Olayların sebep-sonuç ilişkilerini incelerken iki şeyi birbirinden ayırt etmeliyiz.
Tabiatın olaylarında neden-sonuç ilişkileri, kendiliğinden yürüyen kurallara tabidir.
Oysa insan eylemlerinde sebep-sonuç ilişkileri insan seçimlerine/iradesine bağlıdır. Mesele şudur ki her insanın birbirinden az veya çok etkilenmesinden dolayı , insan eylemleri asla hedefledikleri sonuca doğrudan ulaşamaz. Genellikle insan kaynaklı olaylar, başka insanların eylemlerinin sonuçlarıyla etkileşir.
Bir şehirden diğerine gitmek için yola çıktığınızda kabaca varış zamanınızı hesap edersiniz ama, bir yol çalışmasının veya trafik kazasının sizi nasıl etkileyeceğini bilemezsiniz. Üniversiteye sıkı çalışır fakat sizden daha sıkı çalışmış birinin önüne geçmesini engelleyememişsinizidir.
Buna rağmen insan çalışmaktan, eylemde bulunmaktan vazgeçmemiştir, vazgeçmeyecektir. Çünkü dışarıdan gelen etkiler ne olursa olsun bilir ki başarı kazanmanın yolu çalışmaktan geçmektedir. Ve istenen başarıya derhal ulaşılamasa bile, çalışmanın sağladığı faydalar, başlı başına arzu edilir şeylerdir. Buradaki temel kural, çalışmak sebebinin, başarı sonucuna yaklaşmak ihtimalini arttırdığıdır. . Bundan dolayıdır ki “Başarının yüzde onu zekâ ve yüzde doksanı çalışmaktır!” denmiştir.
Buna mukabil, şiddete eğilimli insanların şiddetle karşılaşma ihtimallerinin daha yüksek oluşu, bir doğal ve kaçınılmaz nedensellikten değildir. Bu insanların şiddetle ilgili unsurları seçmek yönünde gösterdikleri ısrar ve bu unsurlarla daha çok vakit geçirmeleridir. Bundan dolayıdır ki “Su testisi su yolunda kırılır.” denmiştir.
Bunun ne önemi vardır? İnsan eylemlerindeki nedenselliğin gerek tabiat, gerekse insan eylemleriyle karmaşık şekilde etkileşmesinden dolayı meselâ fakirliği bir çırpıda yok edecek bir insanî iradenin var olamayacağını kendiliğinden görürüz. Çünkü insan eylemlerinde meşruiyet kuralı gereği, kabule dilebilir davranışın “ zararsızlığı” gözetileceğinden, birilerini fakirlikten kurtarmak adına diğerlerine zarar vermeyi göze alarak doğrudan bir dağıtım/üleştirme işini yapamayız.
Burada görürüz ki, bizim sorun olarak algıladığımız sonuçların her biri, birbirine bağlı pek çok karmaşık nedenlerden dolayı meydana gelmiştir. Dolayısıyla bir tek sonucu ortadan kaldırarak bürün nedenleri ortadan kaldırmamız mümkün değildir.
Deneysel bilim bize özellikle kuantum kuramıyla beraber, sonuçların, gözlemcinin bakışından bile etkilendiğini söylerken anlatmak istediği de buydu. Çünkü ne kadar yalıtmaya çalışırsak çalışalım, deney ortamı, daima “gözlemsel kirliliğe”, kontrol dışı unsurlara maruz kalacaktır ki bu da küçümsenmeyecek farklara yol açacaktır.
İnsan eylemlerinde , neden sonuç üzerinden yargıya varırız o halde? Bir insanı suç işlemeye, vahşete yönelten sayısız sebep varsa, suç bir şeylerin kaçınılmaz sonucu ise insanı yargılamak hakkını nereden buluruz?
Sorun şu ki meselâ insanın kendi canını veya yakınlarını koruması dışında şiddet uygulaması dışında şiddete başvurmasının insan varoluşuna aykırı olduğu açık bir gerçektir. Dolayısıyla hayatı korumak gibi “zorlayıcı” bir sebep olmaksızın şiddete başvuran insanın tercih şansının her zaman var olduğu kabul edilir. Bu tercih şansıdır ki insanın seçimlerinden mutlak şekilde sorumlu tutulmasının dayanağıdır.
Demek ki nedensellik, tabiatın insan dışı unsurları ile insan eylemleri arasında çok farklı şekilde işlemektedir.
Bütün tercih imkânlarımızı kendi elimizle yok edersek elimizde neden hiç imkân kalmadığından şikâyet etmeye de hakkımız kalmaz. İnsan eylemlerinde kaçınılmaz olan, yalnızca seçimlerimizle kaçınılmaz hale getirdiklerimizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder