Gün gelir eski kabile mensubu
yaşadığı büyük şehrin bir mahallesinde
tanıdığı insanlardan ayrı durmayı seçen bir grup görür ve birden aklına
kendi kabilesi gelir. Aynı şehirde yaşayıp da şehir hayatına girmemek isteyen
bu insanlar ona anlaşılmaz gelir.
Bu kabilemsi grubun, gördüğü
çoğunluktan ayrı bir nüfus yapısı olduğunu sezer. Onlar çoğunluk içinde
kendilerini ayırmaya da kalksalar, polislerle bakkallarla, doktorlarla aynı
şekilde karşılaşmak zorundadırlar. Eski
kabile çocuğu başka türlü bu büyük kabilenin yaşayamayacağını anlamaya başlar.
Bu ne demektir?
Demokrasi, bir toplumun her ferdinin
yöneticileri barışçı seçimlerle değiştirmek için eşit hak sahibi olduğu yönetim
biçimidir. Burada “her fert” derken “her” niceleyicisinin, birbirine büyük
ölçüde benzeyen, bir büyük toplamın homojen parçalarından her biri anlamına geldiğini belirtmeliyiz.
Demokrasi, insanları yönetimde
eşit pay sahibi ve sorumlu kılar.
Bu aslında hukuka dayalı bir
beraberliğin sonucudur. Çünkü bir toplumda her bir bireyin ( yani o toplumun
özelliklerini kendisinde gösteren her
bir parçanın) hak ve sorumlulukları , bu
bireylerde benzeşmeye imkân veren değerler takımına dayandırılmazsa, tanımsız
ve anlamsız hale gelir.
Bu yüzdendir ki demokrasi bir
toplumda insanların hangi kabileden geldiğiyle ilgilenmez. Bir toplumda
demokrasinin gereği, gelinen yer ve köken ne olursa olsun, bize yönetim erkini
sağlayan/temin eden büyük toplumsal beraberlikle yani ulusla aynı değerler
takımını paylaşmak ve bu toplumsal yapının sürdürülmesi için kurallara
uymaktır.
Bütün bu bahsettiklerimiz de
ancak ulusal bir devlette meydana
getirilebilir.
Bu yüzden ulusal bir devletin
sağladığı değerler ve imkânlar takımlarını kullanıp da kendi kabilesinden
başkasını tanımayacağını, dolayısıyla büyük toplumun yönetim erkini inkâr etmek doğrudan düşmanlık
olarak kabul edilir.
Yani hiç kimsenin, millî bir
servetin imkânlarını kullanarak o servetin yaratıcısı milleti reddetmeye hakkı
yoktur.
Kabile hayatını şehirde
sürdürerek şehrin/ ülkenin
yaşantısından ayrı bir kabile belediyesi kurmaya çalışmak demografik bir
unsurun, demokratik bir çoğunluğa karşı savaş açması demektir. Çünkü bu
durum şehri /ülkeyi kuranların kuruculuk
haklarını reddetmek anlamına gelecektir.
Bugün Türkiye’de etnik ırkçıların
ve şeriatçıların, liberallerin ideolojik desteğiyle savundukları yapı, kabilelerin kendi başlarına yaşadıkları
ama milletin servetini de sorumsuzca harcayabileceği bir kabileler
konfederasyonudur ki bu "Birbirlerine
soyut değerleri benimseyerek benimsemiş ulusa mensuplarının egemenliği”
anlamındaki demokrasi yerine , demografik unsurların her birinin oy sayısı nispetinde mili serveti harcayıp
egemenliği keyfice kullanabilmesi anlamına gelir ki buan demokrasi denmez ancak
“demografikrasi” denebilir.
Demografikrasi, bir büyük toplum
olan ulusun, kabilelere bölünmesi anlamına gelir ki o zaman da insanların bir
arada bulunmalarını sağlayacak hiçbir ortak değerler takımı sağlanamayacaktır.
Demografikrasi, insanlığın ortak
değerlerinin yerine , kokusunu ve dokusunu tanımadıklarını yok etmeyi var
olmanın tek biçimi olarak sayan ilkel toplumsal yapıların aidiyet duygusunu koymak demektir ki uzun
vadede insanlığın sonunu getirecektir.
Çoğulcu demokrasi demografik unsurların kültürel
motiflerinin varlığına izin verir ama onların büyük ulusal resmi bozmasına izin
vermez.
Bundan dolayıdır ki
demografikrasi çoğulcu bir ifade hürriyeti sağlamaz yalnızca yabancı korkusunun
resmileşmesine yol açar.
Demografikrasi, toplumu cemaatler halinde yaşayan oy
paketleri halinde görerek siyaset yapmanın sonucudur. Halkı elde edilebilir oy
paketleri olarak görmekse insanlık dışıdır.
Demografikratik partiler ulusu
inkâr ederek toplumu Kürt, şeriatçı, Roman vs oy paketleri olarak görmekte
ısrarcıdır.
Demografşikrasi toplumsal barışın
önündeki en sinsi ve affedilmez düşmandır.
Ulusal devlet olmaksızın
demokrasinin yaşatılamayacağı anlaşılmazsa ; demografikratik bir cehennemde
gücü gücü yetene bir kabileler savaşını
yaşamamız kaçınılmazdır.
2 yorum:
Benim bir baskasina guvenmemdeki ve onunla ayni yerde, belli bir ortaklik icinde yasamamin sebebi; onun benim akrabam olmasi degil, ayni kulture, dunya gorusune, ortak butunlestirici guc olan birtakim degerlere ayni duygusal baglarla bagli olmamdir. İstedigi kadar kan bagim olsun, benzer frekanslara ulasamadigim bir insanla ayni yerde yasayip bir butun olmak istemem.
Aslinda bunu biraz daha yerellestirirsek, evlilige benzetebilir miyiz? Ben dusunce yapimin uyusmadigi dayimin ogluyla evlenmiyorum da gidip farkli bir aileden, deger birligine varabilecegim, ortak kararlar alip bunlari hayatim icin uygulayabilecegim, ayni evin icinde kafa kafaya vererek belirleyecegimiz ( daha dogrusu zamanla kendiliginden olusacak ) kurallarla ayni cati altinda yasayabilecegimiz bir insani tercih ediyorum. O kisiyi gozumden sakınmamin sebebi gen benzerligimiz degil, deger birligimiz.
Hatta akraba evliliklerinin altinda da bu sebep yatiyor galliba. "Kiz yabanciya gitmesin, onu teyzesinin oglundan baska kim daha mutlu edebilir" mantigi, kabileciligin aile yapisi icindeki bir gostergesi saniyorum.
Yelizciğim, hiç bir şey söylemiyorum! Daha iyi açıklanamazdı!
Zaman ayırdığın, kafa yorduğun için sonsuz teşekkürler.
Harikasın! Sağ ol, var ol!
Dükkânı boş bırakma!
Yorum Gönder