25 Ekim 2013 Cuma

Edille-i Şeriye Mantığı Ve Geleneksel Din

Din dersleri görmeye başladığımızda ilk öğrendiğimiz şeylerden biriydi “Edille-i şeriye”. Kelime-i şahadet, namaz, oruç, zekât ve haccın Müslümanlığın şartı olduğu anlatılırdı bize.

“Dinin şartları” olarak öğrendik bu davranışları veya ibadetleri. Ama o zamandan beri kafama takılırdı. “Din” de “şart” da Arapça kelimeler… Eğer bu tamlama “dinin şartları” anlamına geliyorsa içinde “şart” kökünden bir kelime olmalıydı. Sanırım herkes “şeriye” kelimesini “şartla” karıştırıyor. O zaman “din” kelimesi nereye saklanmıştı? “Edille” “din” demek değildi, “deliller” demekti.

Bir zaman sonra Yaşar Nuri’den “edille-i şeriye”nin, “dinin delilleri” anlamına geldiğini öğrendim.
İyi de bunun ne önemi vardı ki?

Önemi  şuydu ki bir dinin “şartlarından” bahsettiğinizde; o dini var eden olmazsa olmazlardan bahsediyorsunuz demektir. Daha kötüsü din sahibi olabilmenizin olmazsa olmazlarını söylüyorsunuz demektir.

Bu durumda Müslümanlığın şartı beşti. Yani bu beş şart olmazsa Müslüman olamıyordunuz. Halâ sıradan Türk Müslümanları edille-i şeriyeyi,  “Müslüman olmanın şartı” sanır.

İyi de bir tabirin “dinin şartları” değil de “ dinin delilleri” olması neyi değiştirir ki?

Sanırım çok şeyi değiştirir. Şöyle ki:

Bahsedilen  öğeler, bir insanın dinî mensubiyetini açıklayan, açıkça gösteren delillerdir. Delil, gerçeğin inkâr edilemez parçasıdır. Bu da şu anlama gelir. Bir insanı namaz kılarken görürsek onun Müslümanlığı için başka bir şey aramamıza gerek yoktur. Kâbe’yi hac mevsiminde tavaf eden insanın, bu davranışı, onun Müslümanlığının inkâr edilemez bir parçası yani delilidir!
İyi de hâlâ delille şart arasında belirgin bir fark göremedik gibi değil mi?

Bir delil, “gösterilmek mecburiyeti olmayan” bir işarettir. Görüldüğü zaman ilgili gerçeğin kavrandığı ama görülmediğinde de açıklanması mecbur edilmeyen işarettir. Bir suç gerçeğinin ortaya çıkarılmasında elbette böyle değildir ama bizim dini seçimimiz bir suç teşkil etmediğinden, yani biz doğultan masum olduğumuza inandığımızdan dinimizin delillerini izhar etmek mecburiyetimiz yoktur!

Delillerin ancak suçun varlığını veya yokluğunu ispatta açıklanması mecburiyeti bizi dinin delillerinin/işaretlerinin neden “şart” olarak adlandırıldığı sorusuna götürür.

Edille-i şeriye’ye “dinin şartları” derken bunları dine mensubiyetin “şartları” haline getirmiş vi diğer yandan bu işaretlerin gösterilmesini mecbur kılmak istemişlerdir.

Yani delilleri,  “negatif/edilgen” ispatlayıcılar, işaretler olmaktan çıkarıp taşınması mecbur edilmiş birer  nişan haline getirmişlerdir.

Delillerin  ceza davaları dışında tamamen şahsi ve felsefî birer işaret olma durumu kaldırılıp da mecburi bir  tanıtıcı haline getirilmeleri iki felsefî/mantıkî durumda arzulanır.

Bunlardan biri kişinin doğuştan masum olduğuna inanılmaması halinde, masumiyetinin ancak belli şartları haiz olduğunu göstermesi halinde anlaşılacağının düşünüldüğü Hıristiyan itikadında gelişen   toplumsal düzendir.

İnsanlar arasında mensubiyetlerine göre  adalet dağıtmak isteyen ve bunu “Medine sözleşmesi” sanan  bir “çok hukuklu” şeriat düzeninde de insanların ne olduklarının açıkça görülmesi elzemdir.

Eille-i şeriyeye “şart” gözüyle bakmak,  dine mensubiyeti, ferdin kendi ihtiyarından teslim alıp onu, bu şartları görmekle yetkili bir takım insanların insafına terk etmektir ki bu Yahudilik veya Hıristiyanlığın “cemaat dinine” dönmek demektir. Halbuki İslam bir cemaat dini değildir.

Cemaat dinlerinde kul üzerindeki  ruhban ve cemaat baskısı bugünkü dinci şeriatçı tayfanın benimsediği yegâne davranış biçimidir.

Demek ki bir tamlamanın anlamını saptırmak, kelimelerin nüfuz edici ve güdüleyici güçlerini istismar etmek anlamına da gelebiliyor.

Edille-i şeriyeyi  bu şekilde istismar etmek, hurafelerle, korkularla doldurulmuş  Judeohıristyanik bir gelenekler çuvalında,  Türk  insanını boğmak demektir. Artık Türk insanı, kökenini veya mantığını bilemediği her geleneğe din gözüyle bakmaya başlamıştır. İşte Atatürk bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti’nde en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğunu söylemiştir.
Edille-i şeriye, hak ettiği anlama kavuşmadıkça toplumumuzda din ancak bir ayrımcılık ve şiddet kaynağı olarak kalacaktır.

Hiç yorum yok: