19 Haziran 2010 Cumartesi

Türkiye’de Liberallerin Yararsızlığı Sorunu


İktisat kuramında kullanılan bütün terimlerin liberal iktisatçılarca iktisada kazandırılmış olması bir tesadüf değildir.
Söz gelimi hesap makinesi satın alacağınız zaman “artı değer” gibi saçmalıklara göre değil, sizin fayda endeksinizle, satıcının fayda endeksinin çakışıp çakışmadığına bakarak alışverişe girişirsiniz.

Bunun yanı sıra devletin oluşumu, mülkiyetin temelleri, toplumsal düzenin tabiatı konularında da en etraflı fikirleri liberal filozoflarda bulursunuz.
Buna mukabil Türkiye’nin sorunlarının çözümüne geldiğimizde liberallerimizin elle tutulur, akla, mantığa, hele de ahlâka dayanan maalesef hemen hiçbir fikrine rastlayamazsınız.

Türkiye’de liberallerin “çözüm” diye sundukları şeylerin büyük kısmı, Marksizm’in gölgesinde kalmanın uyandırdığı derin aşağılık kompleksinin ve farkında olmadan yürütülen Marksist kolektivist akıl yürütmenin birer eseridir. Siyasî konularda akıl yürütmeler “ihtida etmiş” Marksistlerin tekeline geçmiştir ve liberal cenah bu kesimin sözlerindeki derin yanlışları anlamaktan bile uzaktır.
Devlet düzeni, temel haklar ve demokrasi konularındaki bu muhtedi liberallerin fikirlerinin , negatif haklar ve demokrasinin sınırları açısından hemen hemen hiç eleştirilmemesinin sebebi, liberallerin liberalizmi ancak ezberleyebilmelerinden, bunun ötesine geçerek yorumlama yapmak kabiliyetinden yoksun olmalarındandır.


Aksi takdirde etnik ırkçıların “haklar” söylemine en sert cevapların liberallerden gelmesi beklenirdi. Veya toplumun etnik/ ırk temelinde farklı yasama organlarına bölünmesi durumunun “kanun önünde eşitlikle” bağdaşmayacağının gene liberallerce ifade edilmesi gerekirdi. Veya İfade hürriyeti kısıtlamalarının cinayet/ terör sebebi sayılamayacağının, en başta ve sürekli liberallerce ifade edilmesi gerekirdi.


Veya farklı insan topluluklarının tek bir emniyet sağlayıcı etrafında birleşmesinin sosyolojik sonucunun milletleşme olduğunu en başta liberallerin anlaması beklenirdi.

Peki ülkemizde durum böyle mi?
Maalesef hayır!

Ülkemizde etnik ırkçılığın açık ırkçı vurgularına hemen hemen hiç bir liberal eleştiri getirmemektedir. Bu noktada “Halkların kardeşliği” safsatasıyla terör estirmiş ezcümle solcu örgütlerle ve etnik teröristlerle aynı duruşu sergilemektedirler.

Ülkemizde hemen hiçbir liberal “Hak” denen temel menfaatlerin kökeni konusuna değinmemiş ve etnik ırkçıların “ ırksal farklılığı” bir hak kaynağı olarak görmesini de eleştirmemiştir. İstisnaî eleştiriler belki yapılmıştır ama en başta liberallerin “hak” kavramının sürekli istismarına karşı sürekli cevap vermesi gerekirdi. Bu açıdan popülist kolektivist siyasetçilerden hiçbir farkları yoktur.
Liberal okumuşlar ve siyasetçiler “millet” kavramını gayet kaba biçimde Marksist şablonlara dayanarak kullanmakta ve “ırkçı”, “faşist” gibi hakaretleri de ağızlarına geldiği gibi savurmaktadırlar. Oysa içinde yaşadıkları toplumun ırkî heterojenitesine, kültürel çeşitliliğine ve bu çeşitliliği çatısı altında barındıran büyük sosyolojik gerçeğe bakmayı akıl edebilseler Milletin kabileden, kavimden, vs apayrı büyük ve soyut bir beraberlik olduğunu da anlayabilirlerdi.

Oysa liberaller, “soyut kurallar etrafındaki kendiliğinden benzeşme” tanımını izlemek yerine, yerine ırksal tekdüzelik mücadelesi veren etnik ırkçılığın peşine takılarak liberal ahlak anlayışını da çiğnemektedirler. Nedir o anlayış? “Zarar vermemek iradesi!”
Bunun yanı sıra “ Otuz yıldır askeri tedbirlerle bitirilemeyen terör” ifadesini, aynen sosyalistler veya etnik ırkçılar gibi kullanmaları, içinde bulundukları ahlâki yozlaşmayı fark edememelerinin bir delilidir.

Bu ifadeyi kullanmak demek, “Eğer bir gayri meşru zor kullanıcı ortaya çıkmış ve sen onu yenemiyorsan onu meşru saymalısın!” demektir ki bunun ne temel haklar kuramında, ne liberal devlet kuramında ne de normatif ahlâkta bir yeri vardır.
Bu ifadeyi en başta liberaller reddetmeliydi. Oysa bu gün gördüğümüz şey, liberal bazı örgütlenmelerin terör destekçisi partilerden “demokrasi” adına medet umması, terörle siyaseti birleştiren ahlak yoksunlarıyla enternasyonalist bir barış geliştirilebileceğini sanmasıdır.

Türkiye’de liberallerin bundan otuz yıl önceki Marksistler gibi kendi toplumlarına yabancılaşmış, “salyangoz satıcılarına” dönmelerinin herhalde en önemli sebebi içinde yaşadıkları toplumun sosyolojisinden bihaber olmalarıdır.
Bu ülkede cemaat yapılarının ( Bunu sosyolojik anlamda kullanıyoruz, her Marksist fraksiyon da sosyolojik anlamda bir cemaattir) siyaseti nasıl etkilediği, ekonomik faaliyetteki yeri ve işleyişi, kabileciliğin/aşiretçiliğin devlet istihdamındaki etkisi ( Bilmeyenler olabilir, ülkemizin doğusunda herhangi bir aşirete üye olan memurların terfileri olmayanlara ve hele bölge dışından gelen memurlara göre çok daha kolaydır…) gibi konuları okumaksızın, görmeksizin herkese aynı reçeteyi sunabileceğini sanmak aynen uyuşturucu Marksist ideolojinin yarattığı bir halüsinojen olarak liberalleri uyuşturmaktadır.

Hayatları son derece sınırlı bir bölgede geçmiş, sadece akrabaları içinde yaşamış, akrabaları dışındakileri tehdit sayan insanların siyaset anlayışının ahlâkî eleştirisini yapmayı akıl edememelerinin yanında, böyle bir toplumsal yapının ayrı yasama erkini tanımanın yaratacağı sonuçların ahlâkî fayda analizini yapmayı da akıl edememekte veya böyle bir analizi yapmayı istememektedirler. Hümaniteleri etnik ırkçılarca ipotek altına alınmıştır.

Hakkı gözetmek yerine, kuvvetin egemenliğine, etnik terörün inisiyatifi ele almasına, körce bir devlet düşmanlığıyla alet olmaktadırlar.
Siyasetteki temsilcileri ise maalesef henüz korporatizm terimini yeni duymuş yönetici kadrolarıyla, el yordamıyla iktisadi liberalizm müdafaaı yapmak dışında bir özelliği olmayan LDP’dir.

Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir ülkede Türk adından bahsetmeye “ırkçılık” diyebilecek kadar körleşmiş bir ideolojik cemaatin en büyük zararı, savunduğunu iddia ettiği ideolojiyi bilerek veya bilmeyerek terörün aklayıcısı haline getirmek ve toplumda gücün egemenliğine yol açmaktır. Keza henüz bitmemiş bir davanın sanıklarını manşetlerinde sürekli mahkûm eden sözde liberal yayın organlarını hiç eleştirmemeleri liberalizmin deontolojik ve normatif ahlâk anlayışı karşısında iki yüzlü davranmalarının bir delilidir.

Bu güne kadar varlığı kanıtlanmamış bir örgüt hakkında varış gibi yayın yapan, soruşturmaları tartışma konusu olan bir davayı sonuçlanmış gibi millete tanıtan yayın organlarını “masumiyet karinesi”, “suçun ferdiliği” gibi karinler ışığında eleştiren hemen hiçbir liberal okumuşun olmaması çok manidardır.Bugün liberaller, herkesin ağzına bir lokma ekmek tıkayarak insanları özgürleştireceklerini sanan sosyalistler kadar hayalci ve maalesef bir o kadar bilgisiz şekilde milletin enerjisini tüketmekte ve moral değerlerini yıkmaktadır.

Savunduklarını iddia ettikleri ideolojiye bilgisizlikleri ve çarpık hümanizmleri ile inanılmaz bir zarar vermektedirler. Kendi milletinden utanan insanların liberalizmi, çöpe atılmış bir define haritasından farksızdır ki o haritayı çöpe atanlar sosyalistler değil, yarı okumuş liberallerdir.

Hiç yorum yok: