İki, üç yıl öncesine kadar terör,
nispeten sınırlı ve kimliksiz bir mahiyetteydi.
Bölücü terörün sınırlılığı dağlarda barınmasındandı.
Bölücü terör yine Kürtler adına yürütülüyordu ama
şehirlere nüfuz edişi en azından sınırlı
görünüyordu.
Dağlar yalıtılmış yerlerdir.
Dolayısıyla dağa çıkan adam toplumdan yalıtılmayı peşinen kabul etmiştir. Dağlar, kendi başlarına yaşamak, sorumluluk
almak istemeyen, kanunlarla bağlanmaktan kaçanların sığındıkları yerlerdir.
Dağlar ancak şiddetin ve başkaldırının sahipleri için güvenlidir. Bu şiddet
bir nefs-i müdafaa için de olsa
dağların erişilmezliğinin cazibesi
değişmez.
Oysa şehirler insanların gönüllü
olarak birbirleriyle karıştıkları,
iletişime ve etkileşime en açık yerlerdir. Bu yüzden şehirlerde insanlar
öncelikle birbirlerine karşı nazik davranır ve
varlıklarına karşı muhtemel bir saldırı olmaması için daha en başta
bireysel olarak kurallara uymak ihtiyacı
hissederler. Bu karşılıklı ve ancak nezaketle ortaya konan dokun-ul-mazlık anlaşması ile karmakarışık bir ilişkiler ağı
içinde hayat, güvenle sürdürülür.
Terör örgütlerinin arzusu toplumun genelinde yaygı bir korku
dalgası yaratarak taleplerini kabul
ettirmektir. PKK da toplumun genelinde bir korku ve yılgınlık yaratmak istiyor.
Halkın genelinde meydana gelecek bu yılgınlığı
da satılmış okur yazarlarla “savaş karşıtlığına” dönüştürmeye çalışıyor. Savaş, genel olarak
kötü ise düz mantıkla PKK gibi bir örgütle savaşmak da kötü olmalı.
Ama bu işin ayrı bir yönü.
İşin hali hazırda daha vahim
yönü, terörün şehir toplumuna sızmış olması.
Etnik Kürt terörünün şehre sızması şehrin, nezaketle beliren doku-ul-mazlık kuralını ihlâl anlamına geliyor. Etnik Kürt
terörü, şehir ahalisini etnik kökenlerine göre ayırıyor ve şehrin ilişkilerini
buna göre düzenlemeye başlıyor.
Şehir yaşantısının kökeninde
şehrin, etrafında kümelendiği bir ulusal
emniyet ve adalet tekeli varken etnik Kürt terörü şehrin bu temellerini
yıkmaya yöneliyor.
İşin kötüsü artık şehir
toplumunda Kürt kökenliler de bu çabaya bilinçli ya da bilinçsiz destek
oluyor. Çünkü Kürt kökenli
yurttaşlarımız feodal ilişkiler ağını şehirde de sürdürüyor. Feodal ilişkiler
ağında ise bireysel iradelerin ve aşkın bir hukuk egemenliğinin yeri yoktur.
KCK vs denen yapılar, Kürt
etnisitesinin feodal yapılanmasının, etnik terörce şehir hayatı içinde örgütlendirilmesinden
başka bir şey değildir.
Bu açıdan Kürt etnik terörü
başarıya ulaşmıştır. Çünkü artık şehir yaşantısı içinde Türk mahkemelerini
tanımayan, Türk olmamakla övünen, Türklerle iş ilişkisi kurmaktan kaçınan,
toplumun genel değerlerinden ayrı olmayı
yiğitlik ve hak kabul eden bir etnik grup ortaya çıktı.
Kürt etnik terörü, uluslaşmanın
toplumsal alanı olan şehir hayatını
terörize ederken aynı zamanda onu Kürt ayrılıkçılığının nefret duygularıyla
zehirledi. Bugün Doğu ve Güneydoğu şehirlerinde ortaya çıkan şey bu yüzden
sadece terör örgütünün silahlı
çatışmalarından ibaret değil.
Bu şehirlerde ortaya çıkan şey,
Kürt etnik terörüyle cesaret bulan ve nefretleri bilenerek kendilerince haklılaştırılan Kürt feodal yapılanmasının
ilân edilmemiş iç savaşıdır.
Bu savaşta, Kürt etnik terörünün
en büyük kazanımı, şehir yaşantısında
kendine meşru bir zemin elde edebilmiş olmasıdır.
Bunun sebebi de devletin popülist
dinci sağ bir partinin Kürt
etnisitesine yaranarak Türk devletini dönüştürebileceğini sanmasıdır.
Şehir yaşantısının güvenlik
güçlerince derhal Kürt etnik teröründen arındırılması, bu örgütlenmenin her
türlü uzantısının toplumdan acilen ayıklanması, örgüt üyelerinin vatandaşlıktan
çıkarmak dahil her şekilde cezalandırılması için gerekli yasal düzenlemeler
yapılmalıdır. Ayrıca şehir içinde silâhlı çatışmaların kesin şekilde sonlandırılması için “Vur!” emri
acilen çıkarılmalıdır. Çünkü ister kabul edelim ister etmeyelim bu yapılmazsa silâhlı Kürt etnik terörü Doğu ve Güneydoğu
şehirlerinden ülkenin geri kalanına tahmin edilemeyecek kadar hızlı
yayılabilecektir. Bu konu zaten Oslo
ihanet mutabakatında açıkça dile getirilmişti.
Kürt etnik terörünün şehir
yapılanması derhal engellenmediği takdirde toplumsa karşılıklı nezaket ve güven
duygusu geri dönülmez biçimde tahrip olacaktır. Ülkenin bir bölümünün Kürdistan olarak ayrılması
mümkündür ama bu durumda hiç kimse,
düşmanın yandaşı olduğunu düşündüğü herhangi bir Kürt kökenli insanla nezakete
ve güvene dayanan bir komşuluk ilişkisi geliştirmek istemeyecektir. Şehrin
yarattığı uygarlık ortamının en büyük düşmanı etnik feodal Kürt yapılanması ve bu yapılanmadan beslenen
silâhlı kalkışmadır.
Bu tehlikeye karşı popülist dinci
sağ iktidar, gerekli önlemi almakta yetersiz ve hatta isteksiz kalabilir. Ama şunu unutulmamalıdır:
Türk ulusal egemenliğinin toplumsal alanı olan şehirler o şehirlerin Türk sakinlerince içinde Kürt uzlaşması olsun ya da olmasın, mutlaka
savunulacaktır, her ne pahasına olursa olsun.
2 yorum:
Şehirlere yayılan terör, yılların zihinsel ve fiziksel hazırlığını taşıyor. Şu zamanda elimize bir "imkan" daha geçti: Olayları büyümeden engellemek ve yaşam tarzımıza etkisini sınırlandırmak, sonrasında da artık son vermek...
Yoksa iç savaşa gideceğiz.
Aklınıza, kaleminize sağlık... Saygılar..
Yorum için teşekkürler. Çok haklısınız. Umarım devlet aklı da bunu düşünür.
Yorum Gönder