19 Ekim 2013 Cumartesi

Türkiye’de Lâik Sağ İhtiyacı Ve MHP

Sol seçmenin özellikle şu sıralar dilinden düşmeyen söz “Bunca yıldır memleketi yöneten sağ iktidarların Türkiye’ye zarar verdiğidir.”
Türkiye’de seçmen eğiliminin “sağdan” yana olduğu ortadadır.
Tuhaf dikotomiler, ayrımlar ve bir fesat vasatının anatomisi

 AP, ANAP, DYP ve kısmen MHP çizgisinin şimdiye kadar genel seçmen eğilimini temsil ettiği düşünüldü. Bu yüzden bu partiler “merkez sağ” olarak adlandırıldı.

Bundan anlaşılan, Türk seçmeninin “devrimciliği” yıkıcılık, aşırı müdahalecilik, geleneksizlik hatta uç sağda,  dinsizlik olarak gördüğü idi. Hâlâ “devrim” kelimesi, sağ seçmen için; sonunda geleneklerin, yerleşik bütün inançların acımasızca ezildiği kanlı bir kalkışmadan başka bir şeyi çağrıştırmamaktadır. Sol siyaset,  tuhaf bir ısrarcılıkla devrimciliğin, halkın genelindeki sevimsiz şedit izlenimini düzeltmek yerine bu kelimeyle oy devşirebileceğini sanmaktadır. Atatürk inkılâplarına “devrim” demek bile bu kelimeyi sevimli hale getirememekte aksine o inkılâplara Leninist/Stalinist  bir tür şiddet izlenimi giydirmektedir. Ki şu anda Atatürk düşmanlarının en büyük istismar konusu, “devrim” kelimesine yüklenen bu nefret izlenimidir.
Dikkat edilirse MHP’yi “kısmen” merkez sağda sayarken mesela MNP, MSP, RP, FP gibi dinci partileri bu sınıflamaya dahil etmedik.

Bu da şunu gösteriyordu: Türkiye’de merkez sağ, lâikliğin nimetlerinden yararlanmaktan memnun,  dini, kendi anlayışıyla yaşamak isteyen, dinde aşırılığa gitmeksizin kendi geleneklerini yaşayan, adına “muhafazakâr” diyebileceğimiz seçmendi. Bu seçmen grubu meselâ MSP çizgisini “mutaassıp/tutucu” olarak görürdü.

Türkiye’de Ak Parti’nin bu kadar kolay iktidara gelmesinin en büyük sebebi, kendisini “merkez sağda” tanımlamış olmasıdır. Bu şekilde, eriyip giden merkez sağ partilerin boşluğunu yeni bir ümitle kolayca doldurmuştur. Bir şark kurnazlığıyla kendini “muhafazakâr” olarak tanımlayıp muhafazakâr seçmenin algı arsalarını daha en baştan “parsellemiştir”. Bu benzetmeyi şunun için yapıyorum: Ak Parti’in üretime dayanmayan sözde ekonomi anlayışının dayandığı belli başlı mal, gayrimenkuldür.

Ak Parti daha en başından, seçmen  algıları üzerinde haris bir emlâk komisyoncusu gibi tasallut kurmuştur. Bu tasallutla seçmenin kafasında “sağa” dair ne varsa kendisi sahiplenmiştir. Maalesef seçmen algıları bir kere yerleşince on yılları bulan şartlanmalarla kendini tekrarladığından,  sağ seçmen, Ak Parti’nin sağın neresinde olduğunu hâlâ  tam manasıyla  idrak edememiştir.

Türkiye’de 2002’ye kadar merkez sağ, lâikliğe bağlı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü konusunda şüphesi olmadığı düşünülen,  “oportünist/fırsatçı  milliyetçi” diyebileceğimiz, idealizmden ziyade menfaatle güdülenen  bir kitleydi.

Ak Parti, algı tasallutundan sonra (ki bunda içinde merkez sağın eski isimlerinin de bulunmasının büyük payı vardı) son derece şeytanî bir isabetle bu kitlenin güdülenme dinamiğini ele geçirdi. Fakirler için makarna, bulgur, kömür , orta direk için  nitelikli iş ve seçkinlik fırsatı, varlıklı kesim ve üst bürokrasi için cemaat destekli sağlam ikbal imkânları ile toplumun her kesiminin menfaatlerini alabildiğine  gıdıkladı hatta tahrik etti.
Böylece gerçekten de Türkiye’de siyasetin şekli, belki bir daha kolay kolay düzelemeyecek şekilde değiştirildi.  Her kesimince devletten/hükümetten beslenen, fakirinden zenginine kadar herkesin dilenci haline getirildiği bir bağımlılar /müptelâlar toplumu yaratıldı.

Liberal jargonda “dağıtımcı devlet” denilen bu yapı bir kere yerleştirilince artık dinci Ak Parti’nin sözde ideolojik söylemi ve kadroları, merkez sağın kendisi oldu, çıktı.

Daha sonra devlete yaratılan bu maddî bağımlılık/iptilâ, basın yayının sürekli, akıl ve ahlâk dışı istismarıyla bir zihnî bağımlılığa/iptilaya dönüştürüldü. En sonunda, eskiden “aşırı” olarak nitelenerek iğrenilen dinci eğilimler “muhafazakâr” diye anılmaya başlandı. Çarşaf, türban gibi aşırılıklar, eskinin gerçek muhafazakâr toplumunda, belli bir azınlığın, tehdit teşkil etmeyen ve bu yüzden hoş görülen aşırılığı kabul edilirken bu aşırılıklar, kendini “muhafazakâr” diye tanıtarak merkez sağı elde eden Ak Parti yüzünden, merkez sağın merkezine oturdu, kaldı.

Ak Parti, halktan aldığı zahiri ve geçici desteği, “muhafazakâr” sıfatı üzerindeki tasallutuyla basın yayın “desteğini” arkasına alarak kendisiyle  öyle özdeşleştirdi ki  seçmen kitlesinin merkezindeki sağ kitleye şeriatçılığı bir norm olarak kabul ettirdi.

Türkiye’de siyasetin eksenini şeriata doğru kaydıran Ak Parti, şeriatçılığın Türk düşmanı ümmetçi enternasyonalizmini de temel siyaset yapma biçimi ve hümaniter algı olarak kabul ettirdi. Bunu yaparken etnik ırkçılardan, sosyalist ve liberal enternasyonalist okumuşlardan fazlasıyla faydalandı.
En nihayetinde Türkiye’de siyaset, Türk ismine düşmanlığın asgari müşterek olarak benimsendiği,  bu asgari müşterek temelinde, dinci ve etnik ırkçı vaatler üzerinden yürütülen bir   menfaat mücadelesi haline geldi.
Öyle ki lâikliği savunan CHP etnik ırkçılara , milliyetçilik iddiasıyla yürüyen MHP de dinci/ mutaassıp seçmene yaranmak ihtiyacı hissetti. Her iki muhalefet partisi de “ideolojilerindeki” sünger delikleri yüzünden, bu iki Türk karşıtı seçmen kitlesinin istismarına açık hale geldi. O yüzden Melih Gökçek’in “MHP Ak Parti’ye katılsın, küçük büyüğe katılsın!”  fikri oldukça gerçekçi bir politik tespit olarak dikkat çekti.
Mevcut halde görünen, Türk siyasetinde belirleyici kitlenin “merkez sağ” olduğudur.
Bütün iş merkez sağı elde etmektir.

Fakat Ak Parti tecrübesi göstermiştir ki asıl iş artık merkez sağın bileşimine/kompozisyonuna tesir edebilmektir.
O halde yapılması gereken nedir?
 Türkiye’de kendini antikomünist, anti kollektivist olarak görerek sağda konumlanan, millî kaygılara sahip partilerin, Ak Parti’nin tasallutundaki siyaset yapma biçiminden ve dinci söyleminden uzaklaşması elzemdir. Ak Parti ile aynı dinci söylemleri paylaşarak ona muhalefet etmek mümkün değildir. “Kamuda türban” gibi konular ne milletin gerçek ihtiyacı ne de sağın tanımlayıcı problemidir. Bu sadece dinci siyasetin oy devşirme yöntemlerinden biridir. Bunlarla asgari müşterekte birleşmek bile merkez  sağı, dinci Ak Parti taassubunun egemenliğine daha fazla sokmak anlamına gelir. O yüzdendir ki MHPliler Melih GÖKÇEK’in “Ak Parti’ye katılın!” çağrısına şaşmamalıdır. Melih GÖKÇEK şu anda,  merkez sağda, MHP’nin ataletine ve ideolojik boşluğuna dikkat çekmektedir, o kadar.

Merkez sağda diyebileceğimiz HEPAR, aslında arzu edilen lâik sağ çizgiyi temsil eden tek partidir. Ne yazık ki o da seçmenin gecikmeli algısının, fanatizminin ve menfaat kaygısının kurbanıdır.

Bu noktada merkez sağın sağlıklı bir millî çizgiye çekilmesi görevi MHP’ye düşmektedir.

MHP, kurucusu Merhum TÜRKEŞ’in en baştaki lâik, medeniyetçi milliyetçilik çizgisine dönebilirse CHP tabanından da ciddi teveccüh göreceği kesindir. Lâikliğe bağlı seçmenler bugün sağ-sol ayrımı gözetmeksizin ülkenin medeniyeti için endişelenmektedir. Kaldı ki MHP seçmenleri sanıldığı gibi türbanlı, sakallı, cemaatçi insanlardan oluşmamaktadır. MHP bugün milliyetçi söylemlerin gecikmiş  seçmen algısı ve vefa duygusu ile “son ümit” olmak hasebiyle hâlâ oy alabilmektedir.

Bu noktada MHP arkaik sağ –sol ayrımı ve 12 Eylül kindarlığı ile hareket etmemelidir. Vatanın ve  milletin bölünmez bütünlüğü  için kaygı duyan ve artık lâiklik etrafında kümelendiği belli olan kesimler için bir çekim merkezi olmaya çalışmalıdır.

Çünkü lâiklik söylemiyle belli bir kesimi angaje eden CHP, artık PKK çizgisinde bir enternasyonalist/sosyalist parti görünümü arz etmektedir. CHP bu intibaından dönmeye de niyetli gözükmemektedir.

 O halde Atatürk’ün akılcı ve medeniyetçi milliyetçi düşünürlerle şekillendirdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yapısının korunması artık MHP’nin görevi haline gelmiştir.  CHP seçmeni, lâiklik endişesinin giderilmesi kaydıyla zaten milliyetçi bir çizgiye yakın duran bir kesimdir. Bu yüzden yakınlaşmaya açıktır.

“Kamuda türban serbestisi” söylemiyle yakınlaşılmaya çalışılan dinci seçmen için ise MHP ırkçı- kafatasçı bir partidir. MHP bugün meselâ “şeriatçı olduğunu” iddia etse bile sözde “sağın” bu  kesiminden oy alamayacaktır. Dolayısıyla Şükrü ALNIAÇIK gibi bazı propagandistlerin sandıkları gibi “Ak Partiyle ortak seçmen tabanı”  yararlanılabilecek bir hazır oy paketi değil, aslında MHP için ciddi bir erime ve itibar kaybı sebebidir.

Türkiye’de siyaset bir alışkanlık ve gecikmeli algı  ekseninde  yürümektedir.
MHP lâiklik konusunda net bir tavır geliştirebildiği  ve dinci söylemlerden vazgeçebildiği takdirde siyasetin Ak  Parti tarafından saptırılan bu eksenini düzeltmek ve  seçmen algısını daha millî bir yörüngeye oturmak imkânını elde edecektir.   Ak  Parti ile aynı eksende kaldığı takdirde ise bütün haklı millî endişeleri ancak taklitçi bir dinci partinin ırkçı-aşırı söylemleri olarak görünecek ve milliyetçilik  millet nazarında değerini kaybedecektir.

MHP’nin taban veya oy kaybetmesi siyaseten kötüdür. Yalnız unutulmamalıdır ki siyasetin, milli bilinci yıpratması, telâfisi çok daha zor büyük bir toplumsal vebaldir. MHP işte bu endişe ile lâiklik konusunda çok daha ciddi düşünmeye mecburdur.


6 yorum:

selcen dedi ki...

Çok doğru tesbitler,ne var ki bunları düşünüp strateji geliştirecek muhalefet yok.Eski tas eski hamam.

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

MHP'nin dinci söylemi, CHP'nin enternasyonalist görüşleri ve PKK'ya tanınan imtiyazlara çanak tutması, kime oy vereceğiz biz sorusunu yüzüne vuruyor insanın. AKP'ye oy vermemek için ortaya bir yığın çamur koysan ona bile oy veririm diyen insanların oylarının ülkenin geleceği için bir anlam ifade edebilmesi açısından çok önemli bir rehber niteliğinde bence bu makale. Ellerine sağlık Afşar Abi!

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım, beğendiğinize sevindim. Artık gün siyaset adıyla reisçilik oynamak günü değil. Umalım ki MHP bunu anlayabilsin. Saygılar.

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim sağol. İlkesizliğin aynı zamanda ahlaksızlık olduğu anlaşıldığı gün Türk siyasetinde bir şeyler değişecek. Henüz çok uzak gibi görünüyor ama her şerde bir hayır var diyorlar. Bir de bunu anlayabilecek kafaya sahip olmak var. Hayırlısı. her zaman beklerim, sevgiler.

İhsan Ersin Demirel dedi ki...

Uzundur böylesine derinlemesine, isabetli ve tutarlı bir yazı okumamıştım.
Bırakalım enternasyonel komünizmin şiddet hareketlerini; Chp en başta sol ve "devrimcilik" tanımlarını siyasetinin merkezine koyduğunda oy kaybetmişti. Kaybettiği oyları da -bir kerelik o da Kıbrıs Harekatı olması hariç- geri alamadı. Hala da alamıyor.
Bugün Mhp'ye yakın durmamak adına milliyetçi dememek için kendisine ulusalcı diyen aktif bir kesim var. Ama kelime dahi kitleler için yabancı ve anlamsız geliyor. Doğu Perinçek yazılarında bunun altını çizdi.
Mhp türban / çarşaf destekçiliği veya sessiz kalması ile oy alabileceği kesimleri korkutuyor. Dahası sizin dediğiniz gibi Akp'den farksız kalıyor. Özellikle orta kesimde Mhp'ye sempatisi olabilecek geniş kesim "dinci bunlar" diye ürküyor.
Haftaya 29 Ekim kutlamaları var: Sivil toplum örgütleri hareketliler, birşeyler yapmak istiyorlar. Ama Mhp olmadan bütünlük ve etki sağlanamıyor. Neyi bekliyorlar?
Seçmen davranışında "gecikmiş algı" demişsiniz. Çok doğru! Ama burada gecikmeli hareket eden daha önemli birşey var. Hareket ve yön değişikliği. Eğer yön değişikliği gerçekleşmezse, sanırım Türk Cumhuriyeti'nin alenen etnikçi bir şeriat devleti olduğunu göreceğiz.

Afşar Çelik dedi ki...

Son derece doyurucu ve isabetli bir yorum.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Konu Türk siyasetinde merkezi bir önem arz ediyor ama henüz MHP bile bunun farkında değil.

Hâlâ kasabalı siyaset esnafı gibi hareket etmeye çalışıyor. Memleket fiilen ve hukuken bölünüyor olmasa bu cehalete güler geçerdik belki ama artık büyük bir vebal haline geldi.

Tahrik olmasın diye doğuda miying yapmayan MHP oraları da PKKya terk ediyor kimsenin umurunda değil. Mesele ciddi, hayati...

Her zaman bekliyorum. Yorum için tekrar teşekkürler, saygılar.