26 Temmuz 2023 Çarşamba

Simgesine Yandığım Söylemine Kandığım

 


Simge bir özetleyicidir.

 

Çok mu sıkıcı bir felsefi giriş oldu?

 

Hadi daha anlaşılır yazalım: Simge bir şeyleri anlatmanın en kısa yoludur. Yani Fenerbahçeli olduğunuzu göstermek isterseniz bir Fenerbahçe forması giyersiniz. Hiçbir



Beşiktaşlı, sevdiği renkleri taşıdığı için FB forması giymez.

 

İyi de birilerine bir şey göstermek zorunda mıyız? Evet… Yani bunun kaçarı yoktur…  Neden kaçarı olmasın ki ama değil mi? Duvar gibi suratlarla tek tip elbiselerle dolaşsak olmaz mı meselâ?

 

Cık! Olmaz! Neden mi çünkü biz toplumlaşmaya ihtiyaç duyan bir türüz. İnsan yanında biri olmadan çok yaşayamıyor. Bunu o muhteşem ekonomik Marksist analizlerle falan açıklamayacağım.

 

İnsan yalnız olamıyor. Kendisine benzeyen başka insanlarla bir arada olunca mutlu oluyor. Bence bundan daha derin bir izaha girişmenin gereği yok.

 

Tamam da kendisine benzeyenleri nereden bulacak, değil mi ya? Evvelâ kendisinin neye benzediğini göstermeli ki benzerlerinin olup olmadığını görebilsin değil mi ya?

 

O yüzden de inandığı şeyleri gösterecek İncil, Tevrat, Mızraklı İlmihal, Risale, yemek kitabı, emlak rehberi gibi şeyleri yanında taşımamak için bunlara inandığını gösteren küçük şeyler taşır. Böylece meselâ boynuna haç takmış birinin vakt-i zamanında Kudüs için savaşan Haçlıların haklılığına inandığını anlayabiliriz.

 

Eh… Tabii bunları böyle gösterirken de yaşantımızla da simgelerimizi destekleriz ki aynı simgeleri taşıyan benzerlerimizin hakkımızdaki beklentilerini boşa çıkarmayalım. Neden? Çünkü onlara “Yahu ben amuda kalkarak yürüyorum ya siz de öyle yürüdüğünüz için sizinle beraberim. Ayaklarım üstünde yürürsem, sizden ayrılmış olurum!” demiş oluruz.

 

“Hukuk devleti” denen kurallar devletinde, insanların popolarının üstünde mi yoksa amudda mı yürüdüklerinin bir önemi yoktur. Bu onların seçimidir. Amutta yürüyenler cemaatini oluşturmaları da onların seçimidir.

 

Amma… Bir kere amutta yürüyenlere katılırsanız artık onların arasında başka türlü davranamazsınız. Çünkü amutta yürüyenlerin benzerliklerini korumak onların kendi içlerindeki görevidir.

 

Eğer herkese benzerlerse artık ayrı bir cemaat/topluluk olamayacaklardır. O zaman da “benzerliğin” bir önemi kalmayacaktır. Çünkü o zaman cemaati, diğerlerinden ayırt etmek ama cemaattekiler için daha önemlisi cemaati diğer herkesten ayırmak mümkün olmayacaktır.

 

İşte bu benzerlik/farklılık ikileminde kime benzeyip kime benzemediğimizi birbirimize simgelerle anlatırız.

 

O yüzden dolayıdır ki hiçbir simge  bağlamsız olamaz.  Bağlam nedir? Bağlam simgenin gösterdiği ve birbiriyle bağlantılı unsurlar bütünü. Bu yüzden de meselâ hiçbir Hıristiyan şimdi Ortadoğu’da Müslüman üniforması olan türbanı takmaz.

 

Geçenlerde diskoda  kendinden geçerek dans eden Türbanlı bir kızın videosuna rastladım. Olaya temel haklar açısından bakınca sorun yok. Sorun, kızın kabullendiği normların ve değerlerin, onun yaptığıyla bağdaşıp bağdaşmaması. “Sana ne kardeşim? Bağdaşır bağdaşmaz!” diyebilirsiniz ama o hanım kızımız inandığını yaşamak istediğini gösteren bir simge takıyor: Türban.

 

Daha da önemli sorun şu ki onun inandığı gibi yaşamasını simgeleyen türbanla yaşadığı şey çelişiyor. Oysa kızımız o simgeyi, kendisini başkalarında ayıran, başkalarına dini gösteren bir şey olarak takıyor. Dahası bu simge, onu taşımayanları "gayrımüslim" olarak ayırmaya yarıyor.

 

Yine de “Sana ne? Seni Müslüman saymıyorsa bu onun sorunu!” diyebilirsiniz. İşte orada zurnanın zırt dediği yere geliyoruz.

 

Çünkü türbanlı hanım abla sadece inandığı gibi yaşamak istemiyor. Başındaki simge bize, onun inandığı gibi yaşamamız gerektiğini söylüyor.

 

Yani artık o simge salt bir benzerlik arayışını göstermiyor, o simge, Türk Milleti’ni akılcı, beşeri, ulusal bir devletten koparmak arzusunun aleni ifadesi haline geliyor.

 

Üstelik de hanım ablamız bunu diskoda, simgenin dışladığı  “gayrımüslimler” gibi yaşayarak yapıyor.

 

Dini simgelerin içinde bizim anladığımız şekilde bir insan hakları, özgürlük, hukuk devleti bağlamı yok… Yani Türkçesi: Şeriatçılar inandıkları gibi yaşadıklarında, şeriatçı olmayanların yaşamaları artık mümkün olamıyor.  

 

Ulus devletini, laikliği, hukuk devletini boğmayı inancının gereği sayanların bunu açıkça belli eden simgelerle dolaşarak yok etmek istedikleri laikliğin  getirdiği inanç hürriyetinden yararlanması, size tuhaf gelmiyorsa sorulacak başka bir soru kalmıyor.

 

 

Hiç yorum yok: