk devleti için gerekli temel haklar bağlamını kazandıracak hem de toplumun en küçük benzerlere kadar parçalanmasını engelleyecektir.

Benzerlerin en küçük otarşisi, toplumsal anlamda ırkçılığa siyasi anlamda da faşizme sürüklenmek demektir.İşte bu şartları gözden ırak tutarak bağımsızlıktan bahsetmek hem yurt içinde onun yıpranmasına ve hukuk birliği yerine keyfi devlet zorunun güçlenmesine hem de farklılıkları bir arada yaşatacak hukuk birliği idealinin sönmesine yol açacak ve ciddi toplumsal ayrışmaların/ çatışmaların doğmasına sebep olabilecektir.

Hiç yorum yok: