16 Temmuz 2015 Perşembe

Siyaset Biliminde Bağlamsal Eksiklik Açısından Demokrasiye Bakış


Demokrasi şirketlerin egemenliği değildir.
Öyle görünüyor ki  siyaset bilimi çalışmalarında yönetim biçimlerinin inceleniş tarzında ciddi bir eksiklik var.

Bu eksiklik de yönetim biçimlerinin kendi başlarına var olabildikleri kabulüne dayanıyor. Belki de bunu siyaset biliminin  yöntembilimindeki etkileşimsizlik olarak görmemiz gerekiyor.
Kuram  kavramlarla uğraşır. Kavramların kendi içindeki tutarlığı bize onun anlamını verir.
Sorun şudur ki kavramlar başka kavramlarla belli bağlamlarda ilişki içindedir. Bu ilişkiler onların günlük hayatta olgular olarak karşımıza çıkmasına yol açar.

Kuramdaki meydana gelen ve pratik/teorik sanal ikilemine yol açarak doğrunun bulunamayacağını kafamıza yerleştiren de  bu bağlamları görmekteki eksikliğimizdir.
Örneğin demokrasinin insanoğlunun geliştirebildiği en gelişmiş  yönetim biçimi olduğu sık sık söylenir.

Demokrasinin tanımı, yani anlam bütünlüğü içinde  bu düşünce  doğrudur.
Öyleyse adı “demokratik” olan pek çok totaliter yönetimi bu anlam ile nasıl açıklamalıyız?
Acaba demokrasinin anlamı mı yetersizdir? Yoksa aslında demokrasi yalnızca bir hayal midir?

Bu iki soru adına diyalektik denen uydurma mantıkla cevaplanmaya çalışılmış ama ona da bir çözüm getirilememiştir. Diyalektik her şeyin zıttıyla bir arada olduğunu söyleyerek anlamların ancak bir zıt kavramla birlikte anlaşılabileceğini söylemiştir. Unuttuğu şeyse zıt saydığı kavramların kendi mutlaklıklarını/ metafiziğini kabul etmeksizin zıtlık ilişkisinin anlamsız olacağıdır.
O halde  demokrasi ile ilgili atladığımız  nokta nedir?

Bu nokta siyaset biliminin, kavramlarını, hukuk ve sosyoloji gibi diğer çalışma alanlarındaki kavramlarla ilişkilendirmek noktasındaki eksikliğidir.
Bu bağlamsal bir eksikliktir. Bu bağlamsal eksiklik, kavramların, olgular halinde ortaya çıkış aşamasındaki farklılıkların sebebidir.
Demokrasinin bütün dünyada geçerli standart bir tanımı olmakla beraber meselâ Alman ve Amerikan demokrasilerinin ortaya çıkışında, uygulanışındaki farklar nasıl açıklanmalıdır? Veya Kuzey Kore Demokratik Cumhuriyeti, arzu edilir bir demokrasi örneği midir?
Bu noktada somut örneklerin incelenmesinde dikkat edilmesi gereken temel nokta sosyolojik incelemedir.
Neden böyledir? Çünkü demokrasi gökten kendiliğinden inen ve kullanıma hazır  bir pasta vs değildir. Çünkü demokrasi insanlar tarafından sürekli denetlenerek kullanılması gereken bir yönetim biçimidir. İnsan iradesi olmaksızın demokrasinin kendi başına ve hele düzgün biçimde işlemesi mümkün değildir.
O halde demokrasiyi işleten insan iradesinin kendi işleyiş biçimi göz önüne alınmaksızın, demokrasinin işletilmesindeki pratik aksaklıkları anlamamız mümkün olmayacaktır. Ki bu da bizi doğrudan “kültüre” götürür.
O halde demokrasinin üzerindeki kültürel parmak izi için de sosyolojiye ihtiyacımız ortaya çıkmaktadır.
Söz gelimi Kuzey Irak’ta Kürdistan olduğu düşünülen bölgede bir Kürt aşiret ağası tek başına bölgeyi yönetmektedir. Belki kâğıt üstünde başka partiler de var olmasına rağmen Kuzey Irak, fiilen bir aşiret diktasıdır. Bu diktanın başındaki Kürt aşiret reisinin bu güne değiştirilmesi dahi düşünülmemiştir.
Oysa demokrasi, halkın kendi yöneticilerini barışçı seçimlerle  özgürce değiştirebildiği yönetim biçimi olarak bilinir.
Bu tanımdaki “halk” terimi, anlaşmazlıkların görünmez tetikleyicisidir.
Çünkü “halk” teriminin , bize hangi toplumsal yapının içindeki siyasi özneden bahsettiği belirsizdir.
“Halk” genel anlamda bir ülkedeki günlük hayatta beraber olan bütün insanları ifade eder.
Bu ise şu noktada belirsizdir. Bir ülkede yaşayan insanların hangi toplumsal aşamada bir arada bulundukları bilinmedikçe, “halkın”, bir ulusal yapıya mı yoksa bir kabileye mi mensup olduğu da bilinmeyecektir.
Bu meselâ demokrasi için neden önemlidir?
Ulusal yapılarda uluslaşma, bireylere aile, aşiret, kabile, kavim mensubiyetlerinin çok daha üstünde bir değer beraberliğinin aşılanmasıyla meydana gelir. Herhangi bir Türk çocuğu için Türk olmak, ailesi ne kadar geniş olursa olsun, koskoca bir tarihin, büyük bir dilin, övünülesi işlerin  adalet sağlayıcı bir toplumun parçası olmak anlamına gelir.
Oysa bir Kürt çocuğu için Kürt olmak en fazla  büyük bir aşiretim  mensubu olmaktan ileriye gidemez. Çünkü Kürt toplumsal yapısı, değer üretmekten ziyade  fiziksel güçle  var olmaya dayanan bir yapıdır. Bu yüzdendir ki Kürtleri uluslaştırmaya çalışanlar, yıllardır, boşuna bir tarih ve dil meydana getirmek için uğraşmaktadır.

Bu demokrasi açısından ne anlama gelmektedir?
Şu anlama gelmektedir ki herhangi bir Türk demokrasiye, edindiği toplumsal değerler ile çok daha geniş  bir anlam verecek, onu daha geniş bir bağlamda değerlendirecektir.

Oysa bir Kürt için demokrasi, ancak fiziksel güçle dünyada var olabilen aşiretinin, parmak sayısıyla devlet denen zor kullanma aygıtını yönetmesinden öte bir anlam taşımayacaktır. Kürt etnikçisi partilerin, demokrasiyi ancak parmak sayısı kadar anlayarak ülkeyi buna dayalı olarak biçimlendirebileceklerini sanmalarının sebebi de bu ilkel anlayışlarıdır.

Demokrasinin insan hakları, hukuk devleti, kanun önünde eşitlik  gibi kavramlarla ilişkilendirilebilmesi ancak onun  kimin tarafından daha doğrusu   hangi toplumsal yapı tarafından, nasıl anlaşıldığına ve nasıl işletildiğine bağlıdır.

Demokrasinin sağlıklı işletilebilmesi  ancak onun içerdiği “değerler”  takımının  anlaşılabileceği, değere dayanan toplumsal yapılarda mümkündür ki dünyadaki örnek demokrasilerin istisnasız ulusal devletlerde yaşatılıyor olması bunun kanıtıdır.

Bu yüzden siyaset bilimi  incelemelerine girişmeden önce inceleme konusu olan ülkenin toplumsal yapısı dikkatle araştırılmalıdır. Bu araştırılma yapılmaksızın ilgili ülkede kavramlarımızın ne tür olgulara dönüştüğünü anlamamız da mümkün olmayacaktır.



Hiç yorum yok: