17 Ocak 2010 Pazar

Özgürlük Ve Bağımsızlık İlişkisine Bir Bakış I



Bağımsızlık konusu genellikle Amerikan karşıtı, sosyalist bloğun bir takıntısı gibi görülegelmiştir.

Dış ilişkilerde tam bir otarşi durumuna kadar genişleyebilen bir “bağımsızlık” tasavvuru bizi diplomaside ve ticarette felç olmaya kadar itebilir.

Bu durumda “dünyadan ayrılmak” ve “dünyanın güdümüne girmek” tercihleri arasına sıkışmak zorundaymışız gibi bir algılama BAASçılığa özenen sosyalistler ile “değer yoksunu” bazı nevzuhur liberaller tarafından bilincimize dayatılmakta.
Bilhassa ülkemizi karıştıran son günlerdeki etnik ırkçı şiddet ve siyasetin(!) yaptığı da bağımsızlık tasavvurumuzu yıpratmaya çalışmak.. Ki bu etnik ayrılıkçılık, hem sosyalist hem liberal cepheden ciddi destek görmekte…
O halde “bağımsızlıktan” neyi anlamalıyız, bunu iyice netleştirmeliyiz.
Bağımsızlık, dokunulmaz bir mahremiyet alanına sahip olmak demektir. Kendi değerlerimizi belirleyebildiğimiz ve koruduğumuz bir müdahalesizlik alanına sahip olmak demektir.

Bağımsızlık kavramının temeli ferde dayanır. Ferdin “diğerlerinden” ayrı, müstakil bir birim olduğu kavrayışını geliştirmedikçe “bağımsızlığa” bir anlam vermek mümkün değildir.

Ferdin, kendi bilgisini kendi bildiğince kullanabilmesinin ( özgürlüğün) bir değer olarak kabul edilmediği bir memlekette bağımsızlık da anlamsızdır.
Bu, “bağımsızlığa”, çok defa alışık olduğumuz “dışarıdan bakmak” yerine “içeriden bakmaktır”. Çünkü fert, bir toplumun birimi olmak hasebiyle onda mündemiçtir aynı zamanda.

İyi ama herhangi bir devletin güdümündeki bir sömürgede de insanlar “özgür” olamaz mı?
Şüphesiz olabilir! Ama burada, bilhassa liberal okul açısından sorulması gereken soru şudur: “Hangi şartlar altında?”

Böyle bir ülkede, sömürge ahalisinin hiçbir toplumsal değer taşımaması, hiçbir ayırt edici özellik taşımaması ve ayrıca, bu gibi şeylere hiçbir önem vermemesi, kısacası hiçbir kimlik taşımaması, ayrıca hiçbir mahremiyet duygusuna sahip olmaması durumunda böyle bir ülkenin vatandaşları da şüphesiz özgür sayılabilirler.
Burada gözümüzden kaçan nokta sanırım muhtemelen şu olacaktır: Bir sömürgede egemen toplum ile sömürge ahalisi birbirine yabancıdır. Bu yabancılık egemen toplum tarafından özellikle belirgin kılınarak, egemenlik ilişkisinin canlı tutulması sağlanır.

Bunu belirtmemizin sebebi de şudur: Bir coğrafyada, kültürleri ayırt edilemeyecek derecede benzeşmiş, aradaki farklılıkların beraber yaşamaya engel teşkil etmediği, merkezi bir büyük kültürün kendiliğinden yerleştiği ve kabul gördüğü toplumsal yapılarda sömürge ilişkisinden bahsedilemez.

Çünkü bu tip toplumsal yapılar, “milletleşme” sürecindeki yapılardır. Sömürge kurumunda, egemen için, sömürge ahalisi ile milletleşme yolunda bir benzeşmeye girmek gibi bir ihtiyaç yoktur.

Demek ki ancak hiçbir kimlik taşımayan, fertlerinin paylaştığı hiçbir ortak değere sahip olmayan bir toplumun fertleri için ancak özgürlük, bağımsızlıkla ilgisi olmayan bir değerdir.
Peki ama dünyada böyle bir toplum var mıdır?
Yani dünyada “diğerini” bilmeyen, kendisini bu dünyada bir anlamla bağdaştıramayan bir toplum var mıdır?

Böyle bir toplum yoktur.

Çünkü en başta böyle bir fert var olamaz! Fert temelinde düşündüğümüzde zaten, “Başkalarının, kendisinin bilgisi üzerindeki iradesinden masun olabilmek, bağımsız olabilmek” anlamında özgürlük ve bağımsızlık aynileşir.

Bu durumda bir memlekette eğer fertler, büyük ölçüde mutabık kaldıkları değerleri korumak ve bunları yaşatmak konusunda bir mahremiyet ve dokunulmazlık talep ediyorsa bunun siyasî ifadesi bağımsızlık talebidir.

Eğer bir toplumun fertlerine hangi değerleri kabul edecekleri başkaları tarafından söyleniyor ve dayatılıyorsa o toplumun fertleri özgür sayılamazlar.
İşte bu noktada bağımsızlığın dikkat edilmezse zehirli bir yan etki yaratabileceği iki şartı daima aklımızda tutmalıyız.

Bir toplum dışarıdan gelebilecek bir zor kullanmayla karşılaşabileceği gibi, içten gelen bir zor kullanma tehdidiyle de karşı karşıya kalabilir.

Bu durumun en basit ve çarpıcı örnekleri, bağımsız olan eski sömürgelerin çoğunda iş başına gelen hemen hemen hepsi sosyalist dikta yönetimleridir. Bu yönetimler, vatandaşları yabancı bir zorbanın işgalinden kurtarma vaadiyle yönetime geçmiş fakat kendi vatandaşlarına işgalci gibi davranmışlardır.

O halde… Kendi ülkesindeki fertlere hürriyet sağlamayan hiçbir “bağımsızlık” gerçek bir anlam ifade etmez.

Buna mukabil gerek iç gerekse dış zor kullanıcıların müdahalesinden “bağımsız” kılınmamış hiçbir özgürlük de gerçek anlamda özgürlük sayılamaz.
Yine de bu ilişki bazı belirsizlikleri içermektedir.
Meselâ kendini içinde yaşadığı toplumdan farklı görenlerin durumu ne olacaktır?
Bu, bu yazının devamında incelenmesi düşünülen bir konudur.



Hiç yorum yok: