20 Ocak 2017 Cuma

Kürt Görünürlüğü Ve Muhtemel Sonuçları



Önce bir azınlığın ifade özgürlüğü sorunu gibi ortaya atıldı. Sonra  “görünür olmak” diye ifade edildi. En sonunda “egemenlik paylaşımı” ve bağımsızlık noktasına taşındı.

Bahsettiğimiz  şey, “Kürt Sorunu”.

Kürt  Sorunu  aslında, Türk uluslaşması içine dahil edilmiş bir  etnisitenin durumu hakkında, bilgisizce  bir talepten ibaret.

Bu bilgisizlik  en başta Türkiye dışındaki Kürt topluluklarının toplumsal durumları hakkında .

Kürtlerin bu ülkelerdeki resmi konuları ayrı bir tartışma konusu. Çünkü her ülkenin kendi kuruluş biçimi var   ve kimi azınlık, kimi ulusal çoğunluk sayacağın belirlemek o ülkenin kurucu ulusunu ilgilendiriyor. Zaten bu durum, politik rüzgârlara göre ani değişebiliyor.

Meselâ İran’da Kürt azınlığın Kürtçe eğitimine izin verildiği söyleniyor ama Kürtlerin bağımsızlığa yönelik en ufak bir silahlı direnişi en sert şekilde  eziliyor.

Bunun yanı sıra  Türkiye dışındaki diğer Ortadoğu ülkelerinde Kürtler topluma karışamıyor. Onlar ne Arap ne Fars sayılabiliyor. Araplar ve Farslar, Kürtleri kendileriyle karışmaması gereken bir tür ikinci sınıf kabile olarak görüyor. Dolayısıyla bu ülkelerdeki Kürt okulları bizde sanıldığı gibi “silâhlı Kürt yiğitlerinin korkusuyla” verilmiş haklar  falan değil. Bu haklar, “zararsızlıkları” sağlanmış ya da toplumda karışması kesin şekilde engellenmiş  canlılara verilmiş lütuflar olarak görülüyor. Dahası, ABD’nin eliyle semirtilmiş ve şımartılmış Kürt  Bölgesi  yönetimi,  Arap yöneticilerin ve halkının nefretini fazlasıyla üstüne çekiyor. Kürtler ABD eliyle egemen kılınmış şımarık petrol zengini rolüne kendilerini kaptırmış görünüyorlar. Buna bir de artan gayri meşru Kürt silâhlanmasını eklersek Kürt sorunu “kaset çıkarmanın” çok ötesine geçen, uluslararası bir belâ haline geliyor.

Ortadoğu’da dört ülke Kürt sorunundan mustarip. Bunlar içinde Kürtlerin resmen “uluslaşmaya” dahil edildiği tek ülke Türkiye. Türkiye “ulus” toplumsal birimi dışında bir toplumsal birimi, siyasal egemenlik kullanıcısı olarak  tanımıyor.

Bu tercih isabetli midir, değil midir? Şimdiye kadar isabetli olduğu görülüyor. Çünkü Kürtlerin siyasi anlamda “görünmez kılınması” diye yorumlanan  bu tercih, onların  toplumda da uluslaşmış, “değerdaş” bir topluluk olduğu algısını yaratmıştı. Bu yüzden herhangi birinin Kürt olmasının da Türk toplumunda bir önemi kalmamıştı.

Şimdi deniyor ki  “Biz Kürtüz!” demek istiyoruz. Elbette denebilir, neden denmesin?

Sorun şu ki bu güne kadar uluslaşmayla kendi arasındaki bütün cemaatleşmeleri, kabilecilikleri aştığını düşünen bir topluma “ Hayır ben sende ayrı ve sana denk bir toplumum!” denmesinin yaratacağı sonuçlar hesaplanmış değil.
Her şeyden evvel “Türk Ulusu”, bir “değer toplumu”. Yani ortak değerleri bütün kabile, kan, soy vs bağlantılarının üstünde gören bir toplum. Yeterli seviyede olmasa da “değerlerin” üstünde uzlaşılacak en önemli ve değerli/kıymetli/pahalı  varlıklar olduğunu anlayabilecek durumda.

Böylesi bir toplumun üyesi olmak demek, uygarlık üretimine doğrudan katılmak, uygarlığı meydana getiren büyük beraberliğin ayrımsız bir üyesi olmak demek. Çünkü uygarlık, ancak kurallı, değere bağlı ve kural tanıyan insan beraberliklerinin yaratabildiği bir şey.

Bu şartları sağlayabilen tek toplumsal birim de “ulus”/”millet”.

Peki bu açık gerçeklere rağmen Kürtlerin “görünür olmak” iddiası ne anlama geliyor. Şu anlama geliyor: “Biz Türk’ten ayrı bir ulus olarak resmen tanınmak ve egemenliğe ortak olmak istiyoruz.”

Şimdilik resmi bir Kürt egemenin tanınması imkânsız. Şimdilik diyorum çünkü yarın bütün hukuk istismarlarıyla rejimimiz yıkılır da diktatörlüğe geçersek bu da gerçekleşebilir.

Bu gerçekleşmese dahi Türk denen uygarlık yaratıcısı büyük kültür sahibine denk bir Kürt  ismi tanınacak olursa Türk toplumu artık karşısında “kız alıp kız verdiği” bir topluluk görmeyecek. Böyle bir şey gerçekleşirse Kürtler Irak, Suriye ve İran’daki gibi “görünür” hale gelecek. Dahası bu gerçekleşirse Türk toplumu bu “görünürlükteki”, “Kürt silahlı tehdidini” artık doğrudan doğruya Kürt topluluğuyla özdeşleştirebilecektir.

Şu kesin şekilde bilinmeli ki Kürtler kendileriyle ilgili ifade hürriyeti tartışmalarını, Türk toplumundaki demokratik bir arayış olarak görmüyor. Bu ifade hürriyeti tartışmalarını, doğrudan doğruya Kürt silahlı terörünün bir kazanımı olarak görüyor.

Dolaysıyla Türk’e rakip ve denk bir Kürt toplumundan bahsettiğiniz anda karşınızda , “bu topraklara talip olan bir yabancı toplum” bulacaksınız.

Bunun siyasi yansımaları, hukuki tartışmaları bir yana ama Türk  Ulusu, böylesi bir egmenlik ve toprak paylaşımı tartışmasını Kürtlerin sandığı kadar “korkakça” karşılamayacaktır. Çünkü özellikle “süreç” denen ihanet politikasıyla etnik terör ve ondan nemalanacağını ümit eden büyük bir Kürt kitlesi, ciddi anlamda şımartıldı, ümitlendirildi.

Bütün bu tartışmalara Kürt etnik terörü damgasını vurdu. Dolayısıyla Kürt kimliğinin belirlenmesinde inisiyatifi Kürt etnik terörü ele geçirdi. Bunun Türkçesi PKK, artk her Kürt’ün birer PKKlı olarak görülmesi gerektiğini sözde siyasi oluşumlarıyla da topluma kabul ettirdi.

Bu noktada “ etnik siyaset”, Kürt topluluğunu, uluslaşmayla uzlaştıran bir barış yönetimi olmak yerine Kürt etnik terörünü meşrulaştıran bir tür hukuki  manivela oldu. Habur rezaletinde , siyasi İslamcılar bu manivelayla   ulusal egemenliğin hukukî  muhafazasını kırdı.

Bütün bu olanlar gerçekten Kürtleri “görünür” kıldı. Fakat gerek Türklerin gerekse Kürtlerin karşılıklı cehaletleri, bu  görünürlüğün bedelinin anlaşılmasını engelledi. Bu görünürlüğün bedeli Kürtlerin, İran, Irak ve Suriye’deki gibi “tahammül edilebilir yabancılar” olduğu kanaatinin toplumda belki de kalcı olarak yerleşmesi oldu.

Kürtlerin “tahammül edilebilir yabancılar” olduğu kanaatinin yerleşmesi ne gibi sonuçlar doğurabilir? Bir kere adları açıkça Kürtçe olanların, artık  kendilerini “ortak egemen” olarak gören Kürtçü ve dolayısıyla PKK yandaşı ailelerden geldikleri düşünülecektir. PKK’ya sempatizan olmak, bu ülkede saysız kanlı eyleme imza atmış, Türk düşmanı,  bölücü bir örgüte yandaş olmak anlamına geldiği için de  “Kürt görünürlüğü” hiç de sanıldığı gibi “kardeşlerimizi tanımakla” falan sonuçlanmadı. Kürt görünürlüğünün tek sonucu, içimizdeki Kürtlerin, İran’ı, Irak’ı ve Suriye’yi bölmeye çalışan soydaşlarıyla aynı  bilinci paylaştığının “görünmesi” oldu.

“Kürt siyasetinden” bahseden herkesin asıl niyetinin siyaset yoluyla PKK’yı meclise sokmak olduğu kanaati kemikleşecek ve bu da uluslaşmayla barışık  sağlıklı bir etnik siyaset ihtimalini kesinlikle ortadan kaldıracaktır.

Daha önemli  ve yaygın sonuç ise Kürt oldukları bilinen insanların istihdamında ve onlarla yapılacak ticarette ciddi azalma yaşanabilecektir ki  “PKK halk, halk PKK!” sloganıyla yaygınlaştırılan etnik terör yandaşlığı işe alınan her Kürt’ün işe zarar verebileceği, Kürtlerden yapılan her alışverişin PKK’yı beslemek anlamına geleceği kanaati kemikleşebilir.

Buraya kadar olanlar  dar bir çerçevede düşünülmüş olabilir ama daha yaygın sorun, Kürt kökenli yurttaşlarımızın seyahat ve yerleşim konularında yaşayabilecekleri  toplumsal kısıtlamalar olabilecektir. “Madem Kürtsün, demek ki PKKlısın!” algısı bir kere yerleştiğinde, herhangi bir Kürt’e ev ya da  dükkân kiralamanın doğrudan PKK’ya yataklık etmek riski taşıdığı kanaati yerleşebilir.

Sorun şu ki “görünürcüler” veya süreççiler, bu muhtemel sonuçların asla gerçekleşmeyeceğinden emin davrandılar ve  bütün inisiyatifi PKK’ya devrederek ondan bir minnettarlık umdular.

“ Ama her Kürt PKKlı değil!”ci  iyimserlere iki şey söylemek isterim:

Kendi tecrübelerime göre  yaklaşık on Kürt’ten sekizi  bölücü fikirler taşıyor.

 İstisnalar da kaideleri kesinlikle bozamıyor.

Yani sorun ondan kaçtığınız zaman, ortada kalkmıyor.















3 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Sayın Yazar, kürt sorunu demeden kürt topluluğu ile artık özdeşleşmiş olan pkk terörünün kürtler ve Türk Milleti açısından muhtemel toplumsal sonuçlarını çok anlaşılır bir biçimde özetlemişsiniz. Ellerinize sağlık.

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Toplumsal dedim, çünkü siyasi bir sonucu olmasına Türk Milleti izin vermeyecektir.

Afşar Çelik dedi ki...

Derya Hanım,

Dikkatli okumanız için teşekkür ederim.

" Kür sorunu" söylemindeki inisiyatif diktası da aslında, üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir konu. Bu konuyu düşündürdüğünüz için teşekkürler.

Gerek yazılarınız gerekse yorumlarınızla verdiğiniz destek için çok teşekkür ederim.