16 Mayıs 2010 Pazar

Önce Kim?



Sayın başbakanımız, Yunanlı bir gazeteciye “Yunan silahlı kuvvetleri adına konuşuyorsunuz sanki?” gibisinden bir eleştiri yöneltince cevabını da sertçe almış.
Burada başbakanımızın anlamadığı, onun mensubu olduğu siyasî kampın da asla anlayamayacağı şeyin adı “milliyetçiliktir”.

Sayın başbakanımızın mensup olduğu siyasî gelenek, bu güne kadar, sosyolojik değişimlerden ziyade bir tür ütopyacı İslâm algısını ideoloji diye savunmayı yeterli sanmıştır.

Bu açıdan enternasyonalist sol kamp ile aynı hayalciliği paylaşmıştır. Zaten her iki kampın mümeyyiz vasfı enternasyonalist olmaları, “millet” kavramını ırk bağlılığından ibaret sanmalarıdır.
Bu açıdan mesela etnik ırkçılara her iki kampında hiçbir eleştiri getirmemesi gayet anlaşılır bir şeydir.


Gelelim Yunanlı gazetecinin tepkisine.
Her şeyden evvel Yunanistan millî bir devlet değildir. Yunanistan, aynen Ermenistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya vs gibi etnik saflık temelinde kurulmuş bir harita ülkesidir. Kendilerini bir hukuk çatısı altında birleşerek “Yunanlaştırmış” bir kavimler cem’i falan yoktur Yunanistan’da.


Yani Yunanistan’daki etnik temelli mensubiyet şuuruna milliyetçilik denemez. Bu, yaıznın başındaki milliyetçilik atfıyla bir çelişki gibi görünebilir…
Ama milliyetçiliği anlayabilmemiz açısından önemli bir örnektir.


Yunanlı gazetecinin tepkisi bize şunu göstermektedir: Yunan toplumu, kendi eviyle, komşuları arasındaki ilişkilerde, kendini, kendi değerlerini öncelemektedir.
Bu “kendini öncelemek” bireyin de temel davranışıdır. Önce kendisinin hayatta kalmasına dikkat etmek, İlişkilerin merkezi olarak kendisi esas almak, insan davranışının temelidir.

Dolayısıyla bu davranışı benzerlerimiz arasındaki ilişkilerin genel projeksiyonu olarak, başka toplumlara yansıtırız. Önce kendi benzerlerimizin iyiliği hakkında endişelenir, bunu sağlamaya çalışırız.
Mesele bu önceleme davranışının öznesinin hangi değerlere sahip olduğu, bu davranışı hangi kriterlere göre gerçekleştirdiğidir. Yani ferdin neyi öncelemesi gerektiğini düşündüğüdür.

Etnik ırkçılar için bu, belli bir coğrafyanın, kendi içindeki basit ve az sayıdaki somut kurallarıyla bir arada duran ve büyük ölçüde kan bağına dayanan bir toplumun değişmeksizin sürmesidir.

Geri kalmış İslâm ülkelerinde Arap kabileciliği de bu bağlamdadır. Bunun yanı sıra enternasyonalist sosyalizmden beslenen siyasî İslamcı gruplarda bir “İslâm enternasyonalizmi”/ ümmetçilik hayali diğer her şeye göre öncelenir.
Bunun önemi şuradadır: öncelediğiniz şey ne kadar soyut ise elde edeceklerinizin insanlığa yararı o kadar farklı olacaktır.


Meselâ bir kan bağını öncelediğinizde, bu bağın sürmesi dışındaki diğer her şey çok daha önemsiz hale gelir. Bu, ilişkilerde kendinizle kan bağı taşıyanların, hayatlarının diğer her şeyden önemli olduğu anlamına gelir. Nitekim aşiret yapısının güçlü olduğu Doğu Ve Güneydoğu Anadolu’da hâlâ kanayan bir yara olan kan davaları bunun tipik örneğidir.


Milliyetçilik ise, hukuk çatısı altında beraber bulunma iradesinin ardından kendiliğinden meydana gelmiş büyük bir sosyal benzeşmenin öncelenmesidir.
Burada iki unsur çok önemlidir:
Birincisi beraberliğin kan bağı, ideoloji, din veya başka bir şeye değil hukuka dayanması…


İkincisi de benzeşmenin soyut değerler etrafında şekillenmiş olması.
Dolayısıyla meselâ Kürt, Ermeni, Çek, Rum dendiğinde ifade edilen şey ile Türk dendiğinde ifade edilen şeyler çok farklıdır. Birinciler Türk adının taşıdığı soyut değerler kümesini, tarihî oluşum derinliğini taşımazlar.

Bundan da dolayı Türk milletinin değerlerinin öncelenmesi demek, tarihi binlerce yılı bulan, beraberliği uzun yıllar evvel bir hukuk sağlayıcı kurum ile oluşturulmuş gayet heterojen bir toplumun, beraberliğini sağlayan değerleri öncelemek demektir.
Bundan da dolayı Türk milletinin, uluslar arası ilişkilerde öncelenmesi demek, insanlığa muhalif bir ırkçılık yapmak demek değildir!


Elbette kendi kapalı toplumunun, cemaat yapısının somut ve ilkel mensubiyet şuurunun dışına çıkamayanlarımız için bu, anlaşılması zor bir şeydir. Buradaki “cemaat” kelimesi, sadece dinî cemaatleri değil, beraberlikleri benzeşmeye, yabancı korkusuna dayalı, somut kurallar dışında sınırlayıcılara yabancı her türlü kapalı toplumsal yapıyı anlatmak için kullanılmıştır.
Gene bundan dolayı, bir gazetecinin, yabancı bir ülkenin başbakanıyla yapılan mülâkatta, ilişkilerin kendi ülkesi için yararını sorgulaması kadar tabii bir şey olamaz.

Komşumuzu sevmek, ona evimizi sınırsızca açmak değilse ve komşularımızla ayrı evlerde oturmayı istememiz de onlara düşman olmamız gerektirmiyorsa, kendi ülkemizde, kendi adımızla, kendi bildiğimiz gibi yaşamayı istememiz de garip karşılanmamalı…

Hiç yorum yok: