Tarihin hiçbir döneminde görülmediği ve tahmin de edilemez bir şekilde “sağ” ve
“sol” Türk düşmanlığı asg
ari müştereğinde bir araya gelmiştir.
Bu hal Türk
milliyetçiliğinin artık nerede
durduklarına karar vermeleri gerekmektedir.
Şüphesiz etnik ve dinci bölücülüğe karşı olmak
zaruridir. Mesele, bunlara niçin karşı olduğumuzu tam ve doğru şekilde
anlatabilmektir.
Bugün siyasette anlam sahaları
tam bir işgal altında.
Bu ne demek?
Arapça kökenli dinî terimlerin Ak Parti, batı kökenli özellikle liberalizme ait
terminolojinin de etnik ırkçı Kürtler
tarafından sahiplenildiğini, istismar edildiğini görüyoruz..
Milliyetçi camianın en büyük
sıkıntısı bu anlam alanlarında inisiyatifi bu iki gruba terk etmektir.
Bu nasıl olmaktadır?
Milliyetçi siyaset, dinî
terimleri tam da dincilerin kullandığı
anlamlarda ve mantıkla kullanmaktadır. Bir kere türbanı, tesettürü, kadının
yerini dinci Ak Parti gibi algılamaya başlarsak artık ona karşı olmak için
elimizde meşru hiçbir gerekçemiz kalmaz.
Bu yüzdendir ki siyasette dini,
bir “manivelâ” olarak kullanmak, ancak dinî terimler alanını, güçlü olan partiye teslim etmek demektir.
Keza liberal demokrat
terminolojinin asıl manasından ayrılarak çarpıtılması da büyük bir siyasî
ahlâksızlıktır.
Peki yapılması gereken bu iki
terminolojik sahayı bu iki kesime terk edip kendi başımıza bir şeyler icat
etmeye çalışmak mıdır?
Bu yapılmıştır, hâlâ da yapılmaktadır ama
nafile bir çabadır.
Temel haklar, hukuk devleti, piyasa,
serbest ticaret, demokrasi, lâiklik vs “dinsiz liberallere” veya etnik
ırkçılara terk edilmesi gereken, kullanılması da insanı dinden çıkaracak
kelimeler değildir.
Bugün milliyetçi camia bir yandan
ideolojilere “deli gömleği” ezberi ile yaklaşmakta bir yandan ideolojisiz bir
siyaset üretmeye çalışmaktadır. Oysa bu imkânsızdır.
Çünkü eninde sonunda devletin mi
bireyin mi yanında olduğunuzu, lâikliği mi şeriatçılığı mı benimsediğinizi
göstermeniz, açıklamanız gerekmektedir. Bunu da ancak tutarlı bir terminolojik
tercih ile yapabilirsiniz.
Mesele şudur:
Sözgelimi bir yandan piyasayı bir vahşice ahlâksız bir
serbestlik ortamı olarak görüp bir yandan da devletin tam komutasında bir
ekonomik sistemi eleştiremeyiz. “Canım insanlar özgürce üretsin ama ürettiklerinin fiyatlarını onlar değil de
devlet belirlesin!” dersek bu görünüşte bir üçüncü yol olabilir ama yapılan şey iktisadın bütün terimlerinin çarpıtılması,
anlamın çökertilmesi olacaktır.
Çünkü kelimeler, kendi başlarına
anlamlar taşırken bu anlamların kafamızda belirmesi, ancak bu kelimelerle
ilgili diğer kelimelerin kullanılmasıyla olur. Dolayısıyla kelimeler kendi
bağlamları çerçevesinde anlamlıdırlar.
Hal böyleyken meselâ bir yandan
“teşebbüs hürriyetinden” yana olup diğer yandan insanların ürettiklerini
özgürce mübadele etmelerinin mümkün olamayacağını, üretilenin serbestçe
satılmasının ahlâksızlık olacağını söylerseniz, sadece retorik bir çelişkiye
düşmezsiniz; insanların yaşamak için sebeplerini ellerinden almış olursunuz.
Çünkü en nihayetinde, “söylediğiniz gibi hareket etmeniz” sizden
beklenmektedir; siyaset budur.
O halde öncelikle siyasetin, yani devletle
fert arasındaki ilişkilerin fiilî düzenlenmesi işinin, hangi esaslara göre
düzenleneceği, açık bir ideolojik tercihle duyurulmalıdır. İdeoloji, bize
birbiriyle tutarlı bir terimler takımı verecektir. Üçüncü yolcu, sözde ideoloji
dışı siyaset, farklı montaj şemalarını bir araya getirerek bir araba imal
etmeye çalışmak gibidir ki bunun yapılamayacağı kesindir.
Mevcut durum bize şunu açıkça
göstermektedir:
Siyasetin ölçülerini dine göre
belirlemek yani şeriatçılık, toplumda ciddi ayrışmalara yol açmakta ayrıca
hayat, mülkiyet ve ifade hürriyeti haklarının tamiri zor şekilde tahrip
edilmesine sebep olmaktadır. Bugün artık sadece dinciler ve lâikler değil
dincilerin kendi içlerinde bile cemaat ve tarikat ayrışmaları keskinleşmeye
başlamıştır. Dolayısıyla siyasette dinî terimleri kullanarak kendimizi tarif
etmek, dine göre siyasî hedefler ilân etmek Türk milliyetçiliğinin tahrip
olmasına yol açacaktır. Bu sadece Türk milliyetçiliğinin tahribine yol açmaz
aynı zamanda millet bilincinin, milliyet duygusunun tahribatına da yol açar,
açmaktadır da…
Siyasetin ölçülerini belirlerken
temel haklar, hukuk devleti, piyasa, serbest ticaret kavramlarından öcü gibi
korkmak da bu kavramların etnik ırkçılar lehine liberallerce çarpıtılmasına ve
istismar edilmesine yol açmaktadır.
Türk milliyetçileri, mitingden
mitinge, milleti coşturan siyasî ve hamasî nutukların dışında artık ciddi,
tutarlı ideolojik bir söylem geliştirmelidir. “Ona da karşıyız, buna da
karşıyız!” tarzı çocukça bir tepkisellik eninde sonunda bizi ideolojik ve fikrî
bir boşluğa ve hayatla toptan bir tutarsızlığa itmektedir. O boşluğu falanca
seyyidin, filanca şeyhin, falanca cemaatin, filanca tarikatin tuhaf insan
sevgisi söylemleriyle doldurmaya kalkınca,
elimizde sadece şeriat isteklisi
bir grup takım elbiseli Taliban imajı
kalmakta.
İnsanların Türk milliyetçiliğini
anlayabilmeleri ancak onu doğru ve tutarlı bir şekilde anlatabilmemize bağlıdır
ki bu da ancak en başta kendimizin, ne konuştuğumuzu adamakıllı bilmemize
bağlıdır.
Devir, anlam sahalarında
egemenlik savaşları devridir.
2 yorum:
İdeoloji deyince ürküyor milliyetçiler.Öcü görmüş gibi.Oysa adına ülkü dediler.
Ne diyeyim? Siz özetlemişsiniz. Teşekkürler ve saygılar.
Yorum Gönder