22 Haziran 2010 Salı

Ulusalcığın Karanlık Yüzü: Sosyalizm



Ülkemizin etnik ırkçılığa karşı tepkisini birleştirip bütünleştiren bir ad olarak artık neredeyse bütün tartışmalara hâkim oldu, “ulusalcılık”.
İçinde “ulus” kelimesinin geçmesi herkesin hoşuna gidiyor, herkesi kendine yakınlaştırıyor.

Bu tavrın içinde iki kutup var: Birincisi zaten millet sevgisi ile kendini ortaya koyan, sevdiği, öncelediği milletin de adını koyan milliyetçiler ve ikinci olarak kendine özgü bir “ulus” tanımı ile sevdiği, öncelediği bir milletin adını anmaksızın eline bayrak alıp sallayan sosyalistler.
Bu iki grubu birleştiren şey ise devlete yaklaşımlarındaki benzerlik. Her iki grup da devleti, toplumun her şeyi olarak görmekte ve toplum hayatını güdecek bir otorite olarak tanımlamaktadır.

Aradaki fark şudur: Milliyetçiler millet realitesi ile devletin tarihi bütünlüğünü geleneklere de dayanarak tanımlarken sosyalistler devletin içinde “millet” denen varlığın yerini hiç düşünmez. Milleti de Marx’tan ezberledikleri ekonomik şablon içinde muğlak bir şekilde telaffuz ederler.

Ulusalcılık bugün “dışa kapalı bir ülke”, “kapalı ve komuta edilen bir ekonomi”, “komuta edilen toplum” anlayışlarında varılan bir mutabakatın temsilcisi izlenimini uyandırmaktadır ki milliyetçiler, geleneklere bağlılıklarından ve hukuk ve siyaset bilimi bilgisizliklerinden, sosyalistler de ideolojileri gereği çözüm olarak bu kalıplara bağlanmaktadırlar.

Sorun şudur: Ulusalcı kampın hâkim tonu olan sosyalizm gerçekten Türk Milleti için beklenen çözümleri sunabilir mi?

Bu gün çok okunan ve sevilen bazı “ulusalcı” sosyalist sitelere, Türk milliyetçilerinin ideolojik yetersizliklerinden dolayı duydukları muhabbet acaba sosyalistlerce umursanmakta mıdır?

Bu iki sorunun da cevabı “Hayır!”dır.

Zira sosyalistlerin hayal ettikleri Marx’ın dünya cennetini yaratmak için gereken şeylerin başında gelen “üretim araçlarının devlet tarafından gasp edilmesinin” ( Marksistler bir kelime oyununun her şeyi değiştirebileceğini sanarak buna kolektifleştirme, “kamulaştırma” vs dese de bu işi yapacak tek bir zor kullanıcı vardır: Devlet!) ahlâkî muhakemesi ve faydacı analizi maalesef günümüzde dahi ülkemizde yapılmamaktadır.

Türk Milleti’nin hürriyetini ve refahını öncelemekle kendini ifade eden milliyetçilerin bu muhakemeyi herkesten önce yapmaları gerekirdi. Bu muhakeme sovyetizmin dünyayı kana buladığı, Leninist iç savaş stratejileriyle ülkeleri işgal ettiği günlerde yapılmayınca maalesef bu gün milliyetçiler sosyo- ekonomik fikirler plânında marksizmin güdümüne girmişlerdir.

Devrin romantik sosyalistleri devletleri yıkıp yerlerine yeni sosyalist devletler kurmayı hayal ederken, modern sosyalistler “sosyal demokrasi” denen oy çoğunluğu yoluyla devlet gaspını, adım adım gerçekleştirecek yeni ve şekilsiz bir sosyalizm türünü topluma enjekte ettiler. Oy verdiği için her şeye kaadir olduğunu sananlar kendi elleriyle özgürlüklerini ve varlıklarını yok ettiklerini anlayamadılar, hâlâ anlayamamaktadırlar. Marx’ın asla anlayamayacağı “gerçek üretici güçlerin” oy sayısı ile köleleştirilmesi metodu, geri kalmış ülkelerin demokrasilerinde bir tür can simidi gibi görüldü.

Bunun yanı sıra devrin egemen sosyalist örgütlenmelerinin dünyanın her yanında kayıtsız şartsız desteklenmesi tavrı ile sosyalist enternasyonalizm, Sovyetlerin güdümüne girdi. Dünyanın her yerinde ülkelerini sosyalist devrime yöneltmek üzere terör estiren, halkın arasındaki anlaşmazlıkları kışkırtan, Leninist iç savaş stratejisini aynen uygulayan sosyalist etki ajanları çalışmaya başladı. Bu ajanların geçmişteki en önemli faaliyetleri “Doğu Mitingleri” gibi tahriklerle sosyalizm adına etnik ırkçılığı uyandırmak olmuştur.

Nitekim bu gün sözüm ona ulusalcı solun idollerinden terörist Deniz Gezmiş “Kürt ve Türk halklarının barışı” gibi şeyler haykırırken aklından geçen şey, milliyetçilerin anladığı “millet” değildi. Bugün en sıkı Kürt karşıtı solcu oluşumların Deniz Gezmiş’i benimsemesi, sanırım marksizmin, yargılamayı sakatlayıcı diyalektik göz bağcılığı yüzündendir.

Ayrıca meselâ düne kadar etnik ırkçı sosyalist terör örgütlerini öven “Türk milliyetçiliği Fırat’ın sularında boğulmuştur!”, “Fırat’ın doğusunda devlet yoktur!” diyerek etnik terörü destekleyen Doğu Perinçek’in bu gün milliyetçilerin önünde Türk bayrağı sallaması da en başta sorgulanması gereken bir ahlâkî ikiyüzlülüktür.
‘90ların ortalarında etnik terörle işbirliğini beyan eden sosyalist terör örgütleri bu gün hâlâ Karadeniz kırsalında varlıklarını sürdürmektedirler ve “ulusalcı” kampın sol kanadından bugüne kadar TİKKO, THKP-C gibi kan dökücü örgütlere tek bir eleştiri gelmemiştir.

Ulusalcı kampın sol kanadı, tarihi bir “Amerikan komplosu” olarak ele almayı sevmekte ve mesela düne kadar PKK’nın beşiği olan Bekaa’da Filistinli teröristleri hangi devletin finanse ettiğinden ve eğittiğinden hiç bahsetmemektedirler. Sovyetlerin Ortadoğu’da nasıl bir nüfuz alanı yarattığından, Irak, Suriye ve Yemen’i nasıl silâhlandırdığından, bu bölgede etnik ırkçılığın babası Barzanileri nasıl eğittiğinden, Irak ve Suriye gibi garabetlerdeki diktatörlüklerin sosyalist renginin nereden alındığından, siyasal islâm’ın sosyalistleşmesindeki rolünden hiç bahsetmemektedirler.

Veya ülkemizde 12 binden fazla silâhlı eylemle 80 öncesinin baskın şiddet unsuru olan sol örgütlerin ellerinde neden Sovyet ve Çin bayraklarıyla askere, polise, milliyetçilere saldırdığını da izah etmemişlerdir. Gene veya daha önümüzde duran etnik terörün, ideoloji olarak kendisine marksizmi benimsemesi gerçeğinden hiç bahsetmemektedirler.

Nitekim bugün bölücülüğe karşı çıktığını söyleyen CHP dahi, hâlâ “Türk” adını ağzına alamamaktadır. Deniz Baykal’ın gidişine “CHP’nin gerçek sola kaydığı” bahanesiyle sevinenlerin dillerinin altındaki bakla CHP’nin sosyalist enternasyonal eksene oturarak Türk varlığından uzaklaşmasına duyulan sevinçtir. Keza Türk adını anarak enternasyonalist solcuların tepkisini çekerek alaşağı edilen Deniz Baykal’ın yerine çabucak “daha solcu” birinin getirilivermesi ideolojik yönü ve toplumsal bakışı açısından siyasal İslamcı bir partiyle aynı “ millet karşıtı” eksende yer alan bir siyasetçinin egemen güçlerce başa getirildiği intibaını güçlendirmektedir.

Henüz CHP’nin yeni başkanından “millet” derken hangi milleti kast ettiğine dair aydın bir ifade işitemedik. “Türk” adını anarak etnik ırkçıları kızdırmaktan ve kendi kampının tepkilerini üzerine çekmekten korkuyorsa “ulusal” sıfatından herhangi bir hisse alması mümkün değildir.

Bugün sol da siyasi İslam da içinde “Türk” adı geçmeyen bir millet veya ulus yaratmak amacını gütmektedir. Düne kadar Türk adını savunanlara sosyalistler “faşist ve ırkçı” diye hakaret ederken aynı şekilde enternasyonalist olan siyasal İslamcıların aynı hakaretleri, milletlerini seven insanlara etmesi tesadüf olabilir mi?

Toplumu devletin eliyle bir işçi diktatörlüğünde köleleştirmekten bu gün de vazgeçmemiş olan solun, kendi bakış açısından uydurduğu tarihlerde milliyetçileri sürekli ABD piyonu olarak göstermesi gerçeği de maalesef milliyetçileri uyandırmamaktadır, çünkü milliyetçilerin entelektüel zafiyetleri hâlâ sürmektedir. Sol “ulusalcı” kamp içinde milliyetçilerle yer alırken onları benimsememekte sadece örgütsel çıkarları için onlardan yararlanmaktadır. Ulusalcı kampın sosyalist kanadı için milliyetçiler “öncelikli düşmana” karşı yararlanılıp kenara atılacak müttefiklerdir ki her gün Lenin’in ahlâk dışı ve şedit eylem plânlarını okuyarak iman tazeleyen bir kamptan başka bir şey de beklenemez.

Bugün Türkiye’deki etnik ırkçılığın ve ayrışmanın esas müsebbibi, komünist bir devrim için toplumdaki her türlü ayrışmayı kaşıyan ve kışkırtan sosyalist kamptır. “Halkların kardeşliği” sloganı, herkesin üzerinde anlaştığı büyük ve kavrayıcı millet kavramını bir kenara atıp, ekonomik açıdan ayrıştırılmış farklı ırkî kampları anlatmaktadır. Dolayısıyla sosyalistlerden kendi anladığımız ve aslında da anlaşılması gereken “Tarihin bir döneminde aynı hukuk çatısı altında birleşme iradesi göstermiş kavimlerin kendiliğinden benzeşmesi” manasında “milletin” hayrına bir hareket beklemek yanlıştır.

Milliyetçiler bu yüzden kendilerini sosyalistlerle aynı kefeye koyan “ulusalcı” sıfatını reddetmeli ve bu kampın içinde kalarak kendilerini daha fazla sosyalistlere istismar ettirtmemelidirler. Sol, dün de etnik ırkçılığı ideolojik olarak haklı görüyordu, bu gün de özünde bu tavrından sapmış değildir. “Türk” adını anmayı “ırkçılık” sayanların bu gün ihtida ederek kendilerine enternasyonalist bir başka kamp yaratarak liberalizmi ifsat etmeleri de milliyetçilerin gözünü açmazsa yakında sosyalistlerin hayalindeki “hakların kardeşliği” cehenneminin ülkenin bölünmesiyle gerçekleşmesine şaşmamaları gerekir.

Hiç yorum yok: