Sol seçmenin özellikle şu sıralar
dilinden düşmeyen söz “Bunca yıldır memleketi yöneten sağ iktidarların
Türkiye’ye zarar verdiğidir.”
Türkiye’de seçmen eğiliminin
“sağdan” yana olduğu ortadadır.
Tuhaf dikotomiler, ayrımlar ve bir fesat vasatının anatomisi |
AP, ANAP, DYP ve kısmen MHP çizgisinin şimdiye
kadar genel seçmen eğilimini temsil ettiği düşünüldü. Bu yüzden bu partiler
“merkez sağ” olarak adlandırıldı.
Bundan anlaşılan, Türk seçmeninin
“devrimciliği” yıkıcılık, aşırı müdahalecilik, geleneksizlik hatta uç sağda, dinsizlik olarak gördüğü idi. Hâlâ “devrim”
kelimesi, sağ seçmen için; sonunda geleneklerin, yerleşik bütün inançların
acımasızca ezildiği kanlı bir kalkışmadan başka bir şeyi çağrıştırmamaktadır.
Sol siyaset, tuhaf bir ısrarcılıkla
devrimciliğin, halkın genelindeki sevimsiz şedit izlenimini düzeltmek yerine bu
kelimeyle oy devşirebileceğini sanmaktadır. Atatürk inkılâplarına “devrim”
demek bile bu kelimeyi sevimli hale getirememekte aksine o inkılâplara
Leninist/Stalinist bir tür şiddet
izlenimi giydirmektedir. Ki şu anda Atatürk düşmanlarının en büyük istismar
konusu, “devrim” kelimesine yüklenen bu nefret izlenimidir.
Dikkat edilirse MHP’yi “kısmen”
merkez sağda sayarken mesela MNP, MSP, RP, FP gibi dinci partileri bu
sınıflamaya dahil etmedik.
Bu da şunu gösteriyordu:
Türkiye’de merkez sağ, lâikliğin nimetlerinden yararlanmaktan memnun, dini, kendi anlayışıyla yaşamak isteyen,
dinde aşırılığa gitmeksizin kendi geleneklerini yaşayan, adına “muhafazakâr”
diyebileceğimiz seçmendi. Bu seçmen grubu meselâ MSP çizgisini
“mutaassıp/tutucu” olarak görürdü.
Türkiye’de Ak Parti’nin bu kadar
kolay iktidara gelmesinin en büyük sebebi, kendisini “merkez sağda” tanımlamış
olmasıdır. Bu şekilde, eriyip giden merkez sağ partilerin boşluğunu yeni bir
ümitle kolayca doldurmuştur. Bir şark kurnazlığıyla kendini “muhafazakâr”
olarak tanımlayıp muhafazakâr seçmenin algı arsalarını daha en baştan “parsellemiştir”.
Bu benzetmeyi şunun için yapıyorum: Ak Parti’in üretime dayanmayan sözde
ekonomi anlayışının dayandığı belli başlı mal, gayrimenkuldür.
Ak Parti daha en başından,
seçmen algıları üzerinde haris bir emlâk
komisyoncusu gibi tasallut kurmuştur. Bu tasallutla seçmenin kafasında “sağa”
dair ne varsa kendisi sahiplenmiştir. Maalesef seçmen algıları bir kere yerleşince
on yılları bulan şartlanmalarla kendini tekrarladığından, sağ seçmen, Ak Parti’nin sağın neresinde
olduğunu hâlâ tam manasıyla idrak edememiştir.
Türkiye’de 2002’ye kadar merkez
sağ, lâikliğe bağlı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü konusunda şüphesi
olmadığı düşünülen,
“oportünist/fırsatçı milliyetçi”
diyebileceğimiz, idealizmden ziyade menfaatle güdülenen bir kitleydi.
Ak Parti, algı tasallutundan
sonra (ki bunda içinde merkez sağın eski isimlerinin de bulunmasının büyük payı
vardı) son derece şeytanî bir isabetle bu kitlenin güdülenme dinamiğini ele
geçirdi. Fakirler için makarna, bulgur, kömür , orta direk için nitelikli iş ve seçkinlik fırsatı, varlıklı
kesim ve üst bürokrasi için cemaat destekli sağlam ikbal imkânları ile toplumun
her kesiminin menfaatlerini alabildiğine
gıdıkladı hatta tahrik etti.
Böylece gerçekten de Türkiye’de
siyasetin şekli, belki bir daha kolay kolay düzelemeyecek şekilde
değiştirildi. Her kesimince
devletten/hükümetten beslenen, fakirinden zenginine kadar herkesin dilenci
haline getirildiği bir bağımlılar /müptelâlar
toplumu yaratıldı.
Liberal jargonda “dağıtımcı
devlet” denilen bu yapı bir kere yerleştirilince artık dinci Ak Parti’nin sözde
ideolojik söylemi ve kadroları, merkez sağın kendisi oldu, çıktı.
Daha sonra devlete yaratılan bu maddî
bağımlılık/iptilâ, basın yayının sürekli, akıl ve ahlâk dışı istismarıyla bir
zihnî bağımlılığa/iptilaya dönüştürüldü. En sonunda, eskiden “aşırı” olarak
nitelenerek iğrenilen dinci eğilimler “muhafazakâr” diye anılmaya başlandı.
Çarşaf, türban gibi aşırılıklar, eskinin gerçek muhafazakâr toplumunda, belli
bir azınlığın, tehdit teşkil etmeyen ve bu yüzden hoş görülen aşırılığı kabul
edilirken bu aşırılıklar, kendini “muhafazakâr” diye tanıtarak merkez sağı elde
eden Ak Parti yüzünden, merkez sağın merkezine oturdu, kaldı.
Ak Parti, halktan aldığı zahiri
ve geçici desteği, “muhafazakâr” sıfatı üzerindeki tasallutuyla basın yayın
“desteğini” arkasına alarak kendisiyle öyle özdeşleştirdi ki seçmen kitlesinin merkezindeki sağ kitleye
şeriatçılığı bir norm olarak kabul ettirdi.
Türkiye’de siyasetin eksenini
şeriata doğru kaydıran Ak Parti, şeriatçılığın Türk düşmanı ümmetçi
enternasyonalizmini de temel siyaset yapma biçimi ve hümaniter algı olarak
kabul ettirdi. Bunu yaparken etnik ırkçılardan, sosyalist ve liberal
enternasyonalist okumuşlardan fazlasıyla faydalandı.
En nihayetinde Türkiye’de
siyaset, Türk ismine düşmanlığın asgari müşterek olarak benimsendiği, bu asgari müşterek temelinde, dinci ve etnik
ırkçı vaatler üzerinden yürütülen bir
menfaat mücadelesi haline geldi.
Öyle ki lâikliği savunan CHP
etnik ırkçılara , milliyetçilik iddiasıyla yürüyen MHP de dinci/ mutaassıp
seçmene yaranmak ihtiyacı hissetti. Her iki muhalefet partisi de
“ideolojilerindeki” sünger delikleri yüzünden, bu iki Türk karşıtı seçmen
kitlesinin istismarına açık hale geldi. O yüzden Melih Gökçek’in “MHP Ak
Parti’ye katılsın, küçük büyüğe katılsın!”
fikri oldukça gerçekçi bir politik tespit olarak dikkat çekti.
Mevcut halde görünen, Türk
siyasetinde belirleyici kitlenin “merkez sağ” olduğudur.
Bütün iş merkez sağı elde
etmektir.
Fakat Ak Parti tecrübesi
göstermiştir ki asıl iş artık merkez sağın bileşimine/kompozisyonuna tesir
edebilmektir.
O halde yapılması gereken nedir?
Türkiye’de kendini antikomünist, anti
kollektivist olarak görerek sağda konumlanan, millî kaygılara sahip partilerin,
Ak Parti’nin tasallutundaki siyaset yapma biçiminden ve dinci söyleminden
uzaklaşması elzemdir. Ak Parti ile aynı dinci söylemleri paylaşarak ona
muhalefet etmek mümkün değildir. “Kamuda türban” gibi konular ne milletin
gerçek ihtiyacı ne de sağın tanımlayıcı problemidir. Bu sadece dinci siyasetin
oy devşirme yöntemlerinden biridir. Bunlarla asgari müşterekte birleşmek bile
merkez sağı, dinci Ak Parti taassubunun
egemenliğine daha fazla sokmak anlamına gelir. O yüzdendir ki MHPliler Melih
GÖKÇEK’in “Ak Parti’ye katılın!” çağrısına şaşmamalıdır. Melih GÖKÇEK şu
anda, merkez sağda, MHP’nin ataletine ve
ideolojik boşluğuna dikkat çekmektedir, o kadar.
Merkez sağda diyebileceğimiz
HEPAR, aslında arzu edilen lâik sağ çizgiyi temsil eden tek partidir. Ne yazık
ki o da seçmenin gecikmeli algısının, fanatizminin ve menfaat kaygısının
kurbanıdır.
Bu noktada merkez sağın sağlıklı
bir millî çizgiye çekilmesi görevi MHP’ye düşmektedir.
MHP, kurucusu Merhum TÜRKEŞ’in en
baştaki lâik, medeniyetçi milliyetçilik çizgisine dönebilirse CHP tabanından da
ciddi teveccüh göreceği kesindir. Lâikliğe bağlı seçmenler bugün sağ-sol ayrımı
gözetmeksizin ülkenin medeniyeti için endişelenmektedir. Kaldı ki MHP
seçmenleri sanıldığı gibi türbanlı, sakallı, cemaatçi insanlardan
oluşmamaktadır. MHP bugün milliyetçi söylemlerin gecikmiş seçmen algısı ve vefa duygusu ile “son ümit”
olmak hasebiyle hâlâ oy alabilmektedir.
Bu noktada MHP arkaik sağ –sol
ayrımı ve 12 Eylül kindarlığı ile hareket etmemelidir. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için kaygı duyan ve artık lâiklik etrafında
kümelendiği belli olan kesimler için bir çekim merkezi olmaya çalışmalıdır.
Çünkü lâiklik söylemiyle belli
bir kesimi angaje eden CHP, artık PKK çizgisinde bir enternasyonalist/sosyalist
parti görünümü arz etmektedir. CHP bu intibaından dönmeye de niyetli
gözükmemektedir.
O halde Atatürk’ün akılcı ve medeniyetçi
milliyetçi düşünürlerle şekillendirdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yapısının
korunması artık MHP’nin görevi haline gelmiştir. CHP seçmeni, lâiklik endişesinin giderilmesi
kaydıyla zaten milliyetçi bir çizgiye yakın duran bir kesimdir. Bu yüzden
yakınlaşmaya açıktır.
“Kamuda türban serbestisi”
söylemiyle yakınlaşılmaya çalışılan dinci seçmen için ise MHP ırkçı- kafatasçı
bir partidir. MHP bugün meselâ “şeriatçı olduğunu” iddia etse bile sözde “sağın” bu
kesiminden oy alamayacaktır. Dolayısıyla Şükrü ALNIAÇIK gibi bazı
propagandistlerin sandıkları gibi “Ak Partiyle ortak seçmen tabanı” yararlanılabilecek bir hazır oy paketi değil,
aslında MHP için ciddi bir erime ve itibar kaybı sebebidir.
Türkiye’de siyaset bir alışkanlık
ve gecikmeli algı ekseninde yürümektedir.
MHP lâiklik konusunda net bir
tavır geliştirebildiği ve dinci
söylemlerden vazgeçebildiği takdirde siyasetin Ak Parti tarafından saptırılan bu eksenini
düzeltmek ve seçmen algısını daha millî
bir yörüngeye oturmak imkânını elde edecektir.
Ak Parti ile aynı eksende kaldığı
takdirde ise bütün haklı millî endişeleri ancak taklitçi bir dinci partinin
ırkçı-aşırı söylemleri olarak görünecek ve milliyetçilik millet nazarında değerini kaybedecektir.
MHP’nin taban veya oy kaybetmesi
siyaseten kötüdür. Yalnız unutulmamalıdır ki siyasetin, milli bilinci
yıpratması, telâfisi çok daha zor büyük bir toplumsal vebaldir. MHP işte bu
endişe ile lâiklik konusunda çok daha ciddi düşünmeye mecburdur.
6 yorum:
Çok doğru tesbitler,ne var ki bunları düşünüp strateji geliştirecek muhalefet yok.Eski tas eski hamam.
MHP'nin dinci söylemi, CHP'nin enternasyonalist görüşleri ve PKK'ya tanınan imtiyazlara çanak tutması, kime oy vereceğiz biz sorusunu yüzüne vuruyor insanın. AKP'ye oy vermemek için ortaya bir yığın çamur koysan ona bile oy veririm diyen insanların oylarının ülkenin geleceği için bir anlam ifade edebilmesi açısından çok önemli bir rehber niteliğinde bence bu makale. Ellerine sağlık Afşar Abi!
Selcen Hanım, beğendiğinize sevindim. Artık gün siyaset adıyla reisçilik oynamak günü değil. Umalım ki MHP bunu anlayabilsin. Saygılar.
Yelizciğim sağol. İlkesizliğin aynı zamanda ahlaksızlık olduğu anlaşıldığı gün Türk siyasetinde bir şeyler değişecek. Henüz çok uzak gibi görünüyor ama her şerde bir hayır var diyorlar. Bir de bunu anlayabilecek kafaya sahip olmak var. Hayırlısı. her zaman beklerim, sevgiler.
Uzundur böylesine derinlemesine, isabetli ve tutarlı bir yazı okumamıştım.
Bırakalım enternasyonel komünizmin şiddet hareketlerini; Chp en başta sol ve "devrimcilik" tanımlarını siyasetinin merkezine koyduğunda oy kaybetmişti. Kaybettiği oyları da -bir kerelik o da Kıbrıs Harekatı olması hariç- geri alamadı. Hala da alamıyor.
Bugün Mhp'ye yakın durmamak adına milliyetçi dememek için kendisine ulusalcı diyen aktif bir kesim var. Ama kelime dahi kitleler için yabancı ve anlamsız geliyor. Doğu Perinçek yazılarında bunun altını çizdi.
Mhp türban / çarşaf destekçiliği veya sessiz kalması ile oy alabileceği kesimleri korkutuyor. Dahası sizin dediğiniz gibi Akp'den farksız kalıyor. Özellikle orta kesimde Mhp'ye sempatisi olabilecek geniş kesim "dinci bunlar" diye ürküyor.
Haftaya 29 Ekim kutlamaları var: Sivil toplum örgütleri hareketliler, birşeyler yapmak istiyorlar. Ama Mhp olmadan bütünlük ve etki sağlanamıyor. Neyi bekliyorlar?
Seçmen davranışında "gecikmiş algı" demişsiniz. Çok doğru! Ama burada gecikmeli hareket eden daha önemli birşey var. Hareket ve yön değişikliği. Eğer yön değişikliği gerçekleşmezse, sanırım Türk Cumhuriyeti'nin alenen etnikçi bir şeriat devleti olduğunu göreceğiz.
Son derece doyurucu ve isabetli bir yorum.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Konu Türk siyasetinde merkezi bir önem arz ediyor ama henüz MHP bile bunun farkında değil.
Hâlâ kasabalı siyaset esnafı gibi hareket etmeye çalışıyor. Memleket fiilen ve hukuken bölünüyor olmasa bu cehalete güler geçerdik belki ama artık büyük bir vebal haline geldi.
Tahrik olmasın diye doğuda miying yapmayan MHP oraları da PKKya terk ediyor kimsenin umurunda değil. Mesele ciddi, hayati...
Her zaman bekliyorum. Yorum için tekrar teşekkürler, saygılar.
Yorum Gönder