15 Eylül 2018 Cumartesi

Seçmediğimizi Sevmiyor Muyuz?



Annemi Ben Mi Seçtim Birader?

Herhangi birinize annenizi sevip sevmediğinizi sorsam muhtemelen bunun saçma sapan bir soru  olduğunu söyler, gülersiniz.

Annenizi seçip seçmediğinizi sorsam,  muhtemelen bunun da saçma sapan bir soru olduğunu söylersiniz.

Annenizin sizin için en iyi anne olup olmadığını sorsam, bundan hiç şüpheniz olmadığını söyleriniz gene muhtemelen. Oysa sizinkinden çok daha aydın veya çok daha zengin anneler vardır.

Aynı şeyleri babanız için de düşünürsünüz, değil mi?

O halde bir adım daha ileri gidelim. Babanızın cinayetten, dolandırıcılıktan ya da hırsızlıktan hapse girdiğini düşünün. “Bunları yaptığına göre artık benim babam değilsin!” mi dersiniz? Yoksa cezası  müddetince ona destek mi olursunuz?

Peki bütün bunları neden yaparsınız? Ne dünyaya gelmeyi ne de birilerinin evinde onlara muhtaç bir çocukluk   geçirmeyi seçmişken… Bir takım yabancıların sizi dünyaya getirerek bir sürü mücadelenin içine sokmasına  neden razı olursunuz?

Montesqiue, “ İnsanoğlu yaptığı kanunlar kadar yapmadığı kanunlara da uyar.” demiş.

İnsanoğlu doğanın elinde bir oyuncak değildir. Yaratılışının kaçınamadığı yönlerine uyar. Fakat bunu yaparken doğasının bu yönlerine bir anlam  ve değer de verir.

İşte bu anlam ve değer vermek insanın mensubiyet duygusunun ve bilincinin temelidir. İnsan ailesini yalnızca kokusuyla tanımaz. Bir insan ailesini hayvanlarla paylaştığı sevgiyle sever fakat ona aynı zamanda bir tarih ve süreklilik de yükler. Söz gelimi hepimiz dedelerimizin başarılarıyla da öğünür ve böylece ailemizin diğer ailelerden farkını ortaya koymağa çalışırız.

İnsanlar beraberliklerini yalnızca aileleriyle sınırlamaz. Ailelerin birbirleriyle benzer olanları gitgide genişleyen bir çerçevede daha büyük beraberlikler geliştirir. Bunun temeli belki hayvansal ihtiyaçlar belki de insanın kendine özgü hayatta  hayatta kalma şeklidir. İnsan  bu beraberlikleri de  kendi seçimi ile yapmaz.  Çünkü ailelerin doğal benzerliği ile ailelerin beraberliği adeta hayvansal bir uyumla  kendiliğinden gerçekleşir.

Fakat az sayıdaki insan beraberliği bu aşamanın ötesine geçer. Kabileler, aşiretler veya kavimler genellikle “doğal benzerliklerden” kaynaklanan, “zorunlu” beraberliklerdir. Bu toplulukların hiç birinin üyeleri, bu topluluklara üye olmayı kendileri seçmedikleri halde gene  onların birer üyesi olmaktan mutluluk ve gurur duyarlar. Herhangi bir topluluktan olmanın gurur ve mutluluk yaratması yalnız insana özgü bir durumdur, çünkü bu duyguları bize öğretilen mensubiyet şuurundan alırız.

Az sayıdaki topluluklar ise hayvansal koku-doku benzerliğinin ötesine geçer ve artık  doğal benzerliğin ötesinde “değer benzerliği” ile ilgilenmeğe başlar. Bu şekilde insanların bir kısmı, artık doğanın bizi  kendiliğinden ittiği beraberliklerimizin ötesinde iradi ve kurala dayanan beraberlikler “icat eder”. Bu icat edilmiş beraberlikler,  savaşla ya da başka sebeplerle meydana getirilen siyasi birliklerin uzun süre devam ettirilmesiyle  bu kez başka bir “kendiliğindenlikle”  hayvansal koku-doku benzerliğinin ötesinde bir değer paylaşımı gerçekleştirilmesi sonucunu doğurur.

Hiç kimse kendi ailesini, aşiretini, kabilesini, kavmini ve ulusunu seçerek doğmaz ama ya beraberliğini hayvansal/doğal benzerliğe dayandıran toplulukların   veya  değer paylaşımına dayalı icat edilmiş beraberliklerle oluşturulmuş ulusların içine doğar.

Böylece her birimiz aslında mensup olmayı seçmediğimiz ama bir kez  üyesi olunca  bu üyeliğin taşıdığı değerleri bize aşılayan toplulukları sever ve bu toplulukların daha farklı, daha üstün olduğunu düşünmeğe başlarız. Dünya medeniyetine hemen hiçbir katkısı olmayan en küçük etnik toplulukların bile kendilerine hayali imparatorluklar kurmaları bu yüzdendir.

Bu durumda mensubiyet bilincinin bizim için kaçınılmaz ve doğal olması neden kötü olmalıdır? Milliyetçiliğin, insanın  seçmediği bir millete duyduğu sapkın ve aşırı bir bağlılık olduğunu söyleyenler yanılmakta mıdır? Ya da meselâ Kürt, Çerkes, Laz, Ermeni mensubiyet şuurları, bunların bireyleri için  seçilmemiş topluluklara üye olmaktan duyulan sevgiyle açıklanabilirken  Türk Ulusu’na mensup olmanın Türk’lerde yarattığı sevinç ve gurur insanlık dışı mı sayılmalıdır?

Seçmediğimiz beraberliklere duyduğumuz sevginin doğallığını anlasak da bunlardan hangilerinin insanın varoluşuna daha uygun olduğunu başka bir yazıda düşünmeliyiz.

Hiç yorum yok: